Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        YOLA çıktıktan yedi sekiz dakika sonra rahat bir sesle, “Baba, haydi pizza yemeye gidelim” dedi. O akşam pizza yerken ve ondan sonraki yedi yıl, oğlum Timur bu olaydan hiç

        bahsetmedi.

        Yedi yıl sonra Timur araba kullanıyor ve ben önde oturuyorum; Amerika’nın saygın bir üniversitesi olan Stanford’dan makine yüksek mühendisi olarak diploma alacak oğlumun

        mezuniyet törenine gidiyoruz. Bir süre sonra radyoyu kapattı ve boynumdan yakalayarak

        kendine çekti, “Sen şahane bir babasın” dedi. Özel bir an yaşadığımın farkında olarak kısa

        bir süre o anı içime sindirdim; içimi yoğun bir şükür duygusu kapladı. Soran gözlerle baktım.

        “O gün sen bana özgürlüğümü verdin” dedi. Soran gözlerle bakmaya devam ettim. O basket oyunundan sonraki etkileşimimizi hatırlattı. Ona özgürlüğünü nasıl verdiğimi sordum.

        “Bana o gün iki pusula verdin, elinden gelenin en iyisini yap ve yaparken coşkuyla yap.

        O günden sonra ben özgürdüm. Kendime bu iki soruyu soruyordum ve dürüstçe yanıtlıyordum.

        Sonuca takılmadım, kaygıya kapılmadım, el âlem ne dere prim vermedim. Var gücümü elimdeki işe verdim ve şevkle çalıştım. Üniversite eğitimimden çok zevk aldım. Sanki eğitime doyamadım. Şimdi iş hayatımda da bu iki ilkeyi kullanacağım. Sana minnettarım baba.”

        Timur bugün kurduğu işin başında ve dediğini yaparak yavaş yavaş büyüyor. Bu olayın üzerinde düşünmeye devam ettim. “O gün sen bana özgürlüğümü verdin” dedi. Bu onun

        duygusuydu; ama bu duygunun felsefi temelleri var mıydı? Bu sözün felsefi temellerini yıllar sonra Kızılderili bilge bir kişinin konuşmalarında ve ünlü bir basket koçunun anılarında

        yakaladım.

        “Savaşçı” adlı kitabımda sözünü ettiğim gibi, UCLA’da bir sosyal antropoloji doktora

        öğrencisi olan Carlos Castaneda, Yaqui soyundan bir Kızılderili olan Don Juan Matus ile yaptığı çalışmaların sonunda bir dizi kitap yazdı. Bu kitaplar aracılığıyla Don Juan’ın bilge

        kişiliğiyle tanışabiliyoruz. Don Juan, Carlos‘a, “Bir savaşçı için tek zahmete değer girişim

        özgürlüktür, başka her türlü girişim aldatıcıdır” der.

        Başka bir kez, “Kusursuzluk (being impeccable) aslında özgür olan tek edimdir, bu

        nedenle savaşçı ruhunun gerçek ölçüsüdür” der. (Türkçe’ye “kusursuzluk” olarak çevrilen

        “impeccable” kelimesinin bence gerçek karşılığı, “elinden gelenin en iyisini gözünü kırpmadan coşkuyla yapmak”tır.)

        Timur kendi varoluşunun zekâsıyla benim söylediklerimin gerçek özgürlük yolu olduğunu

        keşfetmişti. Ona söylemiştim, ama söylediğim zaman o anlamı henüz keşfetmiş değildim.

        Yıllar sonra John Wooden‘ın kitaplarıyla tanıştım. John Wooden, 40 yıllık antrenörlük

        kariyeri boyunca, koçluk yaptığı lise ve kolej takımlarında oynadığı maçların %80’inde galibiyete ulaştı. 1948-1975 yılları arasında UCLA erkek takımlarının baş antrenör

        görevindeyken son 12 yıl boyunca 10 NCAA Ulusal Şampiyonluğu elde etti. John Wooden, Sports Illustrated tarafından “20. Yüzyılın Antrenörü” ilan edilmiştir.

        Bir çiftçi olan babasının oğluna iki önerisi olmuştur: (1) Bir başkasından daha iyi olmak için çalışma, (2) Olabileceğin en iyisi ol; başkasını denetleyemezsin, ancak kendini denetleyebilirsin.

        John Wooden on yıl süreyle başarının tanımını yapmaya çalıştı. En son başarı tanımı şudur: Başarı bir iç huzurudur; yapabileceğinin en iyisini yapmış olmayı bilmekten gelen bir iç huzuru. O nedenle, başarılı olup olmadığına ancak kişinin kendisi karar verebilir. Ona göre, “Her şeye rağmen başarı!” anlayışı insan mutluluğunu olanaksız kılar; önemli olan olabileceğin en iyisini olmak için elinden gelen gayreti gösterdiğine içtenlikle inanmaktır.

        Özgürlük başarıdır.

        dcuceloglu@haberturk.com

        Diğer Yazılar