Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Aşk bunun neresinde?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sözünü edeceğim sahne, “Tam Bana Göre” (Materialists) filminin fragmanında da var: Kadın sokakta yanından geçerken kendine dikkatle bakan erkeğin arkasından seslenip “Bekar mısın?” diye soruyor ve çöpçatan olduğunu söyleyerek ona kartını veriyor. Her tür yoruma ve tepkiye açık bir hareket bu… Kimisi alınabilir kimisi gülüp geçebilir. Flört çağrısı olarak bakan da çıkabilir. Kesin olan, kadının özgüveni ve “İhtiyacın varsa, doğru kişiyi bulabilirim” gibi bir vaatte bulunması…

        New York’ta bir çöpçatanlık ajansında çalışan Lucy (Dakota Johnson) ve ekip arkadaşlarının iddiası, başvuranlar için “en iyi eşleşme”yi bulmak… Lucy, evliliğe kadar giden eşleşmeler konusunda ajansın yükselen yıldızı… Ama filmin ilk bölümünde tanık olduğumuz gibi başarısız olduğu eşleşmeler de var. Erkeğin olumsuz, kadının (Zoe Winters) ise tam aksine, ilişki beklentisine girdiği bir ilk buluşmanın tatsız sonuçlarıyla yüzleşiyor mesela. Beğenilmeyen tarafın yaşadığı gönül kırıklığının azımsanamayacak kadar etkili olabileceği gerçeği, tepesinde kılıç gibi sallanıyor belli ki. Buna karşılık, yürüyen ilişkiler tam bir motivasyon kaynağı. Bir araya getirdiği çiftin düğünü ise hem kendisi hem ajansı için tam bir prestij göstergesi…

        “Tam Bana Göre”yi (Materialists) seyrederken, bir çöpçatanlık ajansının ne kadar işlevsel veya faydalı olabileceğini sorguluyorsunuz hiç kuşkusuz. Ama filmi yazan ve yöneten Celine Song’un asıl amacı, böyle bir ajansın ne kadar işe yarayıp yaramayacağını sorgulamak değil. Lucy’nin düğünden hemen önce kafası karışan gelinle yaptığı konuşma, filmin asıl uğraştığı soruları en baştan önümüze sürüyor: Evlilik, tam olarak nedir? Neden evleniriz? Evleneceğimiz veya birlikte yaşayacağımız insanı seçerken kriterlerimiz nedir?

        Song, tüm bu soruların yanıtını sadece Lucy’nin ajansta karşılaştığı olaylar üzerinden değil, bizzat özel hayatında yaşadığı deneyimler üzerinden arıyor. Film başladığında yalnız bir kadın olan Lucy, düğünde karşılaştığı zengin bekar Harry Castillo’nun (Pedro Pascal) ilgisine kayıtsız kalamıyor. Castillo, ajansa başvuran tüm yalnız kadınların aradığı türden bir erkek… Aynı düğünde, maddi sorunların tetiklediği gerilimler nedeniyle ayrıldığı eski sevgilisi John (Chris Evans) da çıkıyor karşısına. Aralarında hâlâ bir şeyler olduğu öylesine belli ki… Öte yandan, kibar, elit ve çok klas biri olan Castillo da her şeyi değiştirebilecek bir sevgili adayı. Evet, iki erkek arasında karar vermeye çalışan bir kadının hikâyesi bekliyor bizi. Farklı yanı, New Yorklu elitlere hizmet veren, “mükemmel eşleşme”yi bildiği iddiasıyla işini sürdüren bir çöpçatanın gözünden seyretmemiz her şeyi…

        Filmin başındaki düğün sahnesinde Lucy, ajansın mükemmel eşleşme kriterlerini kullanarak ikna ediyor kafası karışık gelini. Aynı “kendine değer biçme” yaklaşımı üzerinden gittiğimizde iki erkek arasında kimi tercih edeceği ortada aslında… Ama belirli bir süre sonra, kafası karışık gelin gibi Lucy’nin de doğru kabul ettiklerini sorgulamaya başladığını hissediyoruz.

        “Tam Bana Göre” başta Hollywood ve Yeşilçam olmak üzere sinemacıların yıllar boyunca vazgeçmediği, “zengin ve yoksul erkeğin arasında kalan esas kız” diye özetleyebileceğimiz aşk üçgeni üzerinden şekillenen bir film. Dolaylı bir aşk üçgenini ve adı konulamayan duyguları ele alan “Başka Bir Hayatta” (Past Lives) ile Oscar adayları arasına girme başarısı gösteren Celine Song için iddiasız bir hikâye aslında… Daha önemlisi, yeni bir şey söylemenin nerdeyse imkânsız olduğu bir konu var elinde. Hikâyenin nereye doğru gideceğini, hatta finalde neler olacağını tahmin etmek pek zor değil.

        Aslına bakarsanız, “Başka Bir Hayatta” da karakterlerin nasıl seçimler yapacağını, olayların nereye gideceğini merak ettiğimiz filmlerden değildi. Her şey detaylar ve duygular üzerine kuruluydu. Song burada da aynı yaklaşımı benimsiyor ama yeni bakış açısı getirme konusunda bence biraz geride kalıyor. Çünkü “John – Lucy – Harry” arasındaki aşk üçgeni üzerinden yeni bir bakış açısı yakaladığını söylemek ne yazık ki imkânsız.

        Filmin asıl ilgi çekici damarı, çöpçatanlık ajansına başvuranların gönüllerinden geçen sevgililer için peş peşe sıraladıkları özelliklerde yatıyor galiba. Kadınların maddi gelire, erkeklerin yaşa odaklanması gibi malum ve meşhur kriterler bir yana, herkesin idealindeki eşi daha görmeden kafasında ölçüp biçtiği, kendine uydurmaya çalıştığı bir yaşam kültürünü eleştiriyor Song. Mükemmel eşini önceden tanımlayabileceğine inanan bu zihniyetle kimsenin bir yere varamayacağını düşündüğü belli. Haksız değil. Sözgelimi, Lucy – Harry ilişkisi, ajans kriterlerine göre aslında mükemmel eşleşme. Peki, aşk bunun tam olarak neresinde?

        Song’un meseleyi doğru yerden yakaladığı, doğru sorular üzerinden ilerlediği inkâr edilemez. Günümüzde evliliğe artık nerdeyse bir anlaşma veya şirket gibi bakıldığı ve toplumun bunu artık içselleştirdiği konusunda haklı. Filmin orijinal adının işaret ettiği gibi materyalist olmanın çok normal kabul edildiği bir yaklaşımın beraberinde mutluluğu getirip getirmeyeceğini sorgulaması da anlamlı. Karakterleri ve aralarında geçen diyaloglar konusunda sahici bir dünya kurduğunu da yadsıyamam. Özellikle, Lucy – John ilişkisi inandırıcı detaylara sahip. Oyunculuklara da itirazım yok.

        Ama genel olarak filmi çok sevdiğimi söylemem zor. Tek sorun, öngörülebilirlik değil. Tahmin ettiğimiz noktaya doğru gelirken filmin bizim düşüncelerimize oranla daha yavaş kalması ve ciddiyeti tercih etmesi… Mesela, Woody Allen’ın nerdeyse kariyerin başından beri ele aldığı bir konudur bu. Belki filminin ana teması bile değildir ama her seferinde hikâye örgüsü, karakterleri, diyalogları ve akıp giden montajıyla eğlenceli filmler koyar ortaya.

        “Tam Bana Göre”, bir romantik komedi olsaydı, öne sürdüğü tezi diyaloglar üzerinden değil hikâye örgüsünün içinden verebilseydi belki daha çok sevebilirdim. Aşka, evliliğe materyalist bir yerden bakan insanların eleştirisi, kuşkusuz yeni bir konu değil. Önemli olan, bunu yaşadığımız çağın ruhunu yakalayarak yapmak… “Tam Bana Göre” çağımızın ruhunu yakalama konusunda biraz eksik gibi geliyor bana. Açılışın şaşırtıcı etkisinin tadını kaçırmamak için prolog ve epilog sahnelerinin detayına girmek istemiyorum. Kesin olan, Celine Song’un ilişkilere ve evliliğe, çağımıza uzak romantik bir yerden bakmak istemesi…. Ama evliliğin tarihine fazlasıyla duygusal ve naif bir yerden baktığını düşünüyorum.

        6/10