Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçenlerde Amerika’da doktora yapan, yaz tatili için gelmiş biriyle konuşuyordum; Amerika’da arabasının olup olmadığını sordum. Var, dedi. Orada araba sürmek daha mı rahat, diyerek buradaki deneyimiyle oradaki deneyimini karşılaştırmasını istedim. Benim deneyimlerime göre Türkiye’deki ile kıyaslanınca, Amerika’da araba kullanmak çok daha rahat ve güvenli.

        Ama o Amerika’da araba kullanmaktan pek mutlu değildi. “Amerikalılar pek pratik değiller; körü körüne kurallara uyuyorlar; çok hantal bir trafik akışı var,” dedi. Tam bu kelimelerle söylemedi, ama anlam olarak buydu.

        Buna benzer gözlemleri ve şikâyetleri Amerika’da kalmış Türklerden sık sık duydum. Bu insanların çoğunluğu üniversite eğitimi görmüş kişileri; ama üniversite eğitimi görmüş olmaları Türkiye’deki diğer sürücüler gibi olmalarını değiştirmiyor. Okumuşu da okumamışı trafik davranışında benzerlik gösteriyor; kültürün bazı özelliklerini okumuşu da okumamışı da paylaşıyor. Bu konuyu biraz irdelemek istiyorum.

        İlk düşündüğüm, kuralların anlamıyla ilgili. Kurallar devletin kendi gücünü ve denetimini vatandaşa empoze ettiği bir araç olarak mı, yoksa sağlıklı bir toplumsal yaşam için bir gereksinme olarak mı algılanıyor? İki farklı anlamı var kuralların. İlk anlama göre kurala korkulduğu için, ancak polis varken uyulur. İkinci anlama göre kurallar anlamlı olduğu ve herkesin çıkarını temsil ettiği için, her zaman uyulur.

        Uzun yolda trafik çevirmesini karşıdan gelen sürücüye selektör yaparak bildirmek, devlete karşı birleşen halkın bilincini yansıtmıyor mu? Sürücüler neden devletine karşı? Neden kendini korumak için gizlice birleşmek ihtiyacını hissediyorlar?

        İşime geldiği zaman kuralları istediğim gibi eğip büktüğümde nasıl bir geleceğe yol açıyorum? Henüz bu sorunun üzerinde düşünecek ve önemini kavrayacak duygusal olgunlukta olmadığımızı düşünüyorum. Ülkemdeki eğitim bu duygusal olgunluğa –ki, ben buna biz bilinci diyorum - hiçbir katkıda bulunmuyor.

        Arkadaşım Polat Doğru’nun bir trafik öyküsü var; bana yazıp vermesini rica ettim, aşağıdakini verdi:

        Olay 7 Haziran 2010 Pazartesi akşamı, Sabiha Gökçen Havalimanı ile E-5 bağlantı yolunun E-5’le birleşme kavşağında oldu. Saat gece 22:45-23:00 gibiydi.

        Ben havalimanından arabamı alıp E-5 yönüne doğru ilerliyordum. Bu bağlantı yolu üç şeritlik, tek gidiş,bölünmüş, iyi aydınlatılmış oldukça modern bir yol ve dolayısıyla araçlar genelde yüksek süratlerde seyrediyorlar. Bağlantı yolunun en sonunda ise hafif bir dönüş ile E-5 İstanbul yönüne bağlanılıyor.

        Ben o gece kavşağa kadar 100-120 km. aralığında bir süratle geldim. Tek gidiş yönlü kavşağa dadaha hızlı dönebilecekkenhızımı düşürüp 50-60'la sağ şeritten girdim. Kavşak belli bir noktaya kadar kör, yani ilerisi görünmüyor; ben bu körlük noktasını atladığım anda sol şeritten bana doğru gelen bir servis minibüsü gördüm. Hemen sağa doğru iyice yanaştım, zar, zor yavaşladım ve karşıya da selektör yaptım. Minibüs yanımdan geçerken "Ne yapıyorsun," dedim o da "İleride kaza olmuş, yol tıkalı," diye cevap verdi. Oradan kavşağa ters yönden girerek ilerden yolun Ankara yönüne geçmeyi planlıyormuş.

        Öyle anlaşılıyor ki, minibüs şoförü pratik bir insandı ve pratik davranıyordu. Bu adam bu toplumda takdir edilir; ‘iş bitiren biri’ olarak bilinir. Yavaş giden Polat pratik biri gibi davranmıyordu. Bu tür bireysel pratik çözümlerimiz can güvenliğini yönünden büyük boşluklar bırakıyor. Bu boşlukları henüz konuşmaya başlamadık; çünkü can güvenliği yönünden mevcut boşluklarımızın farkında değiliz. Peki, neden farkında değiliz? Sizce üzerinde düşünmeye değer mi?

        Diğer Yazılar