Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Oray Eğin Türklerin, Arapların, Rusların, sanat ve moda dünyasının seçimi
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Ramazan’da işler çok azaldı: Bu cümleyi Nevizade’deki bir meyhanede değil, Londra’nın en pahalı semtlerinden Knightsbridge’de duydum. Bir Cumartesi gecesi yemeğe gittiğimizde sadece altı masa doluydu ve çoğu kalkmaya hazırlanıyordu. Kısa süre sonra ön salonda bir biz kaldık, bir de arkamızdaki üç kişilik genç kadın grubu. Ramazan hakikaten Knightsbridge’de işleri durma noktasına getirmişti. Burası Mr. Chow. Dünyanın belki de en bilinen, en eski Çin lokantalarından biri. Londra’da 1968’te başlayan bu macera New York’a, Beverly Hills’e, Miami’ye ve, şaşırmayın, Riyad’daki şubelerine uzandı yıllar içinde. Evet, prens ülkesini Las Vegas yapmaya kararlı. Knightsbridge’i apartman apartman satın alan Arap müşteri uçağa binemediğinde de eksik kalmasın diye Mr. Chow’u da Riyad’a getirmiş.

        Mr. Chow o gece sakindi çünkü Ramazan dolayısıyla Araplar ya ülkelerine dönmüştü ya da Knightsbridge’deki evlerinden çıkmıyordu. Rusların ayağını ise Batı’nın ambargosu vurdu. Bir tek Türk müşteriyle dönmüyor tabii.

        NE KADAR KÖTÜ OLABİLİR

        Türkler burayı çok seviyor. Buraya gelerek dünya sosyetesine ait olduğunu, paralarıyla o dünyaya giriş yapabileceklerini düşünen müteahhit sınıfı özellikle. Aralarında yıllar içinde burada yedikleri yemeği anlata anlata bitiremeyenler gördüm. Yeni paranın pek anladığını zannetmiyorum, daha çok başkalarından duydukları ve buranın adı çıktığı için gidiyorlar.

        Hele hele yemeği övmek… Dünyada daha henüz Mr. Chow’un yemeğini öven tek bir eleştirmene rastlamadım. Google’daki yorumlar da farklı değil. En son baktığımda beş üzerinden 2.9 yıldız vermişti sıradan insanlar. Bir ara 2.2 görmüş olabilirim. Bugüne kadar bu kadar kötü Google eleştirisi olan bir başka yere adımımı atmadım. Dahası, herkes yemeklerin vasatlığından, servisin kötülüğünden ve astronomik fiyatlardan şikayetçiydi.

        İyi de ne kadar kötü olabilir? İşte ben de bu sorunun peşine düştüm.

        Ama durup dururken değil. Mr. Chow bugünlerde gündemde. Geçtiğimiz aylarda HBO’da “aka Mr. Chow” adlı bir belgesel gösterildi. Hem lokanta, hem de lokantanın yaratıcısı Michael Chow hakkında. Bir sene Vogue’un eski moda editörü ve eski manken Grace Coddington’la evli olduğunu bilmiyordum mesela. Duvarlarına sanatçıların hesap yerine bıraktıkları orijinal eserleri asan Chow’un kendisinin de artık bir sanatçı olduğunu bu belgeselden öğrendim. Bütün filmlerin açılış sahnesini ezberden anlatabilen Chow bir dönem oyunculuğu da denemiş.

        ÜNLÜLERDEN ÜNLÜ BEĞEN

        Yıllar içinde farklı şubelerinde Jane Fonda, Jack Nicholson, Andy Warhol, Calvin Klein, Jean-Michel Basquiat, Mick Jagger gibi isimlerin müdavimi olduğu bir yer Mr. Chow. New York’ta açıldığında LL Cool J ve Jay-Z gibi rap’çileri ağırladı, şarkılarına konu oldu. Irk, kılık kıyafet, sınıf ayrımı yapmamasıyla her kesimden insanı çekti. Mariah Carey de bir video’sunda Mr. Chow’dan bahsediyor.

        Bugünlerde asıl müşteriler Araplar, Ruslar ve Türkler olmasına rağmen ünlüler de hala gelmeye devam ediyor, daha birkaç hafta önce Kate Moss ve Mert Alaş oradaydı.

        Biraz daha isim sayacağım. Çünkü Mr. Chow’un önemi bu isimlerde gizli.

        Ayağı alışan ve sanat eseriyle hesap ödeyen sanatçılar arasında Ed Ruscha, Robert Rauschenberg, Cy Twombly, Keith Haring, Julian Schnabel gibi devler var. Galerici Jeffrey Deitch’a göre bu isimlerden topladık eserlerle Mr. Chow müzesi açılabilir. Ama lokanta da müze gibi zaten. Masamızın tepesinde Peter Blake’in orijinal tabloları ve kromdan yaptığı ördek heykelleri asılıydı mesela.

        Lokantaya moda dünyanın ayağının alışmasıysa Chow’un bir diğer eşi Tina sayesinde. Bir dönem 70’ler ve 80’ler New York’unun stil ikonlarından, manken Tina Chow bütün çevresini buraya taşımış. Tina’nın hayatı başlı başına bir belgeseli hak ediyor, çünkü hikayesi 80’lerin ortasında AIDS’le bitiyor. O günlerden kalma Mr. Chow müdavimlerini hala şoke eden bir ölüm bu.

        Bütün bu tarihi bilmenin, isimleri tanımanın bir önemi var: Bastığın yeri lokanta deyip geçme, tanı.

        Michael Chow yemeğiyle ilgili yıllar içinde yapılan eleştirileri Batılı insanların Çin mutfağını bilmemesine bağlıyor. 50 sene önce bu eleştiri gerçek olabilirdi belki, ama dünya Asya mutfağıyla fazlasıyla aşina. Bugün Batı şehirlerinde bazı mahalle aralarında bile iyi Çin yemeği bulmak mümkün değil, gerçi sanıldığından çok daha nadir.

        Mr. Chow’un 1968’den beri sunduğu şaşa, estetik, hava, ortam ise başka yerde yok. Ne Hakkasan ne bir başka yer bu havaya ulaşabildi.

        YEMEĞİN HİÇBİR ÖNEMİ YOK

        Sonra yemekler geliyor. Mr. Chow’un meşhur ettiği tavuk satay, el yapımı makarna, Çin mantıları. Hepsi son derece ortalama aslında. Lokantanın klasiklerinden cevizli kızarmış karidesler harikaydı; ördek olması gerektiği gibiydi. En şaşırtıcı başlangıçlardan biri hemen her Çin lokantasında olan taze soğanlı “pancake”ti, ama Mr. Chow bunu bir puf böreği gibi sunuyor.

        Ancak kısa süre sonra Mr. Chow’un olayının yemek olmadığını hemen anlıyoruz. Yemek burada tamamen bahane. İyi ya da kötü olmasının hiçbir önemi yok.

        Müdürler ve diğer çalışanlarla kısa süre içinde lokantanın ortasında birlikte dans edeceğimizi ise içeri girdiğimde kestiremezdim. Her şey, arkamızdaki üçlü kadın masasının şarkı istemesiyle başladı. Yavaş yavaş kadehler kalktı, müziğin sesi biraz daha yükseldi, masalar arası laf atmalar başladı. Müşterilerden biri müdüre “honeybun” diye lakap taktı hatta: “ballı çöreğim” ya da “tatlım” diye çevirebilirsiniz.

        Bir istek şarkının ardından ikincisi, sonra üçüncüsü, sonra dördüncüsü geldiğinde hepimiz ayaktaydık. Kadınların bazıları sandalyenin üzerine çıkmış dans ediyordu. Sonradan bir arkadaşları daha geldi, o da katıldı. Bir süre sonra bütün personel de dansa eşlik etti. İşler kesattı ama kendi partimizi kendimiz yaratmıştık o akşam. Biraz daha kalabalık olsa perdeler çekilip sabaha kadar sürerdi. Belli ki Mr. Chow bu.

        Mr. Chow’un sihrini çözdüğümü düşünüyorum. Ödediğimiz yemek parası değil, ayrıcalıklı bir kulübe ayak basma ücretiydi. Akılda kalıcı olan da yemek değil, ortamdı. Doğum günü, bir kutlama, bir bayram vesilesiyle, en fazla altı ama ideali dört kişilik yakın arkadaş grubuyla gidilecek ve tamamen dağıtılacak daha iyi bir yer yok yok dünyada.

        Ortam

        Biraz 80’li yıllardaki kolay para ve kokain estetiğini hatırlatan bir ortam. Işığından mobilyalarına tasarıma önem verilmiş ve içeri girer girmez insanı etkiliyor. Bir yandan sanat galerisi gibi, çok önemli sanatçıların hesap yerine bıraktıkları orijinal eserlerin arasında yemek söyleniyor. Küçük bir yer: alt katta parti mahzeni, üst katta küçük bir yemek salonu daha var. Girişte iki salonu birbirinden ayıran kalın bir perde, kapandığında içeride neler olabileceğine dair epey heyecan verici hayalleri tetikliyor.

        Servis

        Servis mükemmel, personelden şikayet edenler halt etmiş. Bütün çalışanlar misafirleri el üstünde tutuyor, gelen herkese patron muamelesi yapıyor. Kaç ayrı müdürün masamıza gelip elimizi sıktığını ve kendini tanıttığını hatırlamıyorum. Gecenin sonunda müdürler, garsonlar, çalışanlarla dans ediyorduk.

        Öne çıkan yemekler

        Ördek ve taze soğanlı böreğe kefil olabilirim. Çin mahallesinde daha iyi çıtır et var, Mr. Chow’un el hamuruyla yaptığı makarnası masaya gelen acı sosla güzelleşiyor. Yemeğin hiçbir önemi yok ama.

        Fiyat

        Kağıt üzerinde fiyatlar gerçekten insanın gözünü çıkartacak cinsten. Maliyeti çok düşük olması gereken tabakların fiyatı inanılmaz şişirilmiş. Bir de karmaşık bir mönü var, adeta tabldot gibi seçenekler sunulmuş: değişen seçeneklere göre göre kişi başı fiks fiyatlar. İçinden çıkamadım, sistemin tam olarak nasıl işlediğini de anlamadım ama tek gördüğüm buradan ucuz çıkılamayacağıydı.

        Michael Chow daha lokantasını kurma aşamasında fiyatların yüksek olmasında özellikle ısrar etmiş. İnsanların bu sayede yemeğe, kültürüne, ülkesine saygı göstereceğini varsaymış. İtalyan garsonları işe alarak Çin lokantası algısını değiştirmeye çalışmış. Masada çatal-bıçak var mesela, çubuk değil. Dahası makarnaları elle açmayı, balığı kılçığından ayırmayı bir şova dönüştürmüş.

        Gecenin sonunda hesap şaşırtıcı bir şekilde bahsedildiği gibi astronomik değildi. Ne sipariş verdiğimizden bağımsız olarak kişi başı 90 pound yazılmış, zaten adisyonda sadece kişi başı 90 pound yazıyordu. İçkiler herhangi bir bardan daha pahalı değildi, hatta bu gibi lokantalardaki fiyatın çok altındaydı. Bahşiş de içindeydi. Toplam hesap Londra’da bu tarz lokantalardan daha fazla değildi, hatta bu eğlence ve ortama göre hak ediyordu bile.

        Açık

        Londra'daki ilk lokanta her gün 19:00-00:00 arası açık.

        Rezervasyon

        İnternet üzerinden rezervasyon yapmak gerekiyor. Küçük bir yer olmasına rağmen şaşırtıcı bir şekilde hemen masa bulunuyor.

        Yıldız tablosu

        Yıldızlar sıfırdan dörde kadar. New York Times’dan esinlenilen değerlendirmeye göre sıfır kötü, vasat ya da tatminkar. Bir yıldız iyi, iki yıldız çok iyi, üç yıldız muhteşem, dört yıldız ise olağanüstü.