Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Analitik Felsefe Nedir?

        En temel anlamıyla, olgulara ya da imlemlere uygun düşecek mantıksal biçimi bulmak için, kavramların, önermelerin ya da dile getirimlerin analizi olarak dilsel analizi temel yöntem belirleyen; analitik-sentetik önermeler ayrımıyla felsefeyi bir "öğreti gövdesi" olmaktan çıkarıp bir "dil eleştirisi"ne dönüştüren tutumdur. Analitik felsefe, 20. yüzyılın büyük bir bölümünde, Kıta Avrupası felsefesinin tam karşısında konumlanan, İngilizce konuşulan dünyada akademik felsefeye hakim olan bir felsefi yaklaşımdır ve bu geleneğe mensup filozofların amaç, konu ve yöntem çeşitliliğine rağmen ortak tutumu, felsefe sorunlarına dil zemininde, dilsel analiz yoluyla çözüm aramaktır.

        19. yüzyılın sonlarında gelişmeye başlayan, yirminci yüzyılın başat felsefi eğilimlerini reddederek -özellikle Anglosakson coğrafyada- çok yönlü etkileriyle belirleyici bir düşünce hareketi haline gelmiş olan analitik felsefeyi, bir okul ya da öğreti olmaktan çok, bir felsefi gelenek olarak değerlendirmek gerekir. Bacon (ö. 1626) ve Locke'la (ö. 1704) başlayıp Berkeley (ö. 1753), Hume (ö. 1776) ve Mill'le (ö. 1873) devam eden İngiliz empirizmi üzerinden klasik felsefeye bağlanan analitik felsefe geleneğinin kökleri antik Yunan felsefesine kadar geri götürülebilse de karakterize edici motivasyonları Kant sonrası felsefi süreçler içinde aramak gerekir. Tarihsel olarak Cambridge ve Viyana'da doğan analitik felsefenin kurucuları Cambridge filozofları G.E. Moore (ö. 1958) ve Bertrand Russell (ö. 1970) olmakla birlikte, her iki filozof da Alman filozofu ve matematikçi Gottlob Frege (ö. 1925) ve analitik felsefenin öncülerinden Avusturya asıllı Ludwig Wittgenstein (ö. 1951), Rudolf Carnap (ö. 1970), Kurt Gödel (ö. 1978), Karl Popper (ö. 1994), Hans Reichenbach (ö. 1953), Herbert Feigl (ö. 1988), Otto Neurath (ö. 1945) ve Carl Hempel (ö. 1997) gibi isimlerden etkilenmişlerdir.

        Analitik felsefe, kavramsal analiz yönteminin öncüsü olan G. E. Moore'un, Hegelci idealizmin kurucu veya asli ilişkiler ve organik bütünler anlayışını reddederken, önceliği bunların yerine bireysel yargı ya da önermelere ve bu önermeleri oluşturan kavramlara veren tutumuyla idealizme karşı bir reaksiyon olarak başlar. Fakat geleneğe asıl ayırt edici katkının, matematiksel mantık ve semantik alanında öncü adımlar atan Frege ile Frege'nin yeni mantık teorisini felsefi analizin imkanlarını genişletecek biçimde geliştiren Russell ve Wittgenstein tarafından sağlandığı söylenebilir. Frege, geleneğin merkezi ilgisi olarak beliren "anlam" ve "imlem" sorunlarına odaklı kapsamlı bir dil kuramı geliştirmiş ve dilsel analizi temel felsefi yöntem kılarak analitik felsefenin gelişiminde öncülük etmiştir. Frege'nin ardılı olan Russell, ünlü "betimlemeler teorisi"yle betimleyici önermelerin analizi için mantık teorisini kullanır. Felsefeyi dilsel, mantıksal analize indirgeyen Russell, geleneksel felsefenin sorunlarına mantıksal analiz yöntemiyle yaklaşıldığında bu sorunların ya aslında sorun olmadıklarının, ya da mantıksal açıklığı bekleyen sorunlar olduklarının kavranacağını savunur. Cambridge'de Russell'la çalışıp, bu sayede Frege ile de temas etmiş olan Wittgenstein ise erken eseri Tractatus Logico-Philosophicus'ta Russell'ın ideal veya yetkin bir dilin çerçevesini temin eden "mantıksal-analitik yöntem"inin yepyeni ve saf bir örneğini uygulamaya sokmuştur. Erken dönemini karakterize eden Tractatus Logico-Philosophicus ve geç dönemini karakterize eden Felsefi İncelemeler ile dil merkezli iki ayrı felsefe üreten Wittgenstein'ın dile yaklaşımında kariyerini belirleyen dönüşüm, analitik felsefenin erken ve geç dönemlerinin ruhunu da ele verir. Bir "ideal, biçimsel dil" tasavvuruna yaslı Tractatus Logico-Philosophicus, olgusal-yasal söylem alanının sınırlarını belirleyecek "anlamın resim kuramı" ile mantıksal pozitivizm ve Viyana çevresi üzerinde etkili olmuştur. Erken döneminin indirgemeci ideal dil tasavvurunun reddine dayalı, "dil oyunları teori"siyle dilin çokluk ve çeşitliliğini olumlayan, anlamı "yaşam biçimleri" çerçevesinde bağlam ve kullanımla birlikte düşünen Felsefi İncelemeler ile gündelik dil felsefesi hareketi üzerinde etkili olmuştur. Mantıksal analize indirgenmiş dil kavrayışının aşırı derecede sınırlayıcı olduğu fikrine yaslanan gündelik dil felsefesinin J. L. Austin ve P. Strawson gibi temsilcileri, formel mantığın, düşünce ve dilimizin karmaşık kavramsal yapılarını tam olarak yakalayıp kuşatamadığını ve dolayısıyla kavramsal analiz için çok daha heterojen ve formel olmayan bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğunu savunmuşlardır. Bu düşünce ve bakış açısı, dili konu alan araştırmalara çok sayıda yeni yaklaşımın dahil edilmesi sonucunu doğurmuştur. Bunlardan en önemlisi, Wittgenstein'ın dil oyunlarıyla birlikte anılan söz edimleri teorisidir Söz edimleri teorisi, konuşmayı ya da sözü bir tür eylem olarak alır ve sözün anlamının konuşmacının söz edimleri yoluyla yaptıkları şeyin ışığında anlaşılması gerektiğini öne sürer.

        YAZAR

        Ali Utku