Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ahmet Altan’ın 15 Temmuz 2010’da Taraf Gazetesi’nde çıkan “Amaaan….” Başlıklı yazısını okudum. Çok şaşırdım ve doğrusu hayal kırıklığına uğradım. Ve bu ülkenin geleceğiyle ilgili belki de ilk defa ciddi olarak kaygılandım. Romanlarını zevkle okuduğum, dil kullanımındaki gücünden etkilendiğim, akıl yürütüşünü sistematik bulduğum ve köşe yazılarına mutlaka göz attığım bir düşünürün sosyal olaylara bu kadar yalın baktığını daha önce fark edemeyişime hayret ettim. İsteyenler yazının tümüne http://www.taraf.com.tr/ahmet-altan/makale-amaaan-2.htm adresinden ulaşarak okuyabilirler. Bu yazıyı alay olsun diye değil, ciddi olarak yazdığını sanıyorum. Beni hayrete düşüren ve kaygılandıran onun Bir gecede çözülemeyecek meselesi yok Türkiye’nin” anlayışı.

        Yani Ankara’da bir grup bir araya gelse ve önerilen yönde kararlar alsa toplumun bütün sorunları ertesi sabaha çözülmüş olacak.

        Bu yaklaşımın bilimsellikten çok uzak olduğunu düşünüyorum. Ben 72 yaşımın içindeyim. Son 52 yıldır insan bilimleri içinde öğrenci oldum ve halen öğrenmeye devam ediyorum. Kendi toplumumun sorunlarıyla ilgili düşünüyor, yazıyor ve konuşuyorum. İnandığım bir gerçek var: Bilimsel yaklaşım ve sistemler kullanılmadan insan ve toplum sorunlarımızı gerçekçi olarak değerlendirip anlayamayız. Sorunların kaynak nedenleri ve gerçeği anlaşılmadan, değişik ideolojilerin ya da çıkarların baskısı altında üretilen çözümler kalıcı olamaz. Sorunlara bu tür çözüm yaklaşımlarını Türkiye’nin temel sorunu olarak görüyorum. Evet, Ahmet Altan’ın bu yazıda ifade ettiği yaklaşımını Türkiye’nin geleceği bakımından çözümden uzak ve tehlikeli buluyorum.

        Merak edenler iki kitabımı okuyarak ne demek istediğimi daha iyi anlayabilirler: 1- Mış Gibi Yaşamlar; 2- Korku Kültürü: Niçin Mış Gibi Yaşıyoruz?

        Sadece kendi kararıyla şirketin bir bölümünün kültürünü değiştirebileceğini düşünen bir yöneticinin bana anlattıklarını sizinle paylaşmak istiyorum.

        Hava alanında önümdeki adam döndü, sizi sesinizden tanıdım Hocam, beni hatırladınız mı, dedi. Yüzü aşina geliyordu. Bir holdingin yönetim geliştirme programında tanıştığımızı hatırladım.

        Gülümseyerek, “Hocam, bizi yaktınız,” dedi; niye, diye sordum. “Eğitimde siz hep biz bilincinin gücünden söz ederdiniz ve ben ikna olmuştum. Asık suratlı, herkesin korktuğu bir direktörün yerine beni direktör olarak atadılar. Sizden aldığım gazla herkesi topladım ve bir biz bilinci konuşması yaptım. Hafifi gülümsemeler oldu, ama önemsemedim. Daha sonra öğrendim ki, yazık oldu bu şirkete demişler, bu şirket batar, at binicisine göre kişner. İlk iki hafta devamsızlık, disiplin olayları arttı, verim düştü. Hocam ben nerede yanlış yaptım?”

        Biz bilincini bir anlam verme sistemidir; bu anlam verme siteminin üzerine oturduğu temellerini oluşturmadan tepeden bir kararla bizi bilinci içinde yönetim oluşamaz. Öyle olsaydı, askerde ağaç diken herkes sivil hayatta da ağaç dikmeyi isteyerek, kendiliğinden sürdürürdü.

        Şirket sahibi akıllıysa bu tür direktörün acizliğini ve anlayış kıtlığını hemen görür ve önlemler alır; şirketini batmaktan kurtarır. Şirket için söylediğim aile yönetimi içinde geçerlidir, okul yönetimi için de. Ve bir devletin yönetimi için de.

        Peki, ‘Biz’in Temelleri’ni oluşturmadan, tepeden inme değişikliklerle demokrasiyi ve özgürlük ortamını oluşturmaya kalkarsan ne olur? Bedeli hesaplanamayacak kadar ağır can ve mal kaybına yol açan bir anarşi ortamı oluşur.

        Umarım söz konusu yazıyı yanlış anlamışımdır. Yazar’ın sosyal olaylara bakışındaki bilimsel düşünce yokluğunu bu kadar zamandır anlayamamış olmamı içime hiç sindiremiyorum.

        Diğer Yazılar