Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kara film renkli dönemde ‘neo-noir’ adıyla yeni formüller ararken “Dönüşü Olmayan Yol” ile “Eraserhead”i akla getiren, video ile çekilmiş gibi gözüken, gizemli, radikal ve nostaljik bir film çıkmıştı. 1980 yapımı katıksız bağımsız “Union City”, 50’lerde geçen hikayesini renk paleti dışında açı ve oyunculuk tercihleriyle de döneme uyarlama kararı almış gibiydi. Gerçeküstücü ve absürd öğeleri harmanlama becerisiyle ise birçok kara filmde iz bıraktı. Ed Lachman, Deborah Harry ve Marcus Reichert isimlerini duyurdu.

        Zamanında ‘geleceği olan bir yönetmen’ olarak yorumlayabilirdik Marcus Reichert’ı. Ancak ‘tek bir film’ ile kalması üzücü. Zira kara filmin retro dokusunu henüz ‘neo-noir’ 15 yaşını doldurmamışken hakkıyla yerine getirmek kolay iş değil. Sanki düşük çözünürlüklü video renklerini bir ressam edasıyla görselleştirmiş yönetmen. Ed Lachman’ın sinematografik özeni ile ressamlıkla piyasaya giren Reichert’ın soyut tablolardan (bkz. Eduard Von Gebhardt) etkilenen kariyeri filme çarpıcı bir estetik ge tirmiş. “Union City”nin (1980) hafif gerçeküstücü hafif absürd dünyasından bolca kara film analizi akıyor.

        GERÇEKÜSTÜCÜ ATMOSFER ‘ERASERHEAD’ İLE AKRABA

        Sütlerini çalıp eşiyle yatmasından şüphelendiği yan komşusunun üzerine gitmeyi kafaya koyan bir hard-boiled dedektif mizanseni var öncelikle. Ancak yönetmenin “Eraserhead”den (1977) birkaç yıl sonra gerçeküstücü bir kara film (sub-noir) atmosferi yaratması şaşırtıcı. Bunu neo-noir’ı başlatan “Dönüşü Olmayan Yol” (“Point Blank”, 1967) etkisiyle renk filtreleriyle sarması, 70’lerin ‘dingin ve soğukkanlı’ dünyasından çok uzak bir yapıya yol açıyor. “Vücut Isısı” (“Body Heat”, 1981), “Kansız” (“Blood Simple.”, 1984) gibilerinin belki de yolunu açan bir eylem planına sahip “Union City”.

        Tek bir binada ya da polis teşkilatının içindeki yozlaşmalara ve ikiyüzlülüklere dikkat çekerken, ‘saç rengi’ ile seçilen üç kadın tiplemesi de Deborah Harry faktörüyle parlıyor. Ünlü rock şarkıcısının sinemaya beklenmedik bir anda girmesine karşın sırıtmaması, kült bir karakter yaratması takdir edilesi. Sarışın femme fatale prototipi arşivlik. Yönetmenin amacı işin içine gizemi sokup “Barton Fink”ten (1991) “Mavi Kadife”ye (“Blue Velvet”, 1986) ve hatta “Sonuna Kadar”a (“Going all the Way”, 1997) uzanan bir listeyi etkisi altına almak. Süt şişesi ise tonlamayı ‘absürd’ hale getiriyor.

        GÜNÜMÜZÜN DENEMELERİNİ HATIRLATAN BİR NEO-NOIR

        Genelde duvarları da boyayan yönetmenin az kamera hareketiyle hikayenin geçtiği 50’leri, sinematografinin gücüyle hissettirme arzusu çok açık. Video kaset ya da 8mm’nin renk dokusu bu sayede filtrelerle devreye sokuluyor. Bu hedefe ulaşırken Steven Soderbergh, Sofia Coppola, Todd Haynes, Ulrich Seidl, Robert Altman gibi yönetmenlerle çalışıp Oscar adaylığına ulaşacak Ed Lachman’ın enfes sinematografisi tekrar tekrar deneyimlenme arzusu yaratıyor.

        Yönetmen o zamanlar ‘Lynch ile beraber bağımsız sinemanın iki sıra dışı isminden biri’ olarak anılabilecekken şimdilerde ‘sadece kültleşen bir film çekebildi’ ibaresini hak ediyor. Nostaljik tadı, 8 mm gibi duran dokusu, buna eşlik eden oyunculukları ve makyajlarıyla da dikkat çeken bir saygı duruşu denebilir. Siyah-beyaz kara filmlere ‘renk’ katkısında bulunan postmodern doku fazlasıyla günümüzün ruhunu hatırlatıyor.

        KADINLAR, DEDEKTİF VE BELLEK, TAVİZSİZCE…

        Gerçek dedektif karakteri Larry Longacre’in (Everett McGill) zamanla pardösüsünü ve karizmasını kaybedip vicdan azabının ve kuşkularının esiri olması da değerli aslında. Zira bizim Humphrey Bogart’tan alışık olduğumuz bir kadına bağlansa da kendini kaybetmemektir.

        Ancak “Union City”, bunu kırılgan bir yapıya transfer ederken alt açı, üst açı ve çarpık açı egemenliğindeki görsel yapısındaki keskinliği yitirmemiş. İkiyüzlülük de bu koldan seyirciyi etkisi altına alıyor. Filmin esas özelliği bu ‘resim’ ve ‘filtre’ arka planlı görsel ambalajı zaten. Kadınlar, dedektif ve bellek üzerinden vurguladığı ayrıksı ve nostaljik doku akılda kalıyor. Dashiel Hammett ve Philip Marlowe’la beraber 20. yüzyılın ilk yarısının en önemli suç hikayesi/dedektiflik-polisiye romanı yazarlarından Cornell Woolrich’in kısa öyküsü ise temeli sağlamlaştırıyor.

        Ne durumda?

        1980’de Cannes Film Festivali’nde prömiyer yapan film, ülkemizde festivallere dahi uğramadı. Sahibi yok, DVD’sinin çıkması için ümitli değiliz.

        Künye:

        Union City

        Yönetmen: Marcus Reichert

        Oyuncular: Deborah Harry, Everett McGill, Dennis Lipscomb, Irina Maleeva, Sam McMurray

        Süre: 82 dk.

        Yapım yılı: 1980

        Not: Bu bölümdeki filmler, ya uluslararası festivallerde ya da yurt dışında piyasaya çıkmış orijinal DVD’lerinden izlenerek yazılmaktadır. Bu yasal durum, diğer yazdığım filmler için de geçerlidir.

        Diğer Yazılar