Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Yolsuzluk komplosu” ile “komple yolsuzluk” savaşı arasında güme gitti.

        Gitmesin!

        O helikopter nasıl düştü, demiyorum, neden uçtu?

        Bir binbaşı, bir üsteğmen, iki atsubay (daha) nasıl öldü, demiyorum, neden öldü?

        ***

        Öyle ya, burası Türkiye. Hele ordu olunca, burada kol kırılır yen içinde kalır, insanlar kırılır toprak altına sürülür.

        Sanırım, bu “kader”i çizen yine bir “Afyon sendromu”!

        Yani tatbikat, teftiş ve daha üstlere hoş görünme ve terfi sarmalında; cephaneye girmeyecek olan komutanın o şartlarda “Girilecek” emri vermesi gibi, uçmayacak olanın “Uçulacak” emri vermesi.

        ***

        Kazadan dört gün önce bir “yazılı emir” var.

        Günlük Emir No: 43.

        Konu: Kış ve Bahar Tatbikatı Hazırlıkları.

        Madde madde, özellikle bakımı yapan ve uçuşta da bulunan astsubaylara hitaben:

        (Normal mesainiz 8-17 olsa da) İkinci bir emre kadar 8-20 çalışacaksınız. Bazı personel pazarları da çalışacak.

        (Fiilen bu saatlerin 23’ü bulabildiği biliniyor.)

        Emniyetli çalışın, çok çalışın, rica ederim.

        İmza Bölük Komutanı Kara Pilot Binbaşı.

        ***

        Bir tercümesi de şöyle:

        Elde uçabilen helikopter çok kalmadı. O yüzden bakımı yoğunlaştırın, normal bakım süresini kısaltın, teftişe, tatbikata yetiştirin.

        Neden?

        Çünkü komutanın komutanları hesap sorabilir. Dosya, sicil, terfi, tayin vesaire.

        Ve iki subay ile bakımdan da sorumlu, yani “el yazılı emir”le 12, fiilen 15 saat çalışan, bir nevi “Anayasa’ya aykırı angarya” mahkumu iki astsubay, sabah erkenden biniyor helikoptere.

        Amaç, test etmek. Bakımda olan, belki normal bakım süresi bile bitmeyen helikopterin performansını ölçmek.

        Bilenler, görenler diyor ki, “O sabah bulutlar yere yapışmıştı. 20-30 metreyi geçmezdi bulut yüksekliği”.

        Fakat emir var. Kalkıyor helikopter.

        Normalde “maximum power check” yani “tam performans kontrolü” olması için, gücünü tam sınayabilmek ve bir sorun çıktığında yeterli irtifada bulunup yeterli iniş zamanını kazanabilmek için 3 bin feet’e çıkması gerekir, deniyor.

        Öyle olamıyor, çünkü görüş yok.

        Uçanların emri tartışıp tartışmadığı bilinmiyor. Yazılı emir zaten emri yanlış bulanı rehin almak, gerekirse mahkemeye kadar götürmek için bir kelepçe.

        Sanki pilot subaylardan birinin “lanet olsun” dediği duyuluyor.

        Kalkıştan sonra daha fazla uçamayacaklarını anlayıp “ölümün beklediği yer”e iniyor, ardından dönüş için tekrar yükselirken…

        Biz buna “elim kaza, dört şehit” diyoruz.

        Gördüğümüz iki direkten birinin yanından diğerinin o sırada görünmediğini, yani havanın o kadar ölümcül olduğunu da bilmiyoruz.

        Genellikle bu turların yapıldığı Güvercinlik Meydanı’nın da uçuşu adeta reddettiğini, kapalı kaldığını da bilmiyoruz.

        Zaten, onca genç insan ölüp giderken neyi biliyoruz…

        Ne bilmek istiyoruz ki!

        ***

        O vakit bir, iki soru:

        1. Helikopter teknisyenlerine fazla mesai emri var mı?

        2. Helikopterin 500 saatlik bakım olarak bilinen periyodik bakımının üç haftada bitirilmesi emri verildi mi?

        3. Tam performans için ne kadar yükselebilmesi gerekiyordu? Neden yükselemedi?

        4. O sırada bulut tabanı ne kadardı? Hava şartları müsait miydi?

        5. O şartlara rağmen, elde uçabilir durumda fazla helikopter kalmadığı için mi, bakım süresini sıkıştırmanın yanında, “pilot inisiyatifi egale edilerek”, yani pilotun uçup uçmama kararını uçmayacak komutanın almasıyla mı uçuş emri çıktı?

        6. O saatte Güvercinlik Havaalanı uçuşa açık mıydı?

        ***

        Fakat o gün biliyorsunuz başka bir şey de oldu:

        İki subay ile iki astsubay “10550 kuyruk numaralı” uçan makineye binip düşerken…

        Birilerinin de çoluk çocuk “para sayma makinesi”ne binip uçtukları ortaya çıktı!

        Dört insanı angaryayla, zorla, sırf büyükler istedi diye kolayca ölümü sürükleyen hangi sorumsuz ama otoriter sistemse…

        O çocukları kolayca ihtirasa sürükleyen de oydu!

        Not: Bir yandan paralar uçuşurken bir yandan da devletin sözde kutsadığı böyle “şehitler”i ve “malûller”i ucuza getirmek için, “adi” kurban saymak için, AYİM’den AİHM’e kadar verdiği büyük mücadeleyi de yakında yazacağım.

        TAŞGETİREN'İ GÖTÜRENLER...

        Ahmet Taşgetiren bana göre aidiyetinden ziyade vicdanıyla yazmaya çalışanlardan oldu.

        Fikirleriyle mutabık olmanın, vicdanının hep dile gelip gelmediğinin bu açıdan önemi daha az benim için.

        Çünkü bin bir hesaptan azade vicdanlı kalem, samanlıkta iğne aramak gibi.

        Kendisi ayrıca “işinden olma” dalında da yeni bir sayfa açmış oldu.

        “İktidara çok yakın gazete”den iktidarı eleştirdiği için yollanmıştı…

        Şimdi de “Cemaate çok yakın gazete”den Cemaat’i eleştirip iktidarı da savunduğu için gitti.

        Belki biraz da “Nazlı Ilıcak misillemesi”!

        Bu da demokrasi, basın özgürlüğü vesairenin tam “muhafazakâr” tercümesi ve tecrübesi!

        İnanın hepsinin izi kalıyor.

        Diğer Yazılar