Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir patlayıcı kustun.

        Sokağı, çoluk çocuk halkı hedef aldın.

        İki halk otobüsü parçalandı; bir de halk minibüsü.

        O otobüslerdeki, minibüsteki 8 kişi öldü; 70 kişi yaralandı.

        Kimi çocuktu, kimi kadın, kimi yaşlı.

        Kimi parçalandı, kimi ömrü boyunca paramparça kalacak.

        Bir bayram günü katlettiklerinden…

        Melisa 1 yaşındaydı, tamam mı!

        Süleyman 3 yaşında!

        Gülperi 11’inde, Duygu ile Fikret daha 21’inde!

        Çocukları vurdun, halkı vurdun…

        Halk düşmanısın!

        Lanet olsun.

        ***

        Memleketin her vilayeti, her köşesi zaten yeterince kanadı da…

        Yaralı” unvanı bir tek ilde vardı.

        O da kalbinden vuruldu.

        ***

        Gaziantep doğrudan “Suriye meselesi”dir.

        Gaziantep muhtemelen “Suriye misillemesi”dir.

        Suriye bombalarının, katliamlarının, devlet zulmünün de ayaklananların şiddetinin de, Kilis üzerinden “sınır ticareti” gibi, “sınırın burasındaki” Antep’i vurmasıdır.

        Orada “boşaltılmış” bir Suriye konsolosluğu var.

        Orada Suriye krizinden beri, ekonomisi yaralanmış Antep halkı var.

        Orada bir zamanlar şehir içi gibi çalışmış Suriye otobüslerinin şaşkın bakışı var.

        Orada il merkezine bir saatlik Karkamış, daha üç sene önce Suriye’ye üçüncü demiryolu geçişi olarak “iki ülke arasındaki kardeşliğin simgelerinden” diye yeniden açılmış Çobanbey sınır kapıları var.

        O törende, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın, “Demiryolu bağlantımız var. Havayolu bağlantımız da var. Bilişim otobanlarımız da var. Daha da önemlisi, Suriye ile Türkiye’de gönül bağlarımız var. Gönül bağlarımız da giderek güçleniyor” demişliği, böyle büyük bir devlet öngörüsü de var!

        Orada daha bir hafta önce, “sınırın sıfır noktası”nda yapılmış büyük tatbikat, sınıra yığınak, sınırda onca tank var.

        Tatbikatta “ele geçirilen” tepeler, haberlere göre “Suriye’ye dönmüş namlular” var!

        ***

        Bu eylem olarak “terörün daniskası”, ama muhtemelen kaynak olarak “sadece terörist” bir saldırı değil.

        Gaziantep o gece artık “Halep”tir!

        Özellikle seçilmiş, Suriye’nin kanayan, kesik damarları; zaten kanlı toprak olan Türkiye’nin bölgedeki “en müreffeh” iline özellikle, özenle bağlanmıştır.

        Mesaj bir bakıma şudur:

        Sınırın orasında burasında, çevrende herkes ölürken, sen sadece gazi kalamazsın!

        ***

        Gaziantep saldırısı, “gönül bağlarımız giderek güçleniyor” diyen, Suriye rejimiyle kanka olduktan sonra artık sadece “kanlı” olan devlet ile hükümetin de geldiği noktadır:

        Sıfır sorundan… Sıfır komşuya…

        Sıfır komşudan… Sıfır noktasına!

        Yurtta sulh vaadinden… Cihanda harbe!

        ***

        Şimdi sen medya olsan, gazeteci olsan, TV olsan; ilk anda bu kanı, gözyaşını, Antep’in parçalanmış yüreğini saklasan; “teröre hizmet olmasın” diye haberi küçültsen filan…

        Geri mi getirdin çoluk çocuk insanları?

        Yerine mi taktın parçalanmış elleri, bacakları?

        Gazi-kantep” olmaktan mı kurtardın Antep’i?

        Suriye’de, Türkiye’de, “kardeşlerin, gönül bağları olanların, akrabaların” bir ötekinin celladı olmasını, istihbarat ve provokasyon fesadıyla bir ötekinin kanına girme yarışında birbirlerini yok etmesini mi önledin?

        Haberi şey edince olay da mı yok oldu? Kimse duymadı, kimse vurulmadı mı?

        Ne yaptın…

        Aferin mi aldın?

        Ne oldu?

        Sansür yaptın… Kan sürdü… Kan yürüdü!

        Kan hane hane büyüdü.

        Hakikati gizlemeden, hakkaniyeti ezmeden de kanın durması için yapılacaklar, yazılacaklar, söylenecekler vardır belki.

        Hakikati gizlemeden ama düşmanlık, nefret ve korkuyu körüklemeden.

        Melisa 1 yaşındaydı, Süleyman 3 yaşında.

        Gülperi 11’inde uçuverdi bu cehennemden.

        ***

        Kendime sorsam, “Kardeşlik bir de nedir?” diye…

        Şunu da derdim kendi kendime…

        Dün itibariyle…

        Uludere’de:

        Kardeşlik; bombardımanla öldürülen köylünün de… Bir araçta hayattan devrilen gencecik askerin de aynı toprağa düşmesidir.

        Kaçak katırlarının, Encüler’in cesetlerini taşıdıktan sonra bir de o askerleri yüklenmesidir.

        Aynı toprağa düşenlerin, ömürlerinde hep “Birkaç Mehmet” sayılmasıdır.

        Birbirinin kanına bilenenlerin bile toprak altında kan kardeş olmasıdır!

        Elbet çok daha iyisi olabilir kardeşliğin…

        Ama kökten düşmanlığa karşı bu da vardır bu toprakların köklerinde!

        ***

        Yanlışım yoksa, ölen askerler Çakırsöğüt’ten. İki gün önce “Sen ben olsan… Ben sen olsam” başlıklı yazıda, kayıplarını ananlardan. “Bayram ya… Çakırsöğüt’te olsak. Tabii hiç ölmemiş olsak. Yangın bitmiş, bombalar durmuş, silah susmuş olsa. Eve dönmeye hazırlansak. Çocukları öpmeye sabırsızlansak. Hep birlikte olsak. Hep birlikte ölmemiş olsak” dediklerimden.

        Bayram, bayram olsa ya!

        ***

        Az sonra ne olacağını hiç bilmediğin bir film!

        Fotoğrafta “mutlu bir aile” görüyorsunuz.

        Kadın eski “süper model” ve oyuncu… Adam “ünlü” bir yönetmen ve yapımcı. Bir de ikizler var.

        Şöhret, para ve en azıdan adamın üçüncü evlilikte, 18 yıldır yakaladığı sanılan mutluluğu var.

        Gülümseme, fotoğraf karesinde donuyor.

        Biraz önce ne olduğunu ve az sonra neler olduğunu bilmiyorsun.

        ***

        Tony Scott, yönettiği, ürettiği “baş döndürücü filmler”in ardından “baş döndürücü” biçimde atlayarak hayatına son verdi.

        İngiltere’de bir işçi ailesinden ağabeyi Ridley’le e çıkıp önce piyasanın reklam ustası sonra Hollywood “aksiyon” ustası oldular.

        Ağabeyi kadar “sanat yapmadığı” söylendi; büyük ödüllere aday olmadı; Catherine Deneuve, David Bowie’li “Açlık”la başlayıp (en sevdiğim filmi, Tarantino kaleminden) “True Romance (Çılgın Romantik)”ten geçerek üçü de Denzel Washington’lu Deja Vu, Pelham 1,2,3 ve Durdurulamaz’ın süratli, gerilimli istasyonlarına vardı.

        .

        ***

        Filmin sonunu ince ince kuran bir insan, kendi sonunu kurmaya nasıl hazırlanır?

        68 yaşında, hayatını bitirmesi gerektiğine nasıl karar verir?

        Şöhret, servet, kudret, saadet…

        Sonra Los Angeles’ta köprü üstünden “tereddütsüz atlayış”!

        Geride filmler, bitmek üzere olan yenisi, Fox ile büyük sözleşme, son mektup.

        ***

        İnsan ruhunun, henüz bebekken karalanmış bir resmi var.

        Sonrasında hayat ona kimi renk katıyor; kimi çizgiyi siliyor. Bazen karartıyor, boğuyor.

        Mutlu bir fotoğraf çektirirken; şöhret tadını çıkarırken; servet içinde yüzerken; projeden projeye koşarken; yüz milyonlarca insanın acısı, çaresizliği, sıkışmışlığı, sinmişliği yanında “ayrı, ayrıcalıklı” olmayı yaşarken bile, kaza bela bir yana, ruhunda az sonra ne olacağını bilmiyorsun!

        Ruhun bir köprüde sıkışıyor… Kaçıyorsun!

        ***

        Bu fotoğrafta da iki “mutlu” insan.

        Kadın, ABD’li, “ünlü”r oyuncu; adam “ünlü”Fransız yazar.

        Jean Seberg, şöhretini, (Fransız) Yeni Dalga’nın yaşayan en önemli ismi Godard’ın “Serseri aşıklar” filmiyle yapmıştı.

        Felaketi, devlet karalamasıyla sahneye kondu.

        Siyahların hak hareketlerine desteği; Che’ye sempatisi FBI “karalama” programı COINTELPRO’nun hedefi yaptı; itibarsızlaştırma ve karalamaya maruz bırakıldı.

        Hamile olduğu bebeğin (Fransız kocası, yazar) Romain Gary”den değil, Kara Panterler üyesi bir siyahtan olduğu, Los Angeles Times’tan bir gazeteci sayesinde yayıldı.

        Bebek Nina 23 Ağustos’ta doğdu, iki gün sonra öldü. Seberg basın toplantısına cansız (beyaz) bedenini getirdi.

        FBI, CIA ruhunu, bedenini dünyanın her köşesinde izledi; o ise Nina’nın her doğum-ölüm yıldönümünde intihara koşuyordu.

        FBI’ın tarihi şefi Hoover (geçen yıl film oldu), Başkan Nixon’u (Watergate (Başkanın bütün adamları) başta, çok filme konu oldu) Seberg’in her anından haberdar ediyordu.

        Seberg’in 1979’da ölüsü bulundu; intihar dendi. Bir yıl sonra Gary de başına boşalttı silahını.

        ***

        Bebekken ruhunun bir resmi karalanıyor… Ya da bir bebekle ruhunu karalıyorlar.

        Bir fotoğraf çektiriyorsun… Bir adım sonra ne olacağını bilmiyorsun!

        Belki de orada kendi kaçışın yazılı.

        Not: Böyle bir zamanda nasıl müsaade istenir, bilmiyorum ama, yine de "müsaadenizle" yazılara birkaç gün ara veriyorum. Kendi sessizliğim sırasında, ancak ülkeme iyilikler umudu duyabilirim; tek tek hepiniz, hepimiz için de

        Diğer Yazılar