Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Feodalizm Nedir?

        Bir hizmet karşılığında edinilen/bahşedilen toprak (fief) temelinde toplum kesimleri arasında oluşan tabiiyet ilişkilerini ve hiyerarşiyi ifade eder. Orta Çağ Avrupası'ndaki sosyo-ekonomik, siyasi, askeri ve hukuki düzeni tanımlamak için modern tarihçilik döneminde türetilmiştir. Avrupa merkezli tarih yazımının etkisiyle zaman içinde, Avrupa dışı toplumların tarihinin bir anında geçirmiş oldukları bir aşamayı da ifade etmek üzere yaygın olarak kullanılan ve bu anlamda evrenselleşen bir kavramdır. Üretilen bir kavram olması itibarıyla ne zaman tipik hale geldiği, her yerde uygulanabilen ortak bir sistem olup olmadığı, hatta Orta Çağ toplumlarını sosyo-ekonomik açıdan tanımlarken kullanılmasının ne ölçüde doğru olduğu hala tartışılan bir husustur.

        Üzerinde mutabakata varılamayan, yer yer keyfi ve yanlış biçimde kullanılan feodalizm kavramının, taşınabilir malları niteleyen feodum/feudum (fief) kelimesinden türediği François-Louis Ganshof (ö. 1980) ve Marc Bloch (ö. 1944) gibi feodalizm konusunun önde gelen tarihçileri tarafından kabul edilmektedir. Kelimenin Cermenik kökenli fehu (sığır) ve od (mal) kelimelerinin birleşmesinden oluştuğu düşünülmektedir. İlk zamanlar taşınabilir mülkiyeti ifade eden feodum kavramı, sonraları bir vasala, lordu tarafından yaptığı hizmetlere karşılık verilen temlik anlamını kazanmıştır. Aslında vasalın, lorda olan yükümlülüklerini ifade etmek için önceleri dini içeriğe sahip olup iyi iş, lütuf anlamlarına gelen beneficium kelimesi kullanılırken 12. yüzyıldan itibaren hukuki metinlerde feodum kavramının yaygınlaştığı görülmektedir. Bu kavramı, Charles Du Moulin (ö. 1566) ve Pierre Pithou (ö. 1596) gibi hukuk tarihçileri, Orta Çağ'da feodal bir toplum düzeninin ve toprak sisteminin temelini niteleyen hukuki bir kavram olarak anakronik şekilde kullanmaya başlamıştır. Bunda 16. yüzyıl Fransız hukuk tarihçilerinin Frank örfi hukukunun özgün karakterini ve Avrupa medeniyetini şekillendiren hukuk ve toplum sistemini, Orta Çağ'da Frankların oluşturduğu feodum kavramına vurgu yaparak ortaya koymak istemeleri etkili olmuştur.

        18. yüzyılda feodum kavramı hukukçuların teknik tanımlamalarının ötesinde değerlendirildi, Erken Orta Çağ'da siyasal adem-i merkeziyetçilik neticesinde oluşan ve sonrasında da yerleşik hale gelen bir siyasal ve sosyo-ekonomik sistemi nitelendirmek üzere "feodal" biçiminde sıfat ve "feodalite" biçiminde isim olarak kullanılmaya başlandı. Feodalite kavramını Orta Çağ sosyal yapısını kuşatan hukuki ilişkiler biçiminde anlayan Henri de Boulainvilliers (ö. 1722) ve Charles-Louis de-Secondat Montesquieu (ö. 1755), eserlerinde "feodal yönetim" ve "feodal hukuk" gibi ifadelere yer verdi. Montesquieu'nun De L'esprit des lois (Kanunların Ruhu) adlı eserinde feodal hukuka dair değerlendirmelerde bulunması kavramın popülerleşmesinde etkili oldu. Amaçları, feodalitenin Frank aristokrasisini, adem-i merkeziyetçi yapısıyla siyasi ve hukuki açıdan monarşik siyasi otorite karşısında bağımsızlaştırdığını ortaya koymaktı. Fransız örfi hukukunun aristokratik/bağımsız niteliğini göstererek üstü kapalı şekilde 18. yüzyıl Fransız mutlak monarşisinin aristokratik eleştirisini yapıyorlardı.

        Feodalizm kavramının bugün anlaşıldığı biçime dönüşmesinde İskoç Aydınlanma düşünürlerinin belirleyici etkisi olmuştur. İlerlemeci bir Aydınlanma iktisatçısı ve ahlak felsefecisi olan Adam Smith (ö. 1790), The Wealth of Nations (Milletlerin Zenginliği) adlı eserinde feodal sistemi 18. yüzyılın üretken ticari toplum yapısının tam karşıtı olan, başta aristokratlar olmak üzere toplumda gücü elinde bulunduranların, serbest pazar ekonomisinin gelişimini engelledikleri geri bir sosyo-ekonomik yapı olarak değerlendirmiş ve feodal düzenin olumsuz bir tasvirini yapmıştır. 4 Ağustos 1789 tarihinde Fransız devrimcilerinin Ulusal Meclis'te feodal rejimi kaldırdıklarını ilan etmeleriyle birlikte bu düzene yüklenen olumsuz anlam daha da pekişmiş ve ancien regime (eski rejim)'in adaletsiz olarak addedilen yapısıyla özdeşleştirilmiştir. 

        Feodalitenin eşitsizlikler ve adaletsizlikler içeren geri bir toplumsal ve siyasal aşama olduğu görüşü, 19. yüzyılda başta Marxistler olmak üzere liberallerden cumhuriyetçilere ve radikallere kadar birçok kesim tarafından kabul edildi. Toprak rantına dayalı sömürünün hakim olduğu, eşitsiz ve adaletsiz bir sistemi tanımlamak için keyfi şekilde kullanıldı. Bu bakış açısı 19. yüzyılda tarihçilerin büyük bir kısmı tarafından da benimsendi. Feodalizm kavramı bu yüzyılda modern Avrupa dillerinde yerleşik ve yaygın hale geldi. Feodalizmin sadece lord tarafından vasallarına hizmet karşılığı verilen toprak (fief) temelli bir rant sistemi olduğu görüşünden, lordlar ve onlara bağlı geniş köylü kesimleri arasında toprak ve hizmet temelinde sömürü ilişkisine dayalı bir sistem olduğuna kadar farklı bakış açıları feodalizm çalışmalarına hakim oldu. 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Feodalizm hakkındaki bu kanaatler çok değişmeden tarihçiler tarafından, milli tarih yazımlarının etkisiyle, her milletin kendi feodal sisteminin birbirinden farklı olduğu, feodalitenin farklı ülkelerde farklı zamanlarda başladığı gibi hususlar tartışmaya açıldı.

        Feodalizm kavramını sosyolojik bir bakış açısıyla ele alıp dar olan hukuki, siyasi ve sosyo-ekonomik tanımlarının ötesine taşıyan, Feodal Toplum (1939) adlı eseriyle Annales Ekolü'nün kurucularından Marc Bloch oldu. Bloch, feodal toplumun 9. yüzyılda Avrupa'daki barbar istilalarının bitmesiyle oluşan istikrar neticesinde ortaya çıkıp 13. yüzyıla kadar Avrupa'da hakim olan bir düzen olduğunu, sadece toprağa bağlı olmayıp her türlü tabiiyet ilişkisini içerdiğini, feodal toplumdaki hiyerarşik tabiiyet ilişkilerinin toplumun her kesimini şekillendirip maddi kültür ve zihniyeti belirlediğini savundu. Bununla beraber, 1970'lerden itibaren bizzat feodalizm kavramına ve feodal toplumun tanımının yapılmasına yönelik itirazlar da yükselmeye başladı. Elizabeth A.R. Brown ve özellikle de Susan Reynolds gibi tarihçiler, bu kavramın modern tarihçiliğin bir icadı olduğunu belirterek, tarihsel süreç içerisinde feodalizm tanımlarının çelişki ve tutarsızlıklarını ortaya koydular ve Orta Çağ'da gerçek bir karşılığı olmayan bu kavramın kullanılmasının yanlış olduğunu söylediler. Bugün her ne kadar alışkanlıklar nedeniyle akademik ve popüler yazında feodalizm kavramı kullanılmaya devam etse de Orta Çağ tarihi uzmanları kavramı kullanmaktan kaçınmaya çalışmaktadır.

        Feodalizm kavramının tarihi gelişimi ve üzerine yapılan tartışmalar yanında feodalizm denince bilinmesi gereken bazı kavram ve olgular mevcuttur. Roma İmparatorluğu'nun çökmesinden sonra oluşan siyasal ve toplumsal boşlukta bölgesel güçler ortaya çıkmış, siyasi ve sosyo-ekonomik gücün parçalanması lord (dominus)ların nüfuzlarının artmasına neden olmuş, toprağa dayalı, para ekonomisinin önemsiz olduğu, kendi kendine yeten ve kapalı sosyo-ekonomik yapıda lordlar ve onlara bağımlı geniş bir toplumsal kesim doğmuştur. 8. yüzyılda özellikle Batı Avrupa'da Karolenj Devleti'nin merkezileşme çabaları sırasında, lordlara daha fazla imtiyaz ve toprak verilmiş (fief), bu da lordluk müessesesinin güçlenmesine neden olmuştur. Başlarda her şartta ırsi olmayan toprak mülkiyeti, Karolenj Devleti'nin merkezi gücünü yitirmesine paralel olarak babadan oğula intikal eden bir nitelik kazanmıştır. Özellikle siyasi ve toplumsal kaos ortamında korunma ihtiyacı olan geniş toplum kesimlerinin, hizmet karşılığında lordların himayesine girmekten başka seçeneklerinin olmaması, lord ve ona bağlı olanlar arasında hukuki bir tabiiyet ilişkisini doğurmuştur. 

        Piramit şeklinde teşkilatlanan ve kralın en üstün lord olduğu bu düzende herkes sosyal hiyerarşide kendisinden üst konumda olanın vasalıydı. Vasal, yani tabi olan, lorda sunduğu askeri, iktisadi, sosyal vb. hizmet karşılığında başta toprak olmak üzere çeşitli imtiyazlar edinirken, düzenli ordunun olmadığı ve çalışacak nüfusun yetersiz olduğu koşullarda insan kaynağına ihtiyaç duyan lordlar da vassallara sundukları prestijli himaye imkanıyla nüfuzlarını arttırmışlardır. Lord ve vassal arasındaki tabiiyet, vasalın diz üstü çökerek ellerini lordun ellerinin arasına koyduğu, İncil veya aziz kalıtlarına el basarak lorda daima bağlı kalacağına (fidelitas) dair yemin ettiği bir törenle (commendatio) resmi nitelik kazanıyordu. Düzen, Orta Çağ'ın rahipler (dua edenler), aristokrasi (savaşanlar) ve avam (çalışanlar) biçiminde tanımlandığı üç zümreli toplum görüşüyle uyumluydu. Bir noktadan sonra sadece şövalye olan vasalların askeri hizmetlerini (servitium debitum) içermeyen hizmet ve tabiiyet ilişkisine dayalı düzen, din adamlarının da lord ve vassal statüsünde olmalarına imkan veriyordu. Nüfusun büyük bir kesimi ise ya belirli bir toprak parçasının kullanım hakkına sahip ya da topraksız fakat hukuki olarak özgür olan köylülerden ve çalıştığı toprağı lordun izni olmadan terk etmesi yasak olup mal olarak alınıp satılamayan fakat özgür de olmayan, dolayısıyla kölelerden farklı olan serflerden oluşuyordu. 9. yüzyılda Viking İstilalarının kaotik ortamında Avrupa'da yaygınlaşmaya başlayan tabiiyet ilişkileri, 13. yüzyıldan itibaren nüfus artışı, ticaretin canlanması ve dolayısıyla para ekonomisinin güçlenmesi, merkezi devletlerin nüfuzlarını arttırmaları vb. faktörler nedeniyle çözülmeye başlamış, her ülkede farklı biçimlere bürünmüştür.

        YAZAR

        Fatih Durgun