Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Kültür-Sanat Tiyatro Yıldız Kenter: Yıldız Öğretmen

        Yıldız Kenter...

        Yaprakların sarardığı bir ekim günü yeşil gözlerini dünyaya açtı.

        Yaprakların dökülmeye başladığı bir kasım günü kapattı.

        Vefat ettiği andan itibaren en çok dile getirilen cümle; 'Bir devir kapandı'...

        Her ne kadar Yıldız Kenter'i yüceltme adına sarf edilen bir cümle olsa da hakkında yapılabilecek en yanlış yorum olmaz mı?

        Okullarda öğrencilerine, sahnede seyircilerine, sinemada izleyicilerine öğrettikleri ölümüyle birlikte uçup gitti mi?

        Öğretileri suya yazılan yazı mıydı?

        Öğretileriyle başlattığı devri devam ettirecek, hatta daha da geliştirecek biri ve birileri yok mu?

        REKLAM

        Babası Ahmet Naci Kenter

        II. Abdülhamit Dönemi Ayan Meclisi Azası Mehmet Galip Bey'in oğlu.

        Varlıklı olan ailesinin isteğiyle eğitim için İskoçya'ya gitti.

        Eğitimini tamamlayıp ülkesine dönmeye hazırlanırken Londra'da katıldığı bir davette Olga Cynthia ile tanıştı.

        Birbirlerine âşık oldular.

        Annesi Olga Cynthia

        İngiltere'de gezginci bir tiyatro kumpanyası olan ailenin kızı.

        Babası genç yaşta ölünce, annesi beraber olduğu erkekle Avustralya'ya kaçtı.

        Anneannesi tarafından büyütüldü.

        16 yaşında evlenerek oğlu Jack'i dünyaya getirdi.

        Kocası I. Dünya Savaşı'nda gittiği cepheden bir daha dönmedi.

        Ahmet Naci Bey ile Olga Cynthia, Londra'da evlendi.

        İstanbul'a döndüklerinde Ahmet Naci Bey'in bir yabancı, hem de dul ve çocuklu bir kadınla evlenmesi ailesi tarafından da cemiyet tarafından da hoş karşılanmadı.

        Kimse kendisini hoş karşılamasa da Olga Cynthia, sevdiği adam için dinini değiştirip 'Nadide' adıyla yeni yaşamına başladı.

        Ahmet Naci Bey ile Nadide Hanım, 21 Haziran 1934'te soyadı kanununun çıkması üzerine 'Kent Efendisi' anlamına gelen 'Kenter' soyadını aldı.

        "Babamın ailesi annemi istemiyor. Bu gavur karıyı da nereden buldun getirdin? demişler. Hatta Nedim Ağabeyim doğunca babaannem, ağabeyimi "Yarısı yavrumun yarısı, yarısı yılan yavrusu" diye sevmiş.

        Ahmet Naci Bey'in bir yabancıyla evlenmesi işinde de sorun yarattı.

        O dönem çıkarılan bir kanunla dış işleri görevinde bulunanların yabancılarla evlenmesi yasaklandı.

        24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması'nda İsmet İnönü'nün özel kalem müdürü olan diplomat Ahmet Naci Bey'den eşinden boşanması veya görevinden istifa etmesi istendi.

        İsmet İnönü, Ahmet Naci Bey'in görevinden istifa etmesini istemediği için "Eşinden resmen boşan, sonra birlikte yaşa" dedi.

        Ahmet Naci Bey, İsmet İnönü'nün bu teklifini "Eşim, benim için hiç bilmediği bir ülkeye gelerek dinini değiştirdi. Mesleğimden vazgeçerim, ama eşimden vazgeçmem" dedi.

        Ahmet Naci Bey, gazetelere tercümanlık yaparken Nadide Hanım, varlıklı ailelerin çocuklarına İngilizce dersleri verdi.

        Bu süreç içinde büyük bir maddi kriz yaşadılar.

        Bu dönemde Ahmet Naci Bey'in babası Mehmet Galip Bey vefat edince annesi Nuriye Hanım İstanbul'daki konağı sattı.

        Yabancı bir kadınla evlendiği için konağın satışından oğluna pay vermedi.

        Kenter Ailesi, yoksul ama mutluydu.

        Yıldız Kenter, eve maddi yardımda bulunmak için komşularının evine temizlikçi olarak gitti.

        İlk alkışı, ilk 'aferin'i temizlikçilik yaptığı günlerde aldı.

        Dediler ki; "Öyle temiz yıkıyorsun ki bulaşıkları, bravo. Bu evi senden daha iyi tertipleyen yok, bravo."

        Kariyeri boyunca ayakta alkışlanan Yıldız Kenter'in alkışlanmaya karşı derin bir zaafı işte o günlerde oluştu.

        "O iki elin çıkardığı sesi duymak benim zaafım oldu. Bana bakılsın, ben sevileyim, ben beğenileyim. Bu bir zaaftır, ama ben bu zaafı bugün de bir güce dönüştürmeye çalışmaktayım. Her gelen yeni iş bir imtihan oluyor. Ben hem seviyorum hem korkuyorum o imtihandan. Ama o ses yok mu, o ses? Beni peşinden sürükleyen çok cazip bir zaaf o. Çocukken de peşinden giderdim, şimdi de gidiyorum."

        11 yaşındayken Ankara Radyosu'nda Ayşe Abla Çocuk Kulübü'nde tiyatroya başlayan Yıldız Kenter, ortaokuldan mezun olduktan sonra konservatuvara girmek istedi.

        Ne var ki annesi şiddetle karşı çıktı.

        Direnince dayağı yedi.

        Ağabeyi Nedim Kenter de Yıldız Kenter'in tiyatrocu olmasına karşı çıktı.

        Düz liseye gönderilen Yıldız Kenter mutsuzdu.

        Tiyatrocu olmak istiyordu.

        Babası ise kızının hayallerinin peşinden koşmasından yanaydı.

        Babasından aldığı cesaretle gizlice sınava girip kazandı.

        Evde kızılca kıyamet koptu.

        Çareyi konservatuvarda yatılı okumakta buldu ama onun için para gerekiyordu.

        Mezun olduktan sonra 8 yıl mecburi hizmet yapacağına dair imza atarak konservatuvarın parasız yatılı öğrencisi oldu.

        Yıldız Kenter için artık hiçbir sorun kalmamıştır.

        Hayalinin peşinde koşacak olmasının verdiği şevkle konservatuvarın en başarılı öğrencisi oldu.

        Öğretmenlerinden Prof. Carl Ebert, Yıldız Kenter için şunları yazdı; "İstihdadı fevkalade. Devlet Konservatuvarı'nın bugüne kadar yetiştirdiği en kuvvetli elemandır. Gerçek, tabii ve intensif bir şekilde en kuvvetli dramatik havayı yaratmaya muktedirdir. Tek zayıf tarafı sesidir ki, bunun dikkatli ve itinalı fonetik çalışmasıyla kuvvetlendirilmesi gerektir. Bedeni durumu fena değilse de, kambur ve göğsünü kısarak yürümesi, ciğerlerinde hastalık doğurabilir. Olağanüstü bir istihdada sahip olması dolayısıyla, gelişme çağında bulunan bu öğrenciye, gereken her şeyin yapılmasını ve hastalıktan korunmasını tavsiye ederim. Derhal sıhhi muayeneye tabi tutulması, sanatoryuma yollanması, iyi gıdalandırılması, pek önemli olmayan derslerden affedilmesi gerektir. Çalışması fevkalade. Sınıf geçmesi uygundur."

        Prof. Carl Ebert, 1 Haziran 1945'te konservatuvar müdürlüğüne bir dilekçe yazarak başarısından dolayı Yıldız Kenter'in sınıf atlamasının uygun olacağını dile getirdi.

        Konservatuvardaki başarısı dikkatlerin Yıldız Kenter'e çevrilmesine neden oldu.

        Mezun olur olmaz, 1948'de ilk oyunu için sahneye çıktı.

        Hem de William Shakespeare'in 'Onikinci Gece' oyunuyla.

        Hem de 'Olivia' rolüyle.

        Öyle bir oyun, öyle bir roldü ki öyle yeni yetme oyunculara öyle ışıltılı bir oyunda öyle başrol verilmezdi.

        Ne var ki o Yıldız Kenter'di.

        12 Aralık 1948'de yazdığı mektupta Muhsin Ertuğrul, 'Yıldız, iki gözüm, kızım' başlıklı bir mektup yazarak başarısından dolayı Yıldız Kenter'i kutlayıp hiçbir zaman kibrin pençesine düşmemesini salık verdi.

        Öğrenciyken başarılı olmak iyiydi.

        Aynı başarıyı kariyerinde sürdürmek ise her şeydi.

        "Parlak öğrenciyken sahneye çıkınca bir balon gibi şişmiş olduğumu, iğne batar batmaz anladım. Öyle bir söndüm ki... 3 - 4 yıl her şeye yeniden başlamak, her şeyi sahne pratiği içinde anlamak, çözümlemek gerekti. Çok acı çektim o ilk yıllar... Sonra hocam Cüneyt Gökçer'in bana güvenmesiyle oynayabildiğim 'Miras' ile bir parça ayaklarımın üstünde durmaya başladım. Ondan sonra düşmemek gayem oldu, ama mümkün değil tabii..."

        Yıldız Kenter, o yılların en önemli burslarından Rockefeller Vakfı'nın bursunu kazandı.

        Öyle bir burs ki sonraki yıllarda gerek Türkiye'de gerekse başka ülkelerde başbakanlık yapan birçok kişi aynı burstan faydalanarak yurt dışında eğitim görme imkanına sahip oldu.

        Rockefeller bursu ile ABD'de American Theatre Wing, Neighbourhood Playhouse ve Actors Studio'da eğitim gördü.

        Robert De Niro, Al Pacino, Paul Newman gibi birçok ünlü oyuncunun eğitim gördüğü ve günümüzde de oyunculuk eğitimine yönelik etkisini sürdüren Actors Studio...

        Yıldız Kenter, ABD'ye uçmadan önce arkadaşlarını veda yemeği için eve çağırmak istedi.

        Babasına dedi ki; "Birkaç sene yokum. 3 - 5 arkadaşımı veda yemeğine çağırmak istiyorum. Ne olur bu akşam içmesen baba."

        Babası 'Bu akşam içmesen' lafına oldukça öfkelenerek cevap verdi; "Cehennemin dibine kadar yolun var. Git, gelmez ol. Gelecek olursan da beni bulama inşallah."

        Yıldız Kenter'in yüreğine kıymık batmıştır.

        ABD'den bir mektup yazarak sarf ettiği 'Bu akşam içmesen' cümlesi için özür diledi.

        Babası, cevap mektubunda şu satırlara yer verdi; "Aklım orada diyorsun, yüreğim buruk. Af diliyorsun sonra da. Anam suratlı kızım, sen de biliyorsun ki, af dilemesi gereken benim. Diliyorum da nitekim. Ama ne olmuş yani, bağırdık, çağırdık, attık içimizdeki pisliği, arındık. Bitti."

        Ahmet Naci Kenter, mektubunun sonuna Ömer Hayyam'dan bir dize ekledi.

        Ahmet Naci Kenter, meğerse o mektubuyla kızına veda ediyormuş.

        Mektubunun Yıldız Kenter'e ulaşmasından kısa süre sonra henüz 61 yaşında vefat etti.

        Son günlerinde babasının yanında olamaması Yıldız Kenter'in hayatı boyunca duyduğu pişmanlığı oldu.

        Yıldız Kenter, ABD'deki eğitimi tamamlayıp Türkiye'ye döndüğünde Ankara Devlet Konservatuvarı'nda görevine başladı.

        Aynı zamanda Aydın Arakon'dan 'Vatan İçin' adlı filmde rol alması yönünde teklif aldı.

        Beyazperdeye düşman kuvvetlerinin emrinde çalışan bir nazırın kızıyla topçu binbaşısı 'Sami'nin vatanperverlik öyküsünü yansıtan film Yıldız Kenter'in ilk sinema filmi oldu.

        Yıldız Kenter, öğrenimini tamamlamış, kariyerine başlamıştı.

        Sıra evliliğe gelmişti.

        Nihat Akçan ile evlendi.

        29 Mart 1952'de anne oldu.

        Kızına 'Vatan İçin'de canlandırdığı karakterin adını verdi.

        Leyla...

        Ne var ki Yıldız Kenter'in evliliği uzun sürmedi.

        Nihat Akçan çapkındı.

        Hatta boşandıktan sonra Yıldız Kenter'in öğrencisiyle evlendi.

        Yıldız Kenter, yine de Nihat Akçan'ı hayatında hep ayrı bir yerde konumlandırdı;

        "Şimşek gibi çaktı, parladı, söndü. İkimiz de büyümemiştik daha çünkü. Değerdi be, değerdi her şeye. Değerdi. Çok iyi bir insandı, çok zarifti, çok yakışıklıydı, ama hep çocuk kaldı. Biraz da çapkındı. Her şeye rağmen kutsarım o evliliğimi, çünkü kızımız Leyla dünyaya geldi."

        Yıldız Kenter, Muhsin Ertuğrul tarafından Ankara Devlet Tiyatroları'na öğretmen olarak atandı.

        Muhsin Ertuğrul, daha sonra İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'na çeki düzen vermesi için aldığı teklifi değerlendirerek İstanbul'a taşındı. Ertuğrul, William Shakespeare'in doğumunun 400'üncü yılı nedeniyle o sezon Shakespeare oyunları sahnelemek istiyordu.

        Bu özel projeyle hem İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nı gündeme getirmek hem de William Shakespeare'e saygı duruşunda bulunmayı amaçladı.

        Muhsin Ertuğrul, özel projesi için 5 ayrı sahnede William Shakespeare oyunları sahnelenmesini tasarladı.

        O oyunlardan biri de 'Hamlet'...

        'Hamlet'te 'Kraliçe Gertrude' rolünü Yıldız Kenter'in canlandırmasını istedi.

        Hem özel projesinin en ünlü oyunu 'Hamlet'te en çok güvendiği bir oyuncu olacak hem de Yıldız Kenter'in yeteneklerinin daha geniş kitlelerce görülmesini sağlayacaktı.

        Yıldız Kenter'e 23 Temmuz 1959'da bir mektup yazarak 'Hamlet'de misafir oyuncu olarak rol almasını, kabul ettiği takdirde Ankara Devlet Konservatuvarı'ndan izin alınması için girişimde bulunacağını yazdı.

        Yıldız Kenter, Muhsin Ertuğrul'un teklifini kabul ederek 'Hamlet'de rol aldı.

        Muhsin Ertuğrul, amaçlarına ulaştı.

        Hem İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları'nı gündeme getirdi hem de Yıldız Kenter'in oyunculuğunun daha geniş kitlelerce görülmesini sağladı.

        Ne var ki başarısı kendisine pahalıya mâl oldu.

        İstanbul Belediyesi Meclisi, 5 ayrı sahnede William Shakespeare oyunu sahnelenmesine tepki göstererek Muhsin Ertuğrul'u 1959'da görevden aldı.

        Yıldız Kenter, 'Ankara'nın bu duruma sessiz kalmasına, Muhsin Ertuğrul'un yalnız bırakılmasına tepki göstererek 11 yıl boyunca görev yaptığı devlet konservatuvarındaki görevinden kardeşi Müşfik Kenter ile birlikte istifa etti.

        İstifalarından hemen sonra İstanbul'a gelerek Muhsin Ertuğrul'a 'Hocam, yalnız değilsiniz' dedi.

        Yıldız Kenter ile Müşfik Kenter, İstanbul'a geldiklerinde annesiyle babası tatile giden Metin And'ın evinde kaldı.

        "Müşfik'le İstanbul'a geldik; evimiz de yoktu, paramız da. Metin And'ın annesiyle babası tatile gitmişlerdi. Bize o evini açtı. Tek kişilik yatakta ben yatıyordum. Müşfik ise yerde yatıyordu. İlk oyunumuz 'Salıncakta İki Kişi'yi orada çıkardık."

        Yıldız Kenter ile Metin And arasında başlayan platonik aşk, evlenmeyi düşünecek kıvama geldi.

        Ne var ki her ikisi de evlenmelerinin derin dostluklarına zarar verebileceği endişesiyle 'Dost kalalım' diyerek evlenmekten vazgeçti.

        Metin And

        Türk bilim insanı, yazar, performans, tiyatro, illüzyon sanatı ve sanat tarihi araştırmacısı ve hukukçu.

        Galatasaray Lisesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra yüksek lisans yapmak için önce Londra'ya, daha sonra bale, opera ve tiyatro eğitimi için Rockefeller Vakfı bursuyla New York'a gitti.

        Kuruluşundan itibaren Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü'nde 30 yılı aşkın süreyle öğretim üyeliği yaptıktan sonra 1994'te emekli oldu. Sonrasında Boğaziçi Üniversitesi ve Bilkent Üniversitesi'nde 'Kültür Tarihi' dersleri verdi.

        Bazıları yabancı dillerde olmak üzere 50 kitap, 1500 bilimsel inceleme, tanıtma - eleştiri yazısı ve ansiklopedi maddesi yazdı.

        Artık resmi kurumlarda görevi olmayan Muhsin Ertuğrul ile Yıldız Kenter, Karaca Tiyatrosu ile anlaştı.

        1959 -1960 sezonunda Muhsin Ertuğrul yönetiminde oyunlar sahnelenmeye başlandı.

        Kendilerine 'Birleşik Sanatçılar' diyen Yıldız Kenter, Müşfik Kenter, Şükran Güngör, Nevin Akkaya, Lale Oraloğlu, Sadri Alışık, Kamran Yüce ve Zihni Bora Muhsin Ertuğrul yönetiminde sahneledikleri oyunlarla İstanbul'da kısa sürede tanındı.

        Yıldız Kenter, 1961'de 'Birleşik Sanatçılar'dan oluşan arkadaşlarıyla Kent Oyuncuları Topluluğu'nu kurdu.

        Kent Oyuncuları Topluluğu, daha sonraki yıllarda Site Karaca Tiyatrosu ve Dormen Tiyatrosu'nda çalıştı.

        Çalıştıkları tiyatrolar için tek şartları vardı; 'Ya hepimiz ya hiç birimiz'...

        Yıldız Kenter'in yetenekleri sinemacıların dikkatini çekti.

        1964'te Memdun Ün yönetmenliğinde 'Ağaçlar Ayakta Ölür', 1965'te ise Abdurrahman Palay'ın yönettiği 'İsyancılar'da rol aldı.

        Her ikisiyle de Altın portakal kazandı.

        Yıldız Kenter, 1965'te 'Pembe Kadın' adlı oyunda canlandırdığı 'Pembe' karakteriyle seyircilerde derin iz bıraktı.

        Derin iz bıraktığı kişiler arasında Atıf Yılmaz ile Sefa Önal da vardı.

        Oyununun sonunda kulise girerek 'Pembe Kadın'ı film haline getirmek istiyoruz. Bizimle olur musunuz?' dediler.

        1966'da 'Pembe Kadın', Sefa Önal'ın senaryosu, Atıf Yılmaz'ın yönetmenliğiyle sinemaya uyarlandı.

        'Pembe Kadın' oyunu, Yıldız Kenter'in kariyerinde önemli bir sıçrama tahtası olur olmasına ama az kalsın katil oluyordu.

        Bir gün oyunun sonunda Yıldız Kenter, Sema Özcan'a tüfeği doğrultup ateş etti.

        Bu sahne daha önce defalarca tekrarlanmasına rağmen o gün farklı bir durum söz konusuydu.

        Sema Özcan'ın göğsünden kan akıyordu.

        Ve Yıldız Kenter'in iki eli yanmıştı.

        Yıldız Kenter, tüfeği ateşlediğinde sahne arkasındaki teknik görevlinin aynı anda ateşlediği dolu tüfeğin sesinin sahneye gelmesi sağlanıyordu.

        O gün teknik görevli Yıldız Kenter'e yanlışlıkla dolu tüfeği verdi.

        Sema Özcan, saçmaların kalbinin birkaç santimetre yanına gelmesiyle mutlak ölümden yaralı olarak kurtuldu.

        Sonrasında emniyette verilen ifadelerde teknik görevli olayın kendi hatasından kaynaklandığını söyleyip olayın sorumluluğunu üstlenince Yıldız Kenter hakkında cezai işlem yapılmadı.

        Muhsin Ertuğrul, Yıldız Kenter'in kariyerindeki mihenk taşlarından biri olmasının yanı sıra hayatının aşkını bulmasına da vesile oldu.

        Şükran Göngör...

        İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan Şükran Güngör, Muhsin Ertuğrul'un öğretilerinden faydalanmak için oyuncu olmaya karar vererek Muhsin Ertuğrul'un kurduğu 'Küçük Sahne' için başvuruda bulundu.

        Muhsin Ertuğrul, hukuk fakültesini bitiren birinin kendisiyle çalışma adına oyuncu olmak isteyen Şükran Güngör'ün tavrından etkilenerek kadroya aldı.

        'Küçük Sahne'...

        Beyoğlu Atlas Pasajı'nın asma katında 1951'de kurulan 'Küçük Sahne' adını 295 koltuk kapasitesi olmasından aldı.

        Türk Tiyatro Tarihi'nde önemli bir yeri olan 'Küçük Sahne', perdesini John Steinbeck'in 'Fareler ve İnsanlar'ı ile açtı. 1957'den sonra Dormen Tiyatrosu, Gülriz Sururi ve Engin Cezzar Tiyatrosu, Ulvi Uraz Tiyatrosu, Dostlar Tiyatrosu ve Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu olarak faaliyet gösterdi.

        Yıldız Kenter, 1956'da Şükran Güngör'ün rol aldığı, Küçük Sahne'nin 'Dünkü Çocuk' oyununu izledi.

        Şükran Güngör'den oldukça etkilendi.

        Sonraki yaşamında hayatının aşkı olacak olan adamdı o...

        Aslında;

        Arkadaşlıkları pek de iyi anlaşarak başlamadı.

        Büyük aşklar büyük kavgalarla başladı.

        Zamanla birbirlerini tanıdıkça önce dost, sonra sevgili sonra da hayat arkadaşı oldular.

        8 yıllık beraberliklerini resmileştirmek istediklerinde karşılarına kayınvalide sorunu baş gösterdi.

        Yıldız Kenter'in annesi kızına dedi ki; 'Bu adam hem köylü hem de çulsuz. Evlenemezsiniz.'

        Şükran Güngör'ün annesi dedi ki; 'Bu kadın hem dul, hem de çocuklu. Evlenemezsiniz.'

        Bir gün, 'Pembe Kadın'ın bitiminden sonra iki şahitle herkesten gizli bir şekilde nikah masasına oturdular.

        Nikahtan sonra Şükran Güngör, Yıldız Kenter'i evine bıraktıktan sonra kendi evine gitti.

        Her kisi de aileleriyle yaşıyordu.

        Ev tutacak paraları yoktu.

        Her ikisi de ailelerine evlendiklerini söylemedi.

        Evliliklerine bir süre ayrı evlerde yaşayarak devam eden Yıldız Kenter ile Şükran Güngör, evlendiklerini ailelerine çok zaman sonra söyleyip ayrı bir eve çıktı.

        Yıldız Kenter için tiyatro;

        "Tiyatro benden ne aldı? Yıllarımı... Helal olsun. Tiyatro bana ne verdi? İnsanlar, insanlar, insanlar... Sevinçler, acılar, umutlar, kavgalar, ama ille de barışlar, barışlar... Yaşam coşkusu verdi bana. Başka ne isteyebilirim? 'Alice Harikalar Diyarı'nda yaşıyorum ben. Her şeye hayretle bakıyorum, şaşkınlığım bir türlü geçmiyor. Her anı dolu dolu yaşıyorum, algılıyorum. Bir oyunda sahneye çıktığınızda, inanılmaz başka bir dünyaya gidiyorsunuz, onlar sayesinde yıldızlara yaklaştığınızı görüyorsunuz. Ben en çok doğaya ve sanata inanıyorum Roller arasında hiç ayrım yapmadım. Hepsi bir yerde artık benim aşkım, vazgeçemediğim sevgililerim... 'Daha daha' diye hep açgözlülük yaptım. O insanlar cümbüşü, arenası hep belleğimde, gözümün önünde, anılarımda, kafamda, yüreğimde... Yapamadıklarım, her zaman yaptıklarımdan ağır bastı. Hayatım boyunca her zaman ‘Daha mükemmel olabilirdim' huzursuzluğunu hissettim."

        Yıldız Kenter, 1962'de Kent Oyuncuları Topluluğu'nu kurdu.

        Kurucuları;

        * Yıldız Kenter

        * Şükran Güngör

        * Müşfik Kenter

        * Kâmran Yüce

        * Pekcan Koşar

        Kent Oyuncuları Topluluğunun kurulması Yıldız Kenter'e 'Yılın Kadını' payesinin verilmesine neden oldu.

        Yıldız Kenter, Türk Tiyatrosu'nun ne ölçüde evrensel olduğunu göstermek amacıyla yurt dışında turneler düzenledi.

        Kısıtlı teknik imkanlara, parasızlığa ve dönemin ulaşım sorunlarına rağmen Sovyetler Birliği, ABD, İngiltere, Almanya, Hollanda, Danimarka, Kanada ve Yugoslavya'da oyunlar sahneleyerek Türk tiyatrosunun vizyonunu, oyuncuların bilgi ve yeteneklerini yurt dışında gözler önüne serdi.

        Kent Oyuncuları Topluluğu oyunlarını Dormen Tiyatrosu başta olmak üzere çeşitli tiyatroların salonlarında sahneliyordu.

        Kurucuları göçebe tiyatrocu olmaktan bıkıp usanmış, yerleşik tiyatroya geçmek istiyordu.

        Ayrıca tiyatro oyunlarının büyük ilgi gördüğü bir dönemdi.

        Dormen Tiyatrosu'nun da diğer tiyatroların da kendi oyunları da vardı.

        Bir bina inşâ ettirmeye karar verdiler ama paraları yoktu.

        Akıllarına bir fikir geldi.

        Henüz binasının temeli bile atılmamış tiyatronun koltuklarını satacaklar, elde ettikleri gelirle inşaata başlayacaklardı.

        Koltukları alan kişiler ödedikleri ücret kadar istedikleri oyunu satın aldıkları koltuklarda ücretsiz olarak izleyebileceklerdi.

        İyi bir fikirdi.

        Koltuklar satılmaya başlanınca Harbiye'de tiyatro binasının inşaatına başlandı.

        1968'de Kenter Tiyatrosu 'Hamlet' ile açıldı.

        1970'lı yıllarda gerek televizyonun yaygınlaşması gerekse terör olayları toplumun tiyatro kültürüne derin darbe vurdu.

        O yıllarda Yıldız Kenter, ne olursa olsun Kenter Tiyatrosu'nu ayakta tutmaya ant içti.

        Ziynet eşyası almadı, kuaförlerde salınmadı, giysilerini üzerinde parçalanana kadar giydi, lüks lokantalarda yemedi, tatillere gitmedi.

        Eline geçebilen her kuruşu Kenter Tiyatrosu'nun oyuncularının ve çalışanlarının maaşlarına yatırdı.

        Yıldız Kenter, bu dönemde tiyatroya olan ilginin azalmasıyla sinemaya daha fazla zaman ayıracak fırsatı buldu.

        * Anneler ve Kızları (1971)

        * Elmacı Kadın (1971)

        * Fatma Bacı (1972)

        * Ablam (1973)

        * Bir Ana Bir Kız (1974)

        * Kartal Yuvası (1974)

        * Kızım Ayşe (1974) - 'Huriye Bacı' karakteriyle Altın Portakal kazandı.

        1980'li yıllar Yıldız Kenter'in vizyonunun, bilgisinin, yeteneklerinin ve öğretilerinin ne ölçüde kıymetli olduğunun altının çizildiği dönem oldu.

        1980'de İstanbul Belediye Konservatuvarı Tiyatro Bölümü'nde öğretim üyeliği görevi verildi.

        Yıldız Kenter, öğretim üyesi olarak görev yaparken öğrencilerine bildiklerini öğretmek kadar öğrencilerinin bildiklerini öğrenmeye önem gösterdi.

        Hatta öğrencileriyle bir sohbeti sırasında 'Kim kimden öğreniyor acaba? Siz mi benden yoksa ben mi sizden' demişti.

        1981'de 'Devlet Sanatçısı' payesine layık görüldü.

        Yıldız Kenter'in kariyerinin mihenk taşlarından biri de 1983 - 1984 sezonunda başlayan 'Ben Anadolu' oldu.

        Güngör Dilmen, Yıldız Kenter'in önerisiyle 'Ben Anadolu'yu yazdı.

        Yıldız Kenter, Anadolu'nun ana tanrıçası, Kibele'den Halide Adip Adıvar'a kadar 6 bin yıllık tarihinde Anadolu'nun tarihe mâl olmuş kadınlarını canlandırdı.

        'Ben Anadolu' öylesine ilgi gördü ki oyunun şöhreti sınırları açıp Avrupa ve ABD'ye kadar ulaştı.

        Yıldız Kenter, aldığı teklifler sonrası 'Ben Anadolu'yu Avrupa ve ABD'de İngilizce olarak sahneledi.

        Oyun, daha sonraki yıllarda yurt dışındaki tiyatro toplulukları tarafından İngilizce, Almanca, Fransızca ve İtalyanca olarak sahnelendi.

        Oyunun etkisi öylesine büyüktü ki İtalyan Kültür Birliği 'Adalaide Ristori Ödülü'nü verirken Finlandiya Dünya Kadın Kuruluşu Yıldız Kenter'i 100 yılın en başarılı 100 kadını arasında gösterdi.

        1980'li yıllar, Yıldız Kenter'in 9 yıl aradan sonra tekrar sinemaya döndüğü yıllar da oldu.

        * Zulüm (1983)

        * Hanım (1988)

        Yıldız Kenter, kariyerinin ilk TV çalışmasını 1988'de 'Uğurlugiller' adlı diziyle yaptı. Kenter, bu dizide 'Nebahat Uğurlugil'i canlandırdı.

        Yıldız Kenter, 'Hanım' ile Korsika – Bastia Film Festivali'nde 'En İyi Kadın Oyuncu' ödülünü kazandı.
        Yıldız Kenter, 'Hanım' ile Korsika – Bastia Film Festivali'nde 'En İyi Kadın Oyuncu' ödülünü kazandı.

        1990'lı yıllar tiyatroya ilginin azaldığı yıllar.

        Türk tiyatrosunun köklü topluluklarının bile ekonomik olarak ayakta durmakta zorluk çektiği yıllar.

        'Devlet, özel tiyatrolara neden yardım etmiyor?' nidalarının bolca atıldığı yıllar...

        Ekonomik sıkıntı yaşayan tiyatrolardan biri de Kenter Tiyatrosu'ydu.

        Kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

        Bir sigorta pirimi nedeniyle tiyatro icradan satılacaktı.

        Yıldız Kenter, dönemin başbakanı Süleyman Demirel'e giderek durumu anlattı.

        Sigorta şirketi icrayı kaldırarak borcu taksitlendirdi.

        Ekonomik nedenlerden dolayı tiyatrosu kapanma noktasına gelen Yıldız Kenter, aynı yıllar içinde çeşitli kurum ve kuruluşların verdiği ödüllerin yanı sıra; Mevlana Kardeşlik ve Barış Ödülü, Muhsin Ertuğrul Yaşam Boyu Başarı Ödülü, Cumhurbaşkanlığı Büyük Kültür ve Sanat Ödülü, Afife Tiyatro Ödülü aldı.

        Bu yıllarda Yıldız Kenter sadece bir sinema filminde rol aldı.

        Benim de setinde bulunma şansı elde ettiğim, az da olsa kendisiyle sohbet edebildiğim ve hâlâ aklımın almadığı bir şaşkınlıkla birlikte fotoğraf çektirmediğim 'Güle Güle'...

        Zeki Ökten'in yönettiği, Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Zeki Alasya ve Metin Akpınar'ın başrolleri paylaştığı film, çocuklukları aynı adada geçen dört erkek ve bir kadından oluşan sıkı dostların aynı adada tekrar bir araya gelerek hayatın anlamını masaya yatırdıkları film, gösterime girdiği 2000'de 1.275.967 izleyiciyi göz yaşına boğmuştu.

        2000'li yılların da 1990'lardan farkı yoktu.

        Özel tiyatrolar yine ekonomik sorunlarla uğraşıyordu

        'Devlet, özel tiyatrolara neden yardım etmiyor?' nidaları atılıyordu.

        Maddi olarak sorun yaşayan Yıldız Kenter, yine birçok ödül kazanıyordu.

        Bu dönemde rol aldığı filmler;

        * Büyük Adam küçük Aşk (2001) - Türkiye'nin Oscar adayı.

        * Sen Ne Dilersen (2005)

        * Beyaz Melek (2007)

        Ve 4 TV dizisi...

        Aynı dönemde Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNICEF'in iyi niyet elçisi seçilen Yıldız Kenter, en son 2009'da Eugene Stickland'ın yazdığı 'Kraliçe Lear' ile sahneye çıktı.

        Sahneye çıktığında 81 yaşındaydı.

        Yıldız Kenter'i yaşama bağlayan, ayakta tutan unsurların başında öğretme şevki, öğrenme açlığı ve çalışkanlığı geliyordu.

        17 Kasım'da akciğerleri 'Yeter artık Yıldız. 91 yıldır birlikteyiz. Çok öğrettin, çok öğrenci yetiştirdin, çok öğrendin, çok çalıştın. Aldığın her nefeste kültürü, sanatı, çağdaşlığı yayma azmi, insanların hayatlarına dokunma arzusu vardı. En iyi ben bilirim. Artık dinlenme zamanıdır' dedi.

        Yüksel Aksu'nun filmi 'Dondurmam Gaymak'taki bir replikte olduğu gibi;

        'Dünya, bir penceredir. Sırası gelen bakıp geçer'...

        Yıldız Kenter de pencereye bakıp geçti.

        Arkasında kültüre sanata, çağdaşlığa dair ne varsa ve penceresinden bakıp geçtiği dünyada nasıl güzel yaşanabileceğine dair öğretilerini bırakarak...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ