Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Daha önce de bir kez olmuştu.

        Şebnem Schaeffer, ‘ben bakireyim’ diye doktor raporunu kameralara gösterdiği zaman çok utanmıştım.

        Kendi travmamdan kaynaklanmayan ikinci bir utanç yaşamayı bana Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik yaşattı.

        O çorapları gördüğüm zaman çok utandım.

        Türkiye Cumhuriyeti’nin Milli Eğitim Bakanı’nın beyaz çorap giymesi konvansiyonel bir şeydi. Badem bıyıklı bile olabilirdi.

        Bunlar hiç olmazsa bir kültürel kesimin giyim kodlarıydı.

        Ama o çoraplar üzerindeki yazı bambaşka bir şey!

        Özenilen, gıpta ile bakılan, sindirilemeyen, içselleştirilemeyen ama bir “üst kültür” olarak kabul edilmiş kodların, “Büfeci İslamı Estetiği’nin üzerine sanki bir defter etiketi gibi yapıştırılmasıydı.

        Kişisel eşya kültürü, aristokratik toplumlarda önemlidir. Bazı eşyalara kullananın ruhunun transfer olduğuna inanılır.

        O yüzden av tüfekleri üzerine inisiyaller kazınır, gömleklere inisiyaller işlenir falan.

        Belli ki Hüseyin Çelik, veya çorapçı arkadaşı o kültürü kendilerine transfer etmek istemişler; ancak Çelik’in açık ismini, makamıyla birlikte, en olmayacak yere, bir çorabın üzerine işlemişler.

        Hüseyin Çelik’e göre (veya arkadaşı hediye etse de o çorabı giydiğine göre yine Hüseyin Çelik’e göre) Milli Eğitim Bakanlığı makamı, Hüseyin Çelik ismi için şereflerin en büyüğü olmalıdır ve böyle bir mucize, ismi açıkça yazılarak, hem de çorap gibi çok kişisel bir eşyaya bile yazılarak, ilan edilmelidir.

        Böylelikle, belki çorapta bile bu mucize yazılı olursa, inandırıcılığı artar… Kendisi için bile…

        Diye düşünmemiştir, elbette... Bunlar benim fantezim!

        Ama öyle ya da böyle, Hüseyin Çelik’in çorapları ‘Büfeci İslamı Estetiği’nin sembolü olarak dünya sanatı, ‘kitch’ tarihine geçecektir.

        Elbette böyle bir çorap sanat eseri olarak düşünülemez. Ama önemli olan bağlamıdır.

        Üzerinde ‘Hüseyin Çelik. Milli Eğitim Bakanı” yazan bir çorabı ben giysem sanat eseri olmaz. Ancak Bakan’ın kendisi giydikten sonra bağlamı değişmiş, o artık bir sanat eseri olmuştur. Şimdi o çorabı alıp Modern Sanat Müzesi’nde “gerçek bağlamı” içinde değerlendirecek küratörü bekliyorum.

        Öğrenciler arasında ise, üzerinde ‘Hüseyin Çelik. Milli Eğitim Bakanı’ yazan çorap giymenin hızla yayılacak bir moda olacağına inanıyorum.

        Bağlamından kopacak ve ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ filmi gibi bir kült nesne olabilecek bir fikirdir.

        AKP kadrolarından ‘Büfeci İslamı Estetiği’nin öncüleri arasında burun estetiği olanlar, bir nevi “extention” olarak puro kullanma alışkanlığı geliştirenler, dünyanın en ilkel teknolojisi olan Harley Davidson motorlarıyla övünenler, reklam almış gibi kocaman Luis Vitton yazılı eşarpları başlarına dolayanlar bir yana, Bakan Hüseyin Çelik bu dalganın başyapıtını kendi bedeni üzerinde taşımıştır.

        İki metre bez parçası, ikiyüz elli gram boyadan sanat eseri çıkabilir de, niçin bir Bakan’ın gündelik hayatından, çoraplarından çıkmasın?

        ‘Bu artık bir çorap değildir!’

        Bu bir sanat eseridir. Bir kültürel kimliğin estetik anlayışının somutlaşmış halidir.

        Tabi ben modern sanattan çok da hoşlanmayan birisi olarak, bu ‘başyapıt’tan da hoşlanmadım.

        Keşke, dedim içimden, keşke Hüseyin Çelik, okuduğu sülüslü sayfalardan biraz feyz alsa, hiç olmazsa özel bir ihtimamla temrin ettiği Said-i Nursi’nin zerafetinden nasiplense ve ‘Bediüzaman’ gibi giyinseydi.

        Hiç olmazsa o zaman düşünsel olarak muarız olabilirdim ama, yüzümü kızartacak bir estetik saldırıya maruz kalmazdım. Binlerce yıllık bir kültürün estetik yansımasını görür, zerafete hayran olurdum.

        Ama şimdi…

        ‘Hem o, hem öteki’ olmak isteyenlerin;

        ‘ne o, ne öteki’ olan tuhaf yapıtlarını ve kamuya açtıkları hayatlarını seyretmek zorundayız.

        Diğer Yazılar