Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Öyle ya da böyle, Türk medyası iyi bir gazetecilik sınavı veremedi.

        Cin şişeden çıkana kadar, Türkiye’yi de dünyayı da doğru analiz edemedi.

        Bunun en önemli sebebi, belki de iktidarla ilişkilerini iyi yürütmek isteyen medya patronajlarının ‘lambadan’ demokratlık sıfatıyla süslü taşra düşünürlerine iktidar vermesi oldu.

        Önce dışarıdan başlayalım.

        Bu taşra düşünürlerinin TSK’nın bir daha müdahalede bulunamayacağı ve dünyanın TSK hareketlerine karşı rezervli olduğu gibi bir dogması vardı.

        Birkaç yazıda, nasıl, bir daha darbe olmaz denilen 28 Şubat öncesi dönemde TSK inisiyatif gösterme yolu keşfettiyse, bir kez daha böyle bir prosedürü yazabileceğini söyledik.

        İkinci olarak da, bu taşra düşünürlerinin hem Türkiye’yi hem de AKP’yi yanılttıklarını, ABD ile Avrupa’nın bu konuda tutum farkı olduğunu, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin, ‘islamofaşist’ terimini dolaşıma sokarak doktrin değiştirdiğini, AKP’ye karşı önemli bir politika değişikliğine gittiğinin altını çizdik.

        Bugün arşivden eski yazılarımıza bakıyoruz ve gün be gün, özellikle AKP’yi yaşanacak süreç konusunda uyardığımızı, deyim yerindeyse bir tür danışmanlık yaptığımızı görüyoruz.

        Ancak, anlaşılan AKP iktidarı, iktidar nimetlerinden nemalanan, bazı bakanlıklara projeler hazırlayan taşra düşünürlerinin pohpohlamalarıyla siyaset etmeyi tercih etmiş…

        Bugün de değişen bir şey yok…

        Büyükanıt’ın 12 Nisan konuşmasını hafif ve çekimser bir konuşma olarak değerlendiren taşra demokratları bugünkü içeriği de henüz idrak edebilmiş değil.

        Televizyonlara bakıyorum…

        Taha Akyol, sanki gazeteci değil de, bir siyaset yapıcı, bir arabulucu gibi, ‘o konuşmanı beğendim, bunu beğenmedim’ sularında fetva veriyor…

        Bir başka taşra demokratı, ‘bana göre Türkiye’de şeriat tehlikesi yoktur,’ diyor…

        Sanki TSK’nın kadroları haplanmış, halüsinasyon görüyor, onca çalışma onca analiz boşa yapılmış, gerçeğin bilgisine bir tek bu ‘demokrat’ haiz.

        Sonra da kıvrıştırma sözü ekleniyor… ‘Tabii ordu laiklik konusunda hassasiyetini belirtmiştir.”

        Bakıyorum bir başka gazeteci taşra demokratı, Anayasa profesörlerinin karşısında ‘ben 367 gerektiğine inanmıyorum,’ diye ünlüyor.

        Sanki o Anayasa profesörleri işkembeden sallıyor da, bizim taşra demokratı gazetecinin inancına bağlı 367’nin gerekip gerekmediği…

        Türk basını çok enteresan bir dönem yaşıyor. Gazetecilik yapmanın zor, bilgiye ve analize kifayet edilemeyen bu dönemde, kolay yol bulunmuş; ‘demokrasi mücadelesi.’

        Ah be kardeşim, sen siyasetçi misin, Demirel gibi demokrasi mücadelesi yapıyorsun, sen gazetecisin!

        Gazetecilik mücadelesi yapamıyor musun?

        Örneğin, şu Anayasa profesöründen daha zeki olabilirsin (belki), o zaman mesleğini yapıp anlamlı bir soru sor da Türkiye’nin önünde yeni bir yol açılsın….

        Belki o vakit mesleğini yaparak demokrasiye bir katkın olur, şov ile değil…

        Ama hayır…

        ‘Ben 367’ye inanmıyorum.’

        Taşra düşünürü böyledir işte. Bir dogmanın peşinde ‘demokrasi mücadelesi’ etiketiyle, ortamdan nemalanmaya çalışır.

        Paralize ettiği siyasetçiyi de bir felakete doğru sürükler.

        28 Şubat sürecinde hakikaten haksızlıklara direnen birkaç gazetecinin mücadelesinden, kendi nam-ı hesabına pay çıkartmaya kalkar.

        Ancak, 28 Şubat mağduru olarak anılan birkaç gazeteci efsanesinin de artık bir sonu gelmesi gerekmiyor mu?

        Bunlardan çok saygı duyduğum birine 28 Şubat’ın en sert günlerinde kendimin iş verdiğini, yönettiğim yayının köşesini hiç de fena olmayan bir telif ücretiyle açtığımı bu güne kadar söyleme gereği duymamıştım.

        O kadar da mağdur olmadılar yani.

        Ancak, bugün Türkiye’de laik, demokratik ve milli kimlikleri ön plana çıkan gazetecilerin hangi şartlar altında yaşadıkları; hangi numaralarla işlerinin ve ikballerinin engellendiği görmezden geliniyor. Mesleğe karşı kurulan komplolar alışıldık karşılanıyor.

        İktidar ile iş ilişkileri münasebetiyle medya iktidarına konumlandırılan bayi tipi ‘taşra demokratları’nın bu konuya karşı demokrat olmalarını beklemek tabi imkansız.

        Tarihe not düşelim.

        Son söz de şu olsun: İktidar ile bayi ilişkisi yürüten taşra demokratı gazeteci profilinin olan biteni analiz etmesini beklemek imkansızdır. Dünyadan bihaber “gazeteci” Amerika’nın muhtıra açıklaması yaparken niçin ‘laiklik’ ve ‘Anayasa’ kavramlarının altını çizdiğini anlaması da imkansızdır.

        Taşra tipi düşünür-gazeteci, hem AKP’yi yanıltır, hem patronajını rüya aleminde yaşatırken, iki üç ‘iş’ten daha nemalanmayı fırsat bilecektir.

        Oysa, Türkiye’nin bugün geldiği noktada azımsanmayacak bir payı var Taşralı düşünür-gazeteci’nin…

        İktidarı devam ettiği sürece Türkiye’nin başının beladan kurtulamayacağı aşikar değil mi?

        atilganbayar@haberturk.com

        Diğer Yazılar