Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’de son 40 yılda iş yaşamında başarılı olmuş insanların bir listesini çıkarsak ve iki ölçüte göre gruplasak ne görürüz?

        İlk ölçüt, kırsal ya da kentsel bölgelerde yetiştikleriyle ilgili olsun. Benim tahminim o ki, listedeki girişimcilerin çoğunluğu kırsal bölge çocukluklarıdır.

        İkinci ölçüt eğitim düzeyini sorgulasın; sanırım listedeki girişimcilerin büyük çoğunluğunun yüksek tahsili olmadığını görürüz.

        Böyle bir araştırmanın şimdiye kadar yapılmamış olması bir eksiklik; umarım yakında yapılır. O zaman yukarıda söylediklerimin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı belirlenebilir. Şu soruların irdelenmesi gerekir:

        1-Türkiye’deki girişimcilerin iş hayatında başarılı olmasını sağlayan temel yetkinlikler nelerdir?

        2-Bu yetkinlikler nasıl gelişiyor? Girişimcilerin içinde yetiştiği aile ortamları ne gibi benzerlikler ve farklılıklar gösteriyor? Bu kişilere koçluk (amcalık, ağabeylik, dayılık) yapmış kişiler var m ı? Varsa, bu koçların etkisi nasıl gelişti ve değerlendirildi?

        3-İş yaşamına kendini kanıtlamış bu yetkinlikler eğitim ortamında sistematik olarak geliştirilebilir mi?

        4-Bu kişiler yalnız iş yaşamında mı başarılı, aile yaşamlarında da başarılı oldukları söylenebilir mi?

        Son soruyla ilgili sizinle paylaşmak istediğim bir öykü var; Şoför Seyfi’nin öyküsü. Bu öyküyü bana anlatan kendisi de şoför olan Şakir Bey’e buradan teşekkür ediyorum.

        Öyküye geçmeden önce yukarıda yazdıklarımı niçin yazdım, onu anlatayım. Geçen hafta Habertürk’teki, Özdeğer başlıklı yazımı okuyan gazetede köşe komşum Funda Özkalyoncuoğlu’, sabahın erken saatlerinde zor koşullarda çalışan çocuk yaşta yuvalarından kopmuş ergenleri görünce, “Doğan Bey, aklım karmakarışık!..Yardım edin…” başlıklı bir yazı yazmış: http://haberturk.com/yazarlar/529649-dogan-bey-aklim-karmakarisik-yardim-edin. “Bu elleri kocaman olmuş çocukların, yaşlı çocukların, ‘ÖZDEĞER'leri, ne durumdadır?” diye soruyor.

        Bu soruyu önce anababaların daha sonra toplumca kendimize sormamız gerekir. Ama şu ihtimali unutmayalım, sizin o sabah gördüğünüz bu çocuklardan biri, bundan otuz yıl sonra kendi kurduğu bir şirkette, o sabah yatağında mışıl mışıl uyuyan ve daha sonra bizim eğitim sistemimizden geçerek hayata atılan bir “apartman çocuğunu” işinde çalıştırıyor olabilir.

        Şimdi gelelim Şoför Seyfi’nin öyküsüne:

        Seyfi, Sivas doğumlu çalışkan bir delikanlı. Askerlikten sonra İstanbul’a gelip şoförlük mesleğine başlıyor, gece gündüz çalışıyor ve beş yıl sonra çalıştığı taksiyi satın alıyor. Ailesi, gel evlendireceğiz, deyince memlekete gidiyor, evleniyor. Geceli gündüzlü çalışmaya devam ediyor, ikinci taksiyi alıp işletmeye veriyor. İki oğlu büyürken o çalışmaya devam ederek Etiler’de bir siteden daire alıyor. Arkadaşlarına, bir daire daha alacam, her oğlan bir dairede oturacak, ben de gidip torun koklaycam, diye anlatıyor.

        Büyük oğlan Boğaziçi’nden mezun olduktan sonra Amerika’dan burs alarak gidiyor. Sonra kendi şirketini kurarak Amerika’ya yerleşiyor. Daha sonra kardeşini de yanına alıyor.

        Şoför Seyfi daireleri kiraya veriyor, ama satmıyor, içten içe oğlanların geleceğini umuyor. Şakir Bey ve diğer şoför arkadaşlarıyla buluşup konuştuğunda torun kokusuna hasret kaldığından söz ediyor.

        Bu öyküyü bana anlatan Şakir Bey, “Hocam, Seyfi Ağabeyimizin eşi şeker hastasıydı, yedi yıl önce onu kaybetti. Seyfi Ağabey bizim durağa gelir, çayımızı içer, sohbet ederdi. Hanımı ölünce iyice yalnız kaldı, ama en çok torun koklayamadığından yakınırdı. Kendisini de dört ay önce kaybettik; rahmetlik oldu. Sizin kitap yazdığınızı, konferans verdiğinizi biliyorum, belki yararı olur diye anlattım,” dedi.

        Diğer Yazılar