Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        John Sturges’ın “Yedi Silahşörler”i ya da Sam Peckinpah’ın “Vahşi Belde”sini, sekiz bireyli hale getiren oyunbaz bir kanun kaçağı westerni... “The Hateful Eight”, Tarantino için “Rezervuar Köpekleri”nin modeline dönüş sinyalleri anlamına da geliyor. Gözüktüğü gibi olmayan tür tanımının yanı sıra hikaye kurgusuyla oynama, anlatıcıyı kullanma, film objesi yaratma ve toplumsal alegoriyi çözümleme konusunda, ciddi diyaloglarla takılan muzip bir yapıtın sözünü veriyor. Haftanın öne çıkan filmlerinden, en az üç dalda (yardımcı kadın, özgün senaryo, müzik) Oscar adaylığı garanti gibi gözüken “The Hateful Eight”, Cuma’dan itibaren sinemalarda izlenebilir.

        Uçarı sinefil zihniyle sinemaya ayrı bir tat katan Tarantino’nun yolu üç aşağı beş yukarı belli. Onu üzerine çokça uğraşılmış zeki diyaloglarla da, kopya değil saygı duruşu izlenimi bırakan planlı sinema göndermeleriyle de, şiddetin dibine kadar gitme inadıyla da, eskimiş değerleri yeniden canlandırma takıntısıyla da anmak mümkündür. “Rezervuar Köpekleri”nden (“Reservoir Dogs”, 1991) “Zincirsiz”e (“Django Unchained”, 2012) uzanan yolculukta bu öğelerin dozu iyi ayarlanınca ortaya çıkan filmler kalıcı olmuştur.

        BİLİNMEYEN TÜRLERDE ARTİSTİK PATİNAJ

        İşin doğrusu Tarantino, ilk döneminde ‘suç’ ve ‘komedi’yi bir araya getirir. Bundan kendine özgü bir model yaratmayı da bilir. “Ucuz Roman” (“Pulp Fiction”, 1994), suç filmlerinin “Tatlı Hayat”ı (“La Dolce Vita”, 1960), “Rezervuar Köpekleri” (“Reservoir Dogs”, 1992) ise “Rashomon” (1950) usulü ilerleyen bir anti-soygun filmi gibidir. Onun anlatı metodu ve gerekçeleri değişebilir, ama sinema aşkında bir değişiklik olmaz.

        Senarist-yönetmenin üzerindeki De Palma’nın film modelinin etkisi tartışılmazdır. Sam Peckinpah, Roger Corman, Jack Hill gibi rejisörleri sevdiğini de gizlemediği bilinir. Aslında 2000’lerde ‘Kill Bill’ ile ‘her bölümü başka bir sinema estetiğiyle, değişik türlere/alt türlere saygı duruşunda bulunarak çekme’ arzusu coşkulu, biçimci ve fazlasıyla devrimciydi. Büyük oranda bilinmeyen şablonları gündeme getirdi. Bunu takiben istismar filmi, macaroni combat filmi, spagetti western filmi, siyahi istismar filmi derken, aslında “The Hateful Eight” de ilk bakışta ‘klasik western filmi’ gibi gözüküyor.

        WESTERN’İN ALT-ALT TÜRÜ

        Tarantino’nun özelliği adını koysa da “Ölüm Geçirmez” (“Death Proof”, 2007) haricinde safkan bir tür veya alt türün üzerine gitmemesidir. “The Hateful Eight”te de yola çıkış “Yedi Samuray”ın (“Shichinin No Samurai”, 1954) yeniden çevrimi olarak anılan “Yedi Silahşörler” (“The Magnificent Seven”, 1960) ile “Vahşi Belde”nin (“The Wild Bunch”, 1969) öncüleri olarak kabul edildiği ‘ikiden fazla bireyli outlaw western’ alt-alt türü. İlkinde başrolü üstlenen ünlü esmer tenli yıldız Yul Brynner’ın yerine Samuel L. Jackson’ın geçmesi tesadüf değil. “Zincirsiz”de ‘siyahi haydut’a dönüştürülen ‘köle’ Django için onun beslendiği kaynaklar daha farklı olabilir. Fakat yine hikayeyi başlatan kelle avcısı Marquis Warren, hem Afro-Amerikalı hem de binbaşı…

        Tarantino, aynen Welles ve Scorsese gibi baştan itibaren suçlulara olan hayranlığını burada da gizlemiyor. Açıkçası bu iki yönetmene bir sahnede bölünmüş alanlı mercek (split field diopter) kullanarak da yanaşıyor. Filmi 70mm çekmek ise görüntülere ayrı bir doygunluk getiriyor. Tarantino bir ‘İç Savaş sonrası western’i’ne imza atıyor. Yani kıyafetler ve kafa o kadar eski değil. Hatta siyahi ana karakter, Lincoln’ün kendisine yazdığı bir mektuptan söz ediyor. Bu da Tarantinesk bir film objesi (MacGuffin) olarak, çantaların, kılıçların arasına ekleniyor.

        FORD İLE PECKINPAH ARASI

        Aslında oyunbazlık bununla da bitmiyor. Yönetmen filmi altı bölüme ayırmış. İsimler western göndermesi gibi. Ana 60’larda izlediğimiz ‘Bonanza’ benzeri western dizilerinin ‘arkası yarın’ anlayışı akla geliyor. Bunun ötesinde ilk 90-100 dakikalık kısımda, posta arabasının ya da western kulübesinin içinde ‘konuşan kafalar’ kontrolü ele geçirebiliyor. Yani 170’i bulan sürenin zafiyeti, tempo düşürme sıkıntısı filmin ilk yarısında devreye giriyor. “Zincirsiz” gibi bir ‘yönetmenin kurgusu versiyonu’ canlanıyor. Tarantino’daki gerilemenin en önemli sebeplerinden biri bu konuda kendini dizginleyememesi.

        İlk 90-100 dakikada cinsiyetçi diyaloglar, arada yavaş çekimlerin ve aşina olduğumuz şarkıların girişiyle fazla ‘klasik’ duran bir görsel ve işitsel etkileşim var. Robert Richardson ve Ennio Morricone bunu göz ardı etmiş. Karlı atmosferde “Şey”in (“The Thing”, 1982) iki bestesinin kullanılması ise muzipçe… Tarantino, Corbucci ile Leone’den öte John Sturges’ın, John Ford’un kalemi bir işin peşine düşmüş gibi. Ama zamanla “Vahşi Belde”nin şiddet istismarını devreye sokuyor. ‘Peckinpah westerni’ne yöneliyor. Oradaki Vietnam Savaşı’yla alegorik bağ kurma ise sanki siyah-beyaz eşitliği üzerinden Obama dönemine uyarlanıyor.

        ‘WHODUNIT’ DOKUNUŞU

        Ama ortadan itibaren filmin Hercules Poirot adlı Agatha Christie karakteriyle dedektiflik romanlarından aşina olduğumuz ‘whodunit’, yani ‘katil kim?’ sorusunu inceleyen ‘cinayet araştırma’ formülüne kaykıldığı açığa çıkıyor. “Şark Ekspresinde Cinayet” (“Murder on the Orient Express”, 1974), “Ayna Kırıldı” (“The Mirror Crack’d”, 1980) gibi kapalı mekanda geçen edebiyat uyarlamaları akla geliyor.

        Bu konudaki modern denemelerle aşık atmıyor Tarantino. Aksine 90. dakikada kendi anlatıcı sesiyle hikaye kurgusuyla oynama muzipliklerine başlıyor. Sürprizleri daha fazla açık etmeden anlatmak gerekirse, “Rezervuar Köpekleri”nin ‘whodunit western’ versiyonu canlanıyor.

        SEKİZİNCİ FİLMDE NE BU MUZİPLİK?

        Oradaki film modelinde soygun için yola çıkan takım elbiseli suçlu ekibi, bir anda kendini bir depoda kan içinde bulmuştu, bunun arka planı bakış açılarından yansıtılmıştı. Burada ise yine benzer bir örgü var. Ama her şey daha serbest… ‘Outlaw western’i (‘kanun kaçağı westerni’) de, ‘whodunit film’i de yıkan bu yaklaşım, klasik tür omurgasını sarsıyor.

        Tarantino, “The Hateful Eight” ile ‘yediden fazla da olabilir!’ iddiasını ortaya koyuyor. 'Kanun kaçağı westerni', ‘ikiden fazla bireyli’ akan alt-alt türüne çocuksu bir tavırla, sinefil bir ruhla yaklaşıyor. Ama 90’lara geri dönüş çabasıyla ‘özgün’ durma şansını yitiriyor. “Rezervuar Köpekleri”nin modelinin başka bir uygulamasına imza atıyor. ‘Yapımcılığını yaptığı ve rol aldığı Takashi Miike filmini (“Düello”) de sayarsak üçüncü western filmi gerekli miydi?’ sorusunu da sordurtuyor. Kariyerinin iyilerinden veya başyapıtlarından birine imza atmıyor.

        Ama Meksikalısı, siyahisi, kadını, beyazı derken karşımıza bir dönem Amerika’sının alegorisi çıkıyor. Son bölümdeki kan gölünden yönetmenin zevk aldığını bile anlıyoruz. Özellikle Samuel L. Jackson, Demian Bichir ile Channing Tatum’un rollerine çok yakıştığını, Jennifer Jason Leigh’in ise kendi benliğinin tamamen dışına çıkıp kült Tarantino kadınları arasına girdiğini söyleyebiliriz. Erkeksi Daisy Domergue karakterinin adını bir yerlere not etmek şart! Buradaki ‘rakam’ yorumunu sekizinci uzun metrajında Fellini’nin yaptıklarına (bkz. “Sekiz Buçuk”) bir gönderme olarak algılayanlar da çıkacaktır.

        FİLMİN NOTU: 6.5

        Künye:

        The Hateful Eight

        Yönetmen: Quentin Tarantino

        Oyuncular: Samuel L. Jackson, Kurt Russell, Jennifer Jason Leigh, Tim Roth, Demian Bichir, Walton Goggins, Michael Madsen

        Süre: 167 dk.

        Yapım yılı: 2015

        Diğer Yazılar