Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sanırım (E) Özkök için mi ne yazmıştım bir kez:

        İki dönem üst üste muhalif bir şeyler yazmakta sebat et; dişimi kırayım” diye.

        Her şey birbirine karışıyor, bu fırdöndü medya-dünyada.

        Ona dememişsem bile, lütfen alıp kendi de kullansın.

        Dişimi kırarım dememişsem, söz, kıracak bir şey bulurum.

        ***

        Kimi şahıs ya hiç oruç tutmuyor ve oruç tutana bindiriyor; ya da gün geliyor, orucu 24 saat tuttuğunu davul zurnayla ilan ediyor!

        Ya insafsız oluyorlar, ya izansız.

        Ya hasım ya hısım.

        Ya kimi güçler (patron, iş dünyası, Genelkurmay, hükümet yahut dış odaklar) adına gazeteciliklerini onların elinde silah kılıp yaylım ateş açıyor…

        Yahut teslim olup kalemini kalemtıraşa değdirmiyor bile; ucu kazayla sivrilir diye.

        ***

        Hep merak etmişimdir:

        Bir medya patronuna sistemli olarak en çok küfür edenler, bakın eleştiri demiyorum, sülalesini karıştırıp giydirenler; dörtnala gelip dört bir yandan, kuyruğu indirip kapıkulu olmayı kabul ederken hiç acı çekmişler midir?

        Onları adeta bedeli mukabili kendine biat ettiren haşmetli, bundan hakikaten haz almış mıdır?

        Bu insanlık ve gazetecilik taklidini anlamakta güçlük çekmek, pekala saflıktan olabilir…

        Lakin tiksinebiliriz, değil mi?

        ***

        Sanırım, öyle bir kültürün kimi temsilcisi, aynı el kitabını siyaset için de kullanıyor.

        Düşmanlık safından itaat ve biat safına o kadar hızlı koşuyorlar ki…

        Biz aradakiler; yani gazetecinin işinin ne düşmanlık ne kulluk olduğunu sananlar, onların rüzgârı yüzünden cereyanda kalıp hapşırıyoruz.

        Ne kadar elimizle, mendilimizle kapatmaya uğraşsak da ağzımızı; hapşırırken tükürmemiz belki bu yüzden!

        Kibarlıktan suratlarını kollasak, yarabbi şükür demesinler diye; bir damla havalanıyor, suretlerine mutlaka çarpıyor.

        ***

        Şuna inanırım, aklım erdiğince, elimden geldiğince, gücüm yettiğince, sürekli yeniden öğrendiğimce:

        Öncelik, mağdurlarındır!

        İster topluluk halinde, ister teker teker.

        Sesi, sözü, gücü olan kudretlilerin nasıl olsa masası, kasası, sütunu, kalemi, klavyesi, kazı kazanı, borazanı bol olur.

        Bu mağdur, geniş halk kitleleri de olabilir; bazen onların da ezmeye kalktığı daha küçük topluluk veya kişiler de.

        Mağdur alttakiler de olabilir, kimi alttakinin kendini şaşırıp üstünlük taslayarak aşağılamaya kalktığı ötekiler de.

        Mağdur, meşru hakkı tanınmak istenmeyen bir iktidar da olabilir; bir kez güçlendikten sonra tanımazlıktan geldiği ufalanmış haklar, özgürlükler, kimlikler, kişilikler de.

        Kerteriz kabaca budur.

        ***

        Kerteriz, bir gücün yanından başka bir güce ya da güçsüzlere sallamak değil;

        Hakkı, hukuku, hakikati, şahsiyeti, haysiyeti saldırıya uğrayanın yarasından kelamını, selamını esirgememektir.

        Gazetecilik; bunun aklını, bilgisini, belgesini, kelimesini, cümlesini, sorusunu, sorgusunu edinme sanatıdır, daha doğrusu zanaatıdır bir bakıma…

        İnsanlık; bunun yüreğini, cesaretini, vicdanını, tavrını donanan omurgadır.

        Her ikisi de öğrenilir, edinilir aslında.

        Bağımsız gazetecilik tarihi ve tutkusu ilkinin kitabı ise…

        İnsanlık tarihi; insanın mücadele, isyan, özgürlük, dünyayı değiştirme tarihi; dinlerin, felsefelerin, başkaldırının bir tür tarihi; ikincinin yüzyıllar boyu dünyanın dört köşesinde yazılmış defteridir.

        ***

        O yüzden, kendi eski baskısını adeta arşivlerden sildirip yeni maskesiyle iki büklüm eğilenler bir tuhaf evrimin yaratıkları sanki.

        İnsanın hikayesi; ayağa kalkma, başını dikme tarihi idi.

        İki büklüm olup sürünme, güçlüler önünde yaltaklanıp sürüklenme ve utanmadan bu vaziyetiyle övünme talihi değil!

        Tut ki insan vahşi doğadaki maymundan geldi…

        Kiminin gidişi sirkteki cambaz maymuna doğru!

        Maymunlar Cehennemi Başlangıç” desen…

        O kötü filmde bile sonunda itiraz ediyor, hayır diyor, bir gün isyan ediveriyor o maymunlar!

        Messi ile Arda

        Ben futboldan onlar kadar anlasam, belki ben de Messi ile Arda’yı birlikte tartar, hatta Arda’yı çok üstün, Messi’yi beş para etmez bulurdum.

        Ama maaselef o kadar anlamıyorum.

        O yüzden, Arda’yı çok sempatik, epey yetenekli, Atletico da da heyecanla izleyeceğim bir kardeş olarak görsem de…

        Vallahi hiç karşılaştırmazdım ötekiyle.

        Barça-Atletico maçındaki 5 gole, bunların üçünü Messi’nin atmasına filam da takılmayalım.

        İki futbolcudan ziyade, iki takımın güç farkıdır o.

        Ama iki futbolcunun farkı şu:

        Messi senede 100 kadar maçta forma giyiyor ve neredeyse hiç sakatlanmıyor, o ufak tefek, çocukken az gelişmiş ve çok riskli futbol yapısına rağmen.

        Arda’nın devamlılığı ise soru işareti.

        Messi’nin oyunu eli belinde seyrettiği, yürüdüğü bir zaman yok gibi.

        Arda zaman zaman seyirci.

        Messi’nin sadece attığı gol değil, asist sayısı da epey dikkat çekici.

        Messi’nin, Dünya Kupası vesair performansının düşüklüğü, önce oynadığı iki takımın farkından elbette; sonra da, ben anlamam ama, muhtemelen yıllık neredeyse 100 maç kadar bir kulüp performansının üstüne “mevsim ve yaz yorgunluğu ile bıkkınlığı”ndan olmalı.

        Neyse, ben futboldan anlasam, hiç böyle karşılaştırmalar yapmazdım.

        Hele Barcelona’yı hiç aşağılamazdım.

        Sadece Katalan isyanının takımı olduğu için değil; üçte ikisi altyapıdan gelme bir futbol dersi olduğu için de.

        Yoksa, al o 5 golü seyreyle gözüm!

        Ama ille övmek gerekse, Arda’nın insani ve futbol cesaretini önce överim mesela.

        Mütereddit bile olsa; karakterindeki isyan terkibini.

        Son maçtan önce rakiplerinin hakkını hakkıyla teslim edişini.

        Futboldan çok anlayanlara göre, daha anlamaz görünüşündeki tevazuu!

        Diğer Yazılar