Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Sosyalleşme/Toplumsallaşma Nedir?

        Toplum içinde yaşayan bireyin, karşılıklı etkileşimler ve insani münasebetler yoluyla içinde bulunduğu toplumun ahlaki değerlerini, davranış kalıplarını ve görme biçimlerini öğrenmesi ve içselleştirmesi sürecine sosyalleşme denir. Toplumsal hayat için gerekli olan bireysel beceriler, disiplinli davranışlar, amaçlar ve nihayet bireysel davranışı başkalarının davranışlarıyla bütünleştirmeyi sağlayan uyum sosyalleşme sürecinin kapsamına girer.

        Sosyalleşme süreci, etkileşimin iki ucunda yer alan toplum ve birey için farklı fonksiyonlar icra eder. Birey açısından sosyalleşmenin sonucu, kişiliğin gelişimi ve gerçekleşmesi, biyolojik organizmanın insanlaşması, benlik ve kimlik kazanımıdır. Toplum açısından ise kültürün kuşaklar arasında aktarılması, topluma yeni katılan insanların yaşam düzenine uydurulması ve böylelikle de bir bütün olarak toplumun sürekliliğinin sağlanmasıdır. 

        Toplum ve birey arasındaki ilişki tek boyutlu ve doğrudan bir ilişki değildir. İnsanın biyolojik ya da psikolojik özellikleri, sosyalleşme sürecinden dışlanamaz. Sosyalleşme aracıları, bireyin bu özelliklerini dikkate almak zorundadırlar. Birey de toplumsal değerleri süngerin suyu çekmesi gibi almaz. Toplumsal değerleri olduğu gibi kabul edebilir, reddedebilir ya da değişiklikler yapmak suretiyle kendine mal edebilir. Kaldı ki hiçbir birey kendi toplumunda gerçeklik olarak nesnelleşmiş değer yargılarının ve davranış kalıplarının tamamını olduğu gibi içselleştiremez. Aynı şekilde bireyin biyografik gerçekliklerinin tümüyle toplumsal olduğu da söylenemez. Kısacası, toplumla bireyin ilişkisi, kuklacıyla kuklaların ilişkisi gibi değildir. Birey kendisini toplumun hem içinde hem dışında bir varlık olarak kavrar. Öznel ve nesnel gerçeklikler arasındaki hassas dengenin sürekli yeniden kurulması, daima üretilmesi ve yeniden üretilmesi gerekir. 

        Sosyalleşme çeşitli ortam ve gruplarda insanlar, gruplar veya kurumlar (sosyalleşme aracıları) aracılığıyla gerçekleşir. Bireyin, bebekliğinden itibaren ihtiyaçlarını karşılayan ebeveynleri ya da yakın akrabaları, bireyin gelecekteki gelişiminde önemli etkilerde bulunan ilk ve en yakın ilişkileri kurarlar. Aile; bir zamanlar sahip olduğu işlevlerin pek çoğunu okul, hastane, devlet gibi kurumlara kaptırmasına rağmen yine de en etkili sosyalleşme aracısıdır. İkinci sosyalleşme aracısı arkadaş gruplarıdır. Genellikle otoriteye dayanan ve geleneksel değerleri vurgulayan ailenin aksine, arkadaş ya da akran grupları daha eşitlikçi bir yaşam tecrübesi sağlaması sebebiyle bireyin kimliğini oluşturması bakımından önemli bir sosyalleşme aracısıdır. Bu çerçevede, akranlar arasında oynanan 'oyun'ların, çocuğu toplumsal yaşantıya hazırlama ve bu anlamda da 'sosyalleştirme' bağlamındaki etkisi önemlidir. Üçüncü sosyalleşme aracısı okuldur. Okul ve okulu da içine alan kapsamlı ilişkiler bütünü olarak eğitim kurumunun işlevi, amaçları ve kapsamı zamanla ve toplumdan topluma değişiklikler gösterse de temelde bireyin belli toplumsal hizmetleri/görevleri yerine getirmesi için hazırlanması işlevini sürdürmektedir ('öğretim' ve 'eğitim/terbiye' işlevleri). Çağdaş toplumlarda gündeme gelen bir diğer önemli sosyalleşme aracısı da kitle iletişim araçlarıdır. 

        Sosyalleşme sürecinin en önemli ögelerinden biri dolaysız öğretim ya da uyarıdır. Bu 'şunu yap', 'şunu yapma' gibi doğrudan komutlar şeklinde veya belli davranışların ya da becerilerin içselleştirilmesini sağlamaya dönük çeşitli yaptırım ve ödüllendirmeler ile pekiştirilir. Sosyalleşme sürecinin önemli bir kesimi de toplumsal ortamların taşıdığı gizli anlamlar çerçevesinde dolaylı öğretim yoluyla gerçekleşir. 

        Bireyin yaşamı boyunca süren sosyalleşme süreci iki aşama olarak düşünülür: Asli/birincil sosyalleşme ve tali/ikincil sosyalleşme. Asli sosyalleşme, birey açısından en önemli sosyalleşme sürecidir ve tali sosyalleşme süreci üzerinde de önemli ölçüde etkili olur. Birey, kendi sosyalleşme sürecinde işbaşında olan "önemli ötekiler"le karşılaştığı nesnel bir sosyal dünyanın içine doğar. Bu anlamıyla, asli sosyalleşme sadece bilişsel bir süreç değildir; hayli yoğun duygusal bir süreçtir de aynı zamanda. Dışsal, nesnel dünyanın bir gerçeklik olarak içselleştirilmesi ancak bu türden bir duygusal bağlılık ve çocuğun 'önemli öteki'yle arasında kuracağı özdeşleşme ile mümkün olur. Çocukla önemli ötekiler arasında bu türden bir duygusal bağlılık kurul(a)madığında sosyalleşme süreci hayli sıkıntılı geçer. Bu bağlamda, birey sadece ötekilerin rol ve tutumlarını benimsemekle kalmaz aynı zamanda onların dünyalarını da benimser. Birey bu nesnel sosyal dünyayı, onu toplumsal yapıda işgal ettikleri konumları (mesela sınıf, etnik köken veya inanç temelli toplumsal konumlar), biyografik tecrübeleri ve bireysel kapasiteleri bağlamında yorumlayarak kendisine aktaran 'önemli ötekiler' aracılığıyla kavrar. Sosyalleşme aracılarının kendisine aktardıkları nesnel dünyayı da kendi bireysel özelliklerine bağlı olarak içselleştirir. Sonuç olarak, bireyin sosyal dünyayı içselleştirmesi çifte bir filtreden geçirilmiş olarak gerçekleşir.

        Dünyaya geldiğimizde 'önemli ötekilerimizi' seçme özgürlüğümüz yoktur. Zira belli bir tarihte, belli bir ülkede ve belli bir anne-babanın çocuğu olarak doğarız. Hiç kimse de bize hangi ülkede, hangi kültürde, hangi toplumsal sınıfa mensup bir ailenin çocuğu olmayı tercih ettiğimizi sormaz. Kaderin bizim için seçmiş olduğu bu dünyayı kabullenmek zorundayız. Belki sosyalleşme sürecinde bütünüyle edilgen bir konumda değiliz, ancak oyunun kurallarını nihayetinde yetişkinler koyar. Önemli ötekilerimizin dünyasını 'pek çok mümkün dünyadan biri olarak' değil bilakis 'mevcut ve zorunlu tek dünya' olarak içselleştiririz. Bu kaçınılmazlık sebebiyle de asli sosyalleşme sürecinde içselleştirdiğimiz bu dünya, daha sonra yaşayacağımız tali sosyalleştirme sürecinde içselleştireceğimiz dünyalardan çok daha kararlı biçimde bilincimize kazınır. Asli toplumsallaşma ile ilk dünyamız ve dünyayı görme biçimimiz inşa edilir. 

        Asli sosyalleşme, toplumsal olarak tanımlanmış belli öğrenme aşamalarını içerir. Çocuğun hangi yaşta neler öğrenmesi gerektiği, cinsel farklılıklara bağlı olarak hangi cinsin neler öğrenmesi gerektiği vb. bu programlar dahilinde belirlenir. Elbette bu bilgiler değişkendir; toplumdan topluma, gruptan gruba, kültürden kültüre farklılık gösterir. 

        Asli toplumsallaşma, çocuğun bilincinde, önemli ötekilerin rol ve tutumlarından toplumsal yaşantı içinde karşılaştığı diğer kişilerin rol ve tutumlarına doğru bir soyutlama yaratır. "Kişi 'şu davranışı' yapmamalı!" noktasına gelindiğinde artık son aşamaya gelinmiş olur. Somut önemli ötekilerin rol ve tutumlarından hareketle geliştirilen bu soyutlama, sosyolojik terminolojide, 'genelleştirilmiş öteki' olarak adlandırılır. Genelleştirilmiş öteki bireyin bilincinde tesis edildiği zaman asli sosyalleşme sona erer. 

        Ancak nesnel, dışsal toplumun ve gerçekliğin içselleştirilmesi bir kez tamamlandığında sosyalleşme sona ermiş olmaz. Zira sosyalleşme bireyin hayatı boyunca devam eden bir süreçtir. Adetlerini ve dillerini bilmediğimiz başka bir ülkeye göç ettiğimizde, yaşadığımız ücra taşra kasabasından ülkenin en kalabalık metropolüne taşındığımızda, okuldan mezun olduktan sonra bir işe girdiğimizde, ani ekonomik çöküntü sebebiyle iktisadi durumumuz olumsuz etkilendiğinde, anne ya da baba olduğumuzda, yıllarca çalıştıktan sonra emekli olduğumuzda, yaşlandığımızda yeni sosyalleşme süreçlerine tabi oluruz. Değişen koşullar yeni bilgileri, becerileri ve benlik algılarını gerektirir. Bu süreç, tali sosyalleşme olarak adlandırılır.

        Tali sosyalleşme, kurumsal ya da kurum-temelli "alt-dünyalar"ın içselleştirilmesidir. Dolayısıyla bunun kapsamı ve karakteri, iş bölümü ve buna eşlik eden sosyal bilgi dağılımı tarafından belirlenir. Tali sosyalleşmede içselleştirilen bu alt-dünyalar, asli sosyalleşmede oluşturulan temel dünyanın tersine, kısmi gerçekliklere tekabül ederler. İçselleştirilen bu alt-dünyalar, kendilerini belli semboller ve ritüellerle de meşrulaştırırlar. Belli işlere veya statülere özgü tutum ve davranışlar, mesleğe/gruba/statüye özgü bir jargon, özel bir kıyafet veya kabul törenleri bunlara örnek verilebilir.

        Bireyler, bu süreci -asli sosyalleşmeden farklı olarak- kurumsal bir bağlamda kavrarlar ve görece daha özgürdürler. Bu dünya onlar için 'mümkün zorunlu tek dünya' değildir; mümkün dünyalardan yalnızca bir tanesidir. Bu dünyanın anlamlı/önemli ötekileri de bireyler için kendilerine belli bilgileri aktaran kurumsal görevlilerdir. Tali sosyalleşme sürecine ait roller, yüksek düzeyde bir anonimlik taşır. Bunun anlamı, aynı işi bir başkasının da yapabileceğidir. Dolayısıyla burada asli sosyalleşmede olduğu gibi fail ile rolü arasında tam anlamıyla bir özdeşleşme söz konusu olmaz. Tali sosyalleşmede asli sosyalleşmedekine benzer bir kaçınılmazlık ve yarı-otomatiklik olmadığı için bireye sunulan yeni gerçeklikler belli pedagojik teknikler eşliğinde verilir. Bu teknikler aracılığıyla çocukluk evresinde edinilen gerçekliklerle ve bilgilerle yeni aktarılanlar arasında bir sürekliliğin olduğu ne kadar inandırıcı hale getirilirse, yeni içeriklerin iletilmesi ve benimsetilmesi o kadar kolay olur. 

        Tali sosyalleşme veya yetişkinlerin sosyalleşmesi büyük ölçüde günlük yaşantılar çerçevesinde ve biçimselleşmemiş yollarla olur. Bunların dışında "insanların toplumun diğer kesimlerinden izole edildiği, idari görevliler tarafından yönlendirildiği ve yönetildiği" -Erving Goffman'ın (ö. 1982) adlandırmasıyla- total kurumlar (bütüncül kurumlar) [total institutions] eliyle de bireylerdeki öz benliğin, değerlerin, davranışların temelden değiştirilmesi amaçlanabilmektedir. Total kurumlar modeline bazısı daha az bazısı daha çok uyan; akıl hastaneleri, hapishaneler, ıslahevleri, yatılı okullar, askeri kışlalar gibi kurumlarla birey toplumsal çevresinden soyutlanarak yeniden-sosyalleşme işlemine maruz bırakılabilmektedir. 

        YAZAR

        Yücel Bulut