Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIZIM Ayşen torunumla birlikte Türkiye’ye geldi; bir tekne gezisi yaptık. Gezi bittikten sonra bir değerlendirmede bulunduk. Eşim Yıldız’dan bu değerlendirmeyi yazmasını rica ettim. Paylaşıyorum:

        Toplam dört günlük tekne gezimiz sırasında, mürettebat son derece saygılı, tatlı dilli ve güler yüzlüydü. Ancak söylenenler ve yaşananlara baktığımda, bana, mürettabat bizden sürekli bir şeyler saklıyor gibi geldi. Zira, mürettebatın deyişiyle “aksilikler” birbirini takip edip durdu.

        Seyahate çıkmadan bir gün önce, bize resimleri aylar önce gönderilen teknenin bozulduğunu ve daha küçük bir tekneyle değiştirildiğini öğrendik. Seyahatin ilk günü sabaha karşı, değiştirilen tekne de bozulmuş, yine tekne değişti. Bu değişiklik dolayısıyla, tekneye planlananın aksine Göcek yerine, Fethiye’den binmek durumunda kaldık. Yola çıkmamız geciktikçe gecikti. Yola çıkmadan önce mürettebat eşliğinde yaptığımız alışverişte, bize 4 günde tüketilmesi imkânsız miktarda malzeme satın aldırıldı. Herhangi bir malzeme için “Bu biraz fazla olmuyor mu?” diye sorduğumuzda, tutarsız cevaplar verildi. Seyahat sırasında tekneden gelen tuhaf sesler sonrasında, teknedeki tatlı suyun -neredeyse her gün- bittiği söylenerek, depoyu doldurmak için sürekli kıyıya geri dönüldü, bu sebeple seyahat Fethiye civarındaki koylarla sınırlı kaldı. (Seyahat sonrası konuştuğum yelkenci bir arkadaşım, bu tür bir teknede, mürettebatla beraber 8 kişiye, tatlı suyun en az 5-7 gün yetmesi gerektiğini söyledi.) Sessizlik istediğimizi belirtmemize rağmen, kalabalık koylara girildi. Biz bu olanların “farkında” olmamıza rağmen, şikâyetçi olmadık, söylenmedik, kavga çıkarmadık. Yalnızca, mürettebata sürekli “ama biz sakin bir yer istiyorduk, burası kalabalık”, “Telefonlarınızı şarj edebilirsiniz demiştiniz, edemiyoruz, başka hiçbir yol yok mu?”, “Su yine bitti galiba?” gibi hatırlatmalarda bulunduk. Biz bu hatırlatmalarda bulununca, taleplerimize çözüm bulundu.

        Son günün sabahı, uçağımızın kalkış saati 19:40 olmasına ve Dalaman’la Fethiye’nin arası en fazla 1 saat olmasına rağmen, bizi Fethiye’ye 13:00’te bırakmayı önerdiler. Böylece toplam 4 gün olan seyahatimiz, pratikte 3 güne inmiş olacaktı. Biz esasında 16:00’da Fethiye’ye varsak bunun uçağa yetişmeye yeterli olduğunu söyleyince, hemen kabul ettiler. Yola çıktık, ilk durmayı önerdikleri koyda deniz yüzeyi, maalesef gözle görülür biçimde kirlenmişti. Buna rağmen fikrimizi almadan, demir atmaya başladılar. “Ama burası çok kirli” deyince, “Peki, hemen başka bir koya gidelim,” dediler. Bu üç kez tekrar etti, üçüncü de istediğimiz gibi bir koya demirledik.

        Ayşen, “Yıldız, sanki sunduklarından daha fazlasını verebilirler ve bunun farkındalar ama sessiz kalırsan en azını veriyorlar, itiraz edersen, talebini kabul ediyorlar. Sana da öyle geliyor mu?” diye sordu. Ben de “Aynen, bana da öyle geliyor” dedim.

        Ayşen “Peki, başka zamanlarda da böyle hissediyor musun?” diye sordu. “Düşünmem lazım” dedim ve düşündüm, aklıma hizmet aldığım pek çok konu geldi, içimde çok sık buna benzer bir his olduğunu fark ettim.

        Manav, sesimi çıkarmazsam ya da dikkat etmezsem kese kâğıdına çürük meyveleri koyuyor, sitem edince geri bırakıyor; simitçi kurumuş, kavrulmuş simidi verebiliyor, uyarırsam değiştiriyor; ses çıkarmazsam insanlar sırada önüme geçebiliyorlar, sesimi çıkarınca “Aa, görmemiştik” diyorlar... Kendimi, çoğunlukla “dikkatli olmak” ve “hakkımı aramak” zorunda hissediyorum. Dikkatli olmazsam ve hakkımı aramazsam, ödediğimin karşılığını alamama, sıramı kaptırma, hakkımın yenilmesi ihtimali çok yüksek gibi bir his var içimde...

        Diğer Yazılar