Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Kışla”dan gelen darbe girişimi sonrası “demokrasi mitingleri”ne açılan Taksim Meydanı’nda sabit duran bir araç üzerindeki pankart, “İktidar”a, Cumhurbaşkanı’na hitaben şöyle sesleniyor:

        “You will never walk alone”

        ***

        Aklınızda son büyük şampiyonluğunu İstanbul’da yaşamış Liverpool taraftarının tarihi sloganı ve tezahüratı varsa, şöyle tercüme oluyor:

        “Asla yalnız yürümeyeceksin(iz)”

        Fakat o sırada, belki de sıcaktan, benim aklımda başka şey vardı ki, şöyle çevirdim:

        “Bir daha asla yalnız yürümeyeceksin(iz)!”

        ***

        Bu ikinci çeviri, “Artık asla tek başına olmaz… Yok, bundan sonra tek başına yürümek yok… Bir daha tek başına olmaz” gibi alt metinlerle kafamda dalgalandı durdu.

        Neden?

        Sahi Kamil, neden?

        ***

        “Tek başına” seçim kazanmakta, halkın yarısının gönlünü, oyunu almakta, iktidar olmakta 14 yıldır “başarılı” olan iktidar ve lideri var; ama önemli meselelerde yalnız, tek başına bırakmaya gelmiyor.

        Bırakın uzak tarihi, yakın tarihi de hep yeni baştan yazıp tekrar tekrar ve üstelik farklı farklı yorumlamak zorunda kalıyoruz. Tek başına yanılıyor. Hata yapıyor. Bir öyle bir böyle oluyor. Türkiye savruluyor. O yüzden “herkes” lazım; “herkesin temsilcileri”nin (olabildiğince) olduğu ve her şeyi konuşabilen Meclis lazım; “tek başına” olmaz!

        ***

        Bunu sadece “dün Hocaefendi-bugün FETÖ” meselesi için söylemiyorum.

        Rusya, İsrail, belki de yine Suriye için de, tamam. Darbenin ıslığını, nefesini duymamak, ancak “oradan buradan” haber almak için de.

        Ama iki önemli “hava” olayında dahi, iktidar şimdi “tarihi yeniden yazıyor.”

        Enerji Bakanı, “Roboski-Uludere bombardımanı da FETÖ’cü pilot işi olabilir” dedi. Bir iktidar gazetesi “Uludere de FETÖ’cü eseri” diye yazdı.

        Maliye-Ekonomi konularında uzman Başbakan Yardımcısı ise dedi ki:

        “Rus uçağını düşüren pilotlar kararı kendileri aldı. Bu pilotların darbe girişiminde de bombardımanlara katıldığı bilgisi elimizde mevcut.”

        ***

        Tam sınırda, sınırın içi-dışı bir yerde, iki büyük “askeri havacılık vakası” oluyor.

        28 Aralık 2011’de “Tür Hava Kuvvetleri savaş uçakları” bombardımanda, kaçakçıları, katırlarıyla birlikte vuruyor, öldürüyor…

        Henüz “Çözüm ve barış süreci” havasındayız oysa.

        Sansür filan derken, hakikat ortaya çıkıyor. Kişi başı 100 bin lira dolayında tazminatı Roboski köylüleri kabul etmiyor; soruşturma açılıyor.

        Diyarbakır’da “sivil” savcılık görevsizlik kararı verince dosya Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığına. O da diyor ki:

        “Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez. Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına, görevlerini yaparken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi bir külfet yüklemek olur. Olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir.”

        5 yıl kadar önce, 34 vatandaş, savaş uçakları tarafından öldürüldü ve dosya “Sorumluluk ve sorumlu yoktur” diye kapatıldı.

        (Bugün OHAL ile tüm devlet fiilleri “idari, mali, hukuki, cezai sorumluluk” dışı bırakıldı zaten, “Ohal’in devlete ilanı” buymuş demek!)

        Milletin bir kısmı, öldürülen Kürt vatandaşları bu sona müstahak buluyor… Kimi de “TSK bile bile masumları vurur mu hiç. Hadi oradan” diyerek “zaten imkânsız” sayıyordu.

        ***

        Bugün bütün Türkiye, o gün “sorumlu yoktur” diyen iktidar ve Genelkurmay, bir de “hadi lan” diyen büyük bir vatandaş grubu, Türkiye’deki bazı üslerden kalkan Türk Hava Kuvvetleri savaş uçakları ve helikopterleri ile, Türkiye topraklarında, Ankara’da vatandaşların, Meclis’in, polis merkezinin, Külliye’nin bombalandığını, ateş altında kaldığını konuşuyor.

        11 gün oldu bugün.

        Sadece o da değil, “Terörle mücadele”de, “Ne yapsanız yeridir” diye kentleri, sivilleri de hedef almış bazı komutanların bugün “kentlerimizi, sivillerimizi, Meclis’imizi de hedef almış teröristler” olduğunu konuşuyoruz.

        ***

        Rus uçağı vakası da öyle. Önceki Başbakan’ın “emri ben verdim” diye sıçrayıp gururlanışından, Cumhurbaşkanı’nın sözlerine, Rusya ile krize kadar. Şimdi diyoruz ki, “Pensilvanya.”

        ***

        İnanın esas meselem “Amma yanılgı” değil. Elbet olayların hakikatini öğrenebilmek şimdi daha da önemli ancak esas mesele şu:

        “İktidar” bunlarda sadece yanıltılmadı, sadece yanılmadı ve sadece yanıltmadı…

        Bir de Rusya uçağı gibi, çok övündü, üzerinden “milliyetçilik, kahramanlık, destan” yazdı. Bunları gerekçelendirdi, makul gösterdi. Üzüntü bildirilen Roboski’de bile, “kimdir bu üzüntüye sebep”, gizlendi, herkes kollandı, korundu.

        İşte bu, yanılmaktan da kötü!

        Şimdi bakıyorum, “Gezi harekâtı”nın en üst yerel mülki amiri Vali Bey de gözaltında.

        Bakalım Gezi mi “darbeci” çıkacak, Vali mi, o gün Gezi’de tekme, tokat atarken şimdi “darbeci” diye tekme tokat içeri alınan “destan kahramanı” polis şefi mi?

        Peki bütün bu olanların siyasi-idari sorumlusu yok mu hiç?

        ***

        “Kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez” demişti Askeri Savcılık…

        Bilmiyorum, kendileri şimdi içeride mi dışarıda mı…

        Lakin görüldüğü gibi, kullanılan güç otomatik, aritmetik, darbematik olarak çok haksız halde şu anda!

        Yanlışlarla, insani felaketlerle, trajedilerle övünmek, böbürlenmek zaten çok ayıptı; bir de şu hale bakın şimdi.

        Öyle her inanca aykırı biçimde “Hainler Mezarlığı” kazarak gömülüp yok olmuyor tarih. Geçmiş de toprağın üstüne çıkıp duruyor.

        Çünkü her bugünün haliyle bir dünü var.

        HİLMİ YAVUZ, ŞAHİN ALPAY, ALİ BULAÇ, TERS KELEPÇE VE DEMOKRASİNİN ZAFERİ

        Zaman’da yazdılar, çalıştılar, hadi muhalefet yaptılar diye, “darbeci ve terörist” mi oldu hepsi?

        Madem “FETÖ” çok eski bir örgüt deniyor; kimi gazeteci, yazar yıllarca iktidarı desteklerken de “terörist” miydi?

        İktidar mensupları, medyacıları, yıllarca Zaman’da yazarken, gezerken, sevgi, saygı, övgü, ödül alıp verirken, bu isimlerle hasbıhal ederken “teröristler”le mi muhatap oluyordu?

        Hilmi Yavuz, öyle demek. Şahin Alpay, öyle demek. Ali Bulaç, öyle demek. “AKP Milletvekili, Sabah yazarı” Nazlı Ilıcak ve onca gazeteci, öyle demek!

        “akparti.org.tr” internet sitesinde, burada daha önce yazdıktan sonra haberi silmişler ama “Galeri”de hala “Zaman Gazetesi’nin 25. Kuruluş Yıldönümü Töreni” fotoğrafları duruyor. Yıl 2012.

        O galeride,aynı karelerde Başbakan, dünün bugünün bakanları ile “terörist gazeteciler” var.

        Hep birlikte bir şeyleri, her şeyi, birbirlerini alkışlıyor, hep birlik kılıçla pasta kesiyorlar.

        Artık o gün ve yıllarca kimin kim için neler dediğini siz araştırıp bulun.

        Bir fotoğrafta, Genel Yayın Yönetmeni, Başbakan nezdinde iktidara Zaman’ın altın çerçeve bir nüshasını sunuyor. Manşette şu yazılı, kocaman:

        DEMOKRASİNİN ZAFERİ

        Diğer Yazılar