Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İran’da Kürt kökenli 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin 16 Eylül’de ahlak polisi tarafından darp edilmesi sonrası hayatını kaybetmesiyle sokaklar karıştı. Ülke içinde ve dahi dünyanın birçok yerinde devam eden protestolar gösterdi ki İran’da rejim, tüm tehditlerine rağmen, kadınların öfkesini kontrol altına alamıyor.

        Fırsattan istifade propaganda aygıtını işletmeye çalışan terör örgütü PKK sürece kendince müdahil olmaya çalıştı. Molla rejimi ise danışıklı dövüşün bir parçası olarak Molla rejiminin PKK üzerinden bir Kürt sorunu ihracı yapmayı hedefledi. Fakat İranlı kadınlar eylemlerini, acılarını bu sahte oyuna yedirmedi.

        Tam da böyle bir dönemde, PKK Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) kendilerine karşı yürüttüğü operasyonlarda kimyasal silah kullandığına dair bir yalan ortaya attı. Elinde hiçbir somut delil bulunmayan milletvekilleri ve dernek temsilcileri de bu propaganda yarışına aracı oldular. PKK bunu ilk kez yapmıyordu. Ama ilk kez bunun üzerinden neredeyse bir kampanya yürütüldü.

        Dünya İranlı kadınları konuşurken, İran’da Kürt sorunu gündeme gelmişken dikkatler PKK aracılığı ile Zap’a yani PKK’nın kamplarına çevrildi. PKK köşeye sıkışmışlığını kimyasal yalanı ile çözmeye çalıştı ama olmadı.

        TSK uzun zamandır Irak’ın kuzeyinde, Zap Vadisi ve çevresinde terör örgütü PKK’ya yönelik çok büyük ölçekli Pençe serisi operasyonlar gerçekleştiriyor. Örgüt bir süredir çaresiz ve kapana sıkışmış durumda. PKK’nın sahadaki tek kartı el yapımı tuzak bombalar. TSK çok aceleci davranmıyor. Adım adım temizleyerek ilerliyor. Gün ışığında duran operasyonlar gece karanlık çöktüğünde kaldığı yerden devam ediyor.

        Örgüt öyle köşeye sıkışmış durumda ki, dört yıldan bu yana merkez komitesi ve yöneticileri kendi aralarında sadece not kâğıtları ile iletişim kurabiliyor!

        Gelelim bu yalanın kampanyaya çevrilmesinin arka planına. PKK kimyasal silah yalanının hemen peşine Almanya merkezli, Nükleer Savaşın Önlenmesi İçin Uluslararası Hekimler (IPPNW) organizasyonu bölgeye intikal etti.

        Bu heyetin başında kim var? Dr. Beppe Savary - Borioli ve biyolog Jan van Aken. Kim bu şahıslar pek bilmiyoruz ama davranış ve sözleri onları PKK’nın aparatları gibi gösteriyor. Peki, PKK’nın aparatı olduklarını nereden anlıyoruz?

        Bu uzmanlar medyaya verdikleri beyanlarda, “Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) -Barzani aşiretinin kurduğu iktidar partisi- bizi engelledi.” ifadelerini kullanıyorlar. HDP ve PKK’yı mercek altına alan gerek siyaset gerek güvenlik analistleri bu dilin kime ait olduğunu ilk bakışta anlarlar.

        Delilleri komik: Irak Kürt Bölgesel Yönetimini (IKBY) aşiret partisi ifadesiyle aşağılayarak giremediklerini söyledikleri bölgede “Savaş bölgelerinde bulduğumuz büyük, içi boş deterjan kutularının Türklerin sahadaki çamaşırhanesine mi yoksa klorür gazı üretimine mi ait olduğunu bilemiyoruz.” diyorlar.

        Demezler mi adama, madem bir terör örgütünün beyanlarını esas alıyorsun ve karşındaki devlet aktörünü yok sayıyorsun, o zaman PKK seni içeri soksaydı ya... Birçok ülkenin İHA’sının havadan 24 saat görüntü aldığı bu bölgede o varillerin içinde deterjan mı yoksa uyuşturucu yapımında kullanılan andirit asit mi olduğunu anlayabilirlerdi!

        Kimyasal konusunda uzman olduğunu iddia eden bu iki şahıs, Zap Vadisinde Bokriskan, Bekhe, Banka ve Seru köylerine gitselerdi PKK’nın yalanlarına ortak olmazlardı. Ama bunun yerine Dohuk kentinde PKK’nın sözde temsilcileri ve onların getirdiği fotoğraflarla giremedikleri bölgelerle ilgili rapor hazırladılar. Oynamayan kız yerim dar dermiş, aynen o misal.

        İşin bir başka boyutu ise, PKK ve Türkiye’deki propaganda aparatları kimyasal silah yalanı ortaya atarken iddianın olduğu Irak’ta ne merkezi yönetim ne de Kürt bölgesi yönetimi PKK’nın bu iddiasını doğrulayan bir açıklama yapmadı.

        Dahası PKK’nın daha önce de benzer iddiaları olmuştu. Uluslararası kuruluşları, Batılı ülkeleri konuyu araştırmak için sahaya davet etmişlerdi. Hatta İsveçli sol parti üyelerinden bazıları AB Komisyonu Dışilişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrel’e Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri operayonlarına yönelik duydukları endişeyi yazılı soru olarak sunmuştu. Borrel ise AB’nin PKK’yı bir terör örgütü olarak tanımladığı gerçeğini tokat gibi yüzlerine vurmuştu.

        PKK periyodik olarak ısıtıp piyasaya sürdüğü bu yalanlarına Bağdat’tan İran destekli Şii milis güç Haşdi Şabi üzerinden baskı kurarak destek aramaya kalktı. Ama bu da olmadı. Ne Bağdat ne de Erbil bu yalana bulaşmak istemedi.

        Güç ve alan kaybı yaşayan örgüt kendine bir “Halepçe Katliamı” arıyor ki dünya kamuoyunda ses bulsun. Ancak dünya alem biliyor ki PKK bir terör örgütüdür ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti güvenlik güçleri ile sınır içinde ve sınırdışında terörü yuvasında bitirmek konusunda kararlıdır. Bunun için yeterli askeri, lojistik her türlü imkana sahip NATO’nun en önemli ordularından birinin kimyasal silah kullanmasına gerek yoktur.

        Çok uğraşmasın PKK. Zap’tan kendilerine Halepçe çıkmaz.

        Diğer Yazılar