Bir ülkede şiddet artık sadece sokakta değil, yatakhanede ve salonda da konuşuluyorsa, “gençler bozuldu, X kuşağı berbat, alfa ondan da beter” demek yetmiyor.
Yakın zamanda eğitimin vitrini sayılan bir okulda, İstanbul Erkek Lisesi’nde mahremiyet “liste”ye ve baskına dönüştü; daha yakın bir zaman diliminde ise şarkıcı Güllü’nün, yani 52 yaşındaki bir annenin ölümüyle ilgili dosyada, 20’lerinin sonundaki kız ‘evladı’ annesini öldürme atılı suçuyla tutuklandı.
OTORİTE YOKSA DİREKSYONA TAŞKINLIK GEÇER
İddiaya göre İstanbul Erkek Lisesi’nde 9. sınıftan bir grup erkek öğrenci, kız öğrencilere dair cinsel saldırı ve taciz ifadeleri içeren 507 maddelik bir “liste” hazırlıyor; liste ortaya saçılınca bu kez 24 Kasım gecesi 11. sınıftan yaklaşık 10 kişilik bir grup yatakhaneye giriyor, 7 öğrenciyi zorla “sinema odası”na götürüp darp ediyor. İl Millî Eğitim’in soruşturma başlattığı da aktarılıyor. Bunu “ergenlik taşkınlığı” diye yumuşatmak, yangına kolonya dökmekten farksız. Dahası asıl soru: 9. sınıflar kız öğrenciler üzerinden kendi kirli ağlarını örgütlemesi ve işin şiddetle sonuçlanması, aile ve okul anlamındaki kurumsal iflasın belgesidir.
YUVA MI, SAVAŞ ARENASI MI?
Bir de evin içinden taşan, kalbi sıkıştıran bir felaket var: Şarkıcı Güllü’nün ölümüyle ilgili soruşturmada, kızı “kasten yakınını öldürme” suçlamasıyla tutuklandı. Olay gecesi evde bulunan arkadaşın “etkin pişmanlık” kapsamında verdiği ifadede “kızı itti” iddiası yer aldı. Aklımda kalan ise Güllü’nün kızı Tuğyan’ın başından beri bu şüpheyi kendisinden uzaklaştırmak için takındığı pozlar. Yalanlar. Burada anne için “ne yaptı da…” diye başlayacak bir cümleye tek santim yer yok. Evet soruşturma sürüyor, evet lekelenmeme hakkı bu yüzden mühim. Ancak en azından şu kesin: Ebeveyn-evlat ilişkisinin ‘dokunulmaz’ kabul edildiği bir zamandan, bu ilişkinin ‘hesapsız güç mücadelesi’ne kaydığı bir döneme giriyoruz. Evlat-ebeveyn ilişkisinde otoritenin, sınırın ve merhametin çöktüğü bir döneme.
Geçtiğimiz yıl da böyle şoklardan şok beğendiğimiz olaylara rast geldik.
Discord ve Telegram gibi mecralarda kurulan şantaj ağlarına… Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın bir dosyasında, E.N.B. adlı bir kız çocuğu “görüntülerini yaymak” tehdidiyle şantaja maruz kalmıştı mesela.Çocuk kullanıcılara şantaj, istismar görüntülerinin dolaşıma sokulduğu iddiaları, yöneticilerin yakalandığı açıklamaları… Bazı haberlerde şantajın çocukları kendine zarar vermeye zorlama noktasına dayandığına dair anlatımlar da vardı.
ÖLÜMÜNE ERİŞİM
Yine 2024’ün en soğuk olaylarından biri 4 Ekim 2024’te İstanbul’da iki genç kızın Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner (ikisi de 19 yaşındaydı), yine aynı yaşlardaki Semih Çelik tarafından öldürülmesiydi.Soruşturma, şüphelinin ölümü nedeniyle takipsizlikle kapandı. Dosyadan bize kalan şey “canavar nereden çıktı?” sorusu değil; “canavarı büyüten ortam neydi?” sorusu oldu. Semih Çelik uyuşturucu kullanıyordu. Ama asıl sorun Semih Çelik kadar sosyopat bir gencin hastalıklı ruhunun aradığı her şeye ulaşmasını sağlayan erişim imkanıydı belki. Dijital devrimin her gencin çalışma odasına soktuğu, sınırsız erotizm, ezoterizm, satanizm, okültizm başlıkları altında aradığı teşviki bulmasına yol açacak her kolaylaştırıcıya erişim imkanıydı belki. Sınırı kim koyacaktı?
Peki bu türden olaylarda hemen gözlerin dönüverdiği ebeveynlerin, onları yeterince denetlemediği, eğitemediği düşünülen yetişkinlerin ekosisteminde asayiş berkemal miydi?
Ergenlerin ve gençlerin uyum sağlamaya çalıştığı ekosistem bugün şunu ödüllendiriyor:
Haklılık değil, güç.
Değerler değil görünürlük.
Mahremiyet değil, gösteri.
Sorumluluk değil, yakalanmamak.
Yetişkin dünyası bu mesajı iki kanaldan veriyor: gündelik hayatta “ağlama, sert ol, kaybetme, ezilme” diyerek; kendi pratiğinde de torpili, kayırmayı, bağırarak haklı çıkmayı ve denk geldiği sürece hukuku çalıştırmayı normalleştirerek.
UTANMAK YAVAŞLATIR, OYSA HIZ ÇOK ÖNEMLİ
Sonra bir gün çocuk hem yetişkinlerden, hem de en başta yetişkinlerin kurguladığı internetten öğrene öğrene çok yalın bir ders çıkarıyor: “Doğru olmak önemli değil; güçlü olmak, hiç değilse öyle görünebilmek önemli. Böylece istediğin her şeyi yapabilirsin”. Algoritma da bu dersi turbo şarjla öğretiyor. Çünkü utanç yavaşlatır; hız önemli.
Taklit var, evet. Ama aynı zamanda bir yabanlaşma ve bir norm kayması var.
Hansel ve Gretel’i hatırla: Ormanda yetişkinler tarafından ihmal edilmişliğin son kertesinde, evlerinin yolunu bulacak ekmek kırıntıları bittiğinde, cadının çikolatadan yapılma evi tarafından cezbedilmişlerdi.
“Ekmek kırıntısı” dediğim şey değerler seti: sınır, muhakeme, vicdan, sorumluluk, incelik.
Bugün ebeveyn deneyimsizliği ve kurumların denetimsizliği, ergeni ormanda bırakmak gibi.
Sonra bir de ışıkları pırıl pırıl yanan bir ev var: “sınırsız haz, sınırsız teşhir, sıfır bedel” vaadi.
İnternet kötü değil; ama internetin paketlediği dünyanın büyük kısmı, ahlakı “saflık” diye aşağılayan bir dil üretiyor. Teşhir artık norm, mahremiyet editlenebilir bir dekor. Bunlarla "tıklanacak ve like’lanacak tek bir görüntün kalmayana kadar ifşa et, kaybedecek hiçbir şeyin kalmayana dek alçal” arasında bir bağ olduğu ne zaman fark edilecek?
Ve işin en rahatsız edici kısmı şu: Bu pasta evi sadece ergenler keşfetmedi. Yetişkinler de gücü ve prestiji kalkan gibi kullanarak hedonizmi bir “hak” gibi yaşayıp, sonra her şeyi itibarla ve poker suratla paketleyebileceklerini sanıyorlar.
HANSEL VE GRETEL’DEN BERİ AYNI: ÇOCUK KAYBOLMUŞSA SORUN EBEVEYNDİR
Sonuçta biz ergenlerden, gençlerden belirli ahlaki değer yargılarına sahip olmalarını, empati yapabilmelerini, kendilerini dünyaya getirenlere merhametli olmalarını, insan varlığına saygı duymalarını bekliyoruz ama bütün bunlar için gerekli olan kırıntıları; tutarlılık, sınır, hesap verebilirlik, merhamet parçalarını bırakmıyoruz. Yetecek dozda olmuyor.
Şefkat, bitimsiz uzun sarılmalardan, sıcak bir kucaktan ibaret sanılıyor, oysa şefkat düzenleyici bir kuvvettir. Bunu unutuyoruz.
Çocuğu sevdiğini söyleyip sınır koyamıyorsan, onu ormana bırakmış oluyorsun.
Ve şimdi sormamız gereken soru şu: Biz gerçekten “kötü çocuklar” çağında mıyız, yoksa yetişkinlerin “yakalanmama ahlakı”nı normalleştirdiği bir çağda mı? Çünkü ikincisiyse, çözüm için yapılacak şey daha çok vaaz değil, yetişkinlerin hayatını yeniden ciddiye almasıdır. Yoksa orman büyür, eve dönüş yolu uzar, ergenler insan öğüten acımasız canavarların lezzetli pasta evlerinde kapana kısılır ve herkes birbirine “bu nasıl oldu?” diye sorar.