Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Minimalist sinemayı erkek figürlerin kontrolü altına aldığı yıllarda Chantal Akerman bir şeyleri değiştirmişti. 1975 yapımı feminist sinema başyapıtı “Jeanne Dielman”, dul bir kadının güncelerini ekonomik karelerle ve sabit kamerayla yansıtır. 201 dakikalık anti-epik bir titizlik ürünüdür. Ekim’de 65 yaşında kaybettiğimiz Belçikalı auteur yönetmen Chantal Akerman’ı anmak için filmi incelemek en güzel yöntem şüphesiz…

        Yalnız ve dul bir kadın olan Jeanne Dielman’ın (Delphine Seyrig) rutini her gün devam etmektedir: Oğluna (Jean Decorte) yemek yapmak, ev işleriyle uğraşmak, market alışverişi için dışarıya çıkmak, küvette kendini temizlemek, yemek yemek. Ama evi döndürmek için erkeklerle para karşılığı beraber olmak da gerekmektedir. Tüm bunların bir araya gelmesi ‘sükunet’ten başka sonuçlara yol açacak mıdır?

        Akerman’ın ‘locked-down shot’ ve ‘sabit kamera’ya yüklenerek çektiği eser 201 dakikadır. Karakterlere odaklanmadan ortada duran kameranın gözlemledikleri öne çıkar. 200 dakikayı geçmek, süreyi bu kadar uzatan epik filmlere bir cevaptır (“Rüzgar Gibi Geçti”, “Arabistanlı Lawrence”, “Ben-Hur”, “Baba 2” vs.). Filmin 230 dakikalık Angelopoulos klasiği “Kumpanya”yla (“O Thiasos”, 1975) aynı yıl çekilmesi (ki bence ondan daha belirleyicidir) ilginç bir tesadüftür.

        İş feminist sinemadan başlasa da aslında buradaki durum, tekrarlarla baygınlık geçirtmek, Dielman’ın bunalımına bizi de sokmaktır. Psikolojik bastırılmışlık, kendini ifade edememek, fikir özgürlüğü sorunsalına, kadın kimliğinin en bariz problemine götürür herkesi…

        İşte beş maddede bir başyapıtın incelemesi:

        1-Bir kadının günceleri

        Bir kadının rutinini üç günde önümüze döken ve bunu bir anlamda ‘gerçek zamanlı’ olarak yansıtan bir çalışmadır “Jeanne Dielman” (“Jeanne Dielman, 23 Rue du Commerce”, 1975). Aslında sinemaya girdi girecek derken 1974’te “Ben Sen O” (“Je Tu Il Elle”), bir anlamda ilişkinin farklı boyutlarına, cinsel arayışa/uyanışa siyah-beyaz bir bakıştı, incelikli minimalist gözlem vurucuydu orada. Başrolü Akerman’ın ta kendisinin üstlenmesi, lezbiyen kimliğin kişisel bir dışavurumu gibiydi.

        “Jeanne Dielman”, bir annenin hikayesi. Kocasını kaybettiği andan itibaren kendini oğlunu doyurmaya, yetiştirmeye adamış bir kadının bıkkınlığını sinemasal öğelerle veriyor. Günbegün tekrarlar birbirini izlerken aslında bizim yanımıza kar kalanlar çekici hale gelmeye başlıyor. Yönetmen hikaye dışı sesi (non-diegetic sound) sıfırda tutuyor. Bizi kaydedilen minimal ses efektleriyle baş başa bırakıyor.

        Açılışta kadının yüzünü kesen bel planıyla (“Yedinci Kıta”yı etkiledi) birlikte ‘yasaklı’ bir iş yaptığına inandırıyor. Aslında bu adamları, yatak kimyasını, müşterileri fazla görmüyoruz. Kapalı kapılar ardında iş görülmesi ‘locked-down shot’ metodunu değerli kılıyor. Ama her şeyin rutine bağlanmasıyla birlikte aslında ‘çocuk’la ilişkide de küçük bir ensest iması sezebiliyoruz. Bu da finale hazırlık yapmak için.

        Yönetmen genel plana yerleştirdiği kamerasıyla ‘derin odak’ çalışmış. Arka planda radyosundan koltuklarına kadar yeşilin, beyazın hakim olduğu bir ‘doğallık’, ‘orta sınıf dairesi’ var. İlle de gri olsun, beyaz olsun, mat renkler olsun diye uğraşılmamış. Kadın görüntü yönetmeni Babette Mangolte sinemaya çok anlamlı bir giriş yapıyor. 1.66:1 doğru kullanılmış.

        Aslında Dielman’ın “Hayatını Yaşamak”tan (“Vivre Sa Vie”, 1962) etkilendiği söylenebilir. Zamansal akışı üç epizota değil üç güne bölse de Andy Warhol’u, Robert Bresson’u, Jean-Luc Godard’ı izleyerek bir minimalist gelenek oluşturmak istediği açığa çıkıyor. Bresson’da çokça gördüğümüz ‘locked-down shot’ kullanımı belirgin. Yani kameranın yerinde kalmasıyla aksiyonu bize göstermemesi, duymamızı sağlaması bir üslup metoduna dönüşüyor. Kimlik ve temalar açısından Edith Carlm ar, görsel titizlik ve mekan kullanımı açısından Yasujirô Ozu etkisi de bunlara eklenebilir.

        2-Feminist sinemadaki konumu

        Dielman’ı patates doğrarken, şinitzeli una bularken, genelde mutfakta görüyoruz. Geceleri ise oğlunun yatak odasına girip yatağın yanındaki perdeyi düzeltebiliyor, bu rutin olaylar üç saat boyunca tekrarlanıyor. Aslında ‘dış mekan sahneleri’nde de kameranın genele konulurken çok uzağa yerleştirilmediği ortaya çıkıyor. Arka plandaki netliği yakalamaya uygun lensler kullanılıyor. Gözlemciliğin boyutu tartışmalı noktalara uzanıyor.

        Kadrajın iki tarafındaki öğeleri ekonomik çerçevelere dahil etmek için çaba sarf ediliyor. Oyuncuların bel, diz ve boy planları yönetmenin hedefi olmuş. Aslında eve dönüşlerde giriş kapısına yerleşen kameranın posta kutularını net çekerken, ilerideki kapının arkasını ‘flu’ bıraktığı, dar odakla, ‘yukarıda bir şeyler oluyor’ dedirtmeye çalıştığı ortaya çıkıyor.

        İkinci uzun metrajlı filmde başyapıta imza atmak zor iş olsa da Akerman burada ‘günlük rutin’ üzerinden hesaplı bir yapıyla bunu beceriyor. Deneysel kamera açılarıyla sabit kamera minimalizmini birleştiren bir dinginlik filmin ruhunu belli ediyor. Tek karakter üzerinden akarken, geneli tek mekana hapsolan, neredeyse klostrofobik duran eser için ‘eşsiz’ demek mümkün. Açıkçası geçtiği dairenin adresini ve numarasını isimde vermek dahi başlı başına bir gerçeklik tanımı yaratıyor.

        Film, Agnès Varda’nın “5’ten 7’ye Cléo”sunun (“Cléo de 5 a 7”, 1962), Věra Chytilová’nın “Küçük Papatyalar”ının (“Sedmikrásky”, 1966) çekildiği; Macaristan’dan Márta Mészáros’un; İtalya’dan Lina Wertmüller, Liliana Cavani’nin; İsveç’ten Mai Zetterling’in; Yeni Alman Sineması’ndan Margarethe Von Trotta’nın çıktığı; ABD’den cinsel istismar filmleri çeken Doris Wishman bir yana Barbara Loden ve Barbara Kopple’ın denemeler yaptığı yıllarda, ‘feminist sinema’da özel bir yere yerleşiyor aslında. Önceki kuşaklardan Edith Carlmar etkisini bilemeyiz, ama bu konuda iddialı.

        3-Final

        Seyrig’in final sekansındaki konuşulan motivasyonu halen akıllarda. Aslında bir anda elindeki makasla cinsel ilişkiye girdiği adamı doğrayan Dielman, hiç kalıbının kadını değil. Ama bu, onun cinsel haz yaşamadan oğlunu besleme çabasına ‘isyan’ etmesinden kaynaklanıyor. Bu bölümde de yönetmen kamerayı yukarı koyup aşırı yılgınlıkla Dielman’ın üzerindeki ruhsuz ve sessiz müşteriye dikkat çeker.

        Bir anda yüz ifadesi bozulan Seyrig’in bir veya iki sonraki planda arka planda adamı makasladığını görürüz. Tempo asla hızlanmaz, amatör bir müzik devreye girmez, kamera hareketi yalnızlığı bozmaz. Aslında bu durum beklenmez hiçbir şekilde. Ama filmin tutarlılığına uygun bir şekilde ‘locked-down shot’ uygulaması, yerine sabitlenen kamera ve ayna bu sekansın adını koyar.

        Sonrasına kesmeyle ise karanlıkta sigara içen Dielman’la karşılaşırız. Çaresizlik midir, pişmanlık mıdır, yoksa rahatlama mıdır, orası muamma. Ama filmin son beş dakikasındaki bu ikilem halen etkili. Feminist okumalara da açık. Kendi ayakları üzerinde duran kadının ‘mecburi bastırılmışlık’ı, suç kavramıyla geri döndüğünde buradaki motivasyon da yerli yerine oturur. Akerman, ‘anne-oğul’ ilişkisine dair çok şey düşündüğünü göstermiştir bu sonla.

        4-Deneysel filmlerden beslenen minimalist auteur

        1950’li Belçikalı yönetmen, 1968’de Belçika’da sinema okuduktan sonra 22 yaşındayken New York’a yerleşti. Jonas Mekas’ın kurduğu Anthology Film Archives’da deneysel filmlere bağlanan Akerman, kariyerine bu yönde işlerle başladı. 1968’da ülkesinde çektiği kısa film “Blow Up My Town”ı (“Saute Ma Ville”, 1968) takiben 1970’lerin başında uzun çekimlerden oluşan deneysel filmlere imza attı. Mekas, Warhol ve Brakhage etkisi barizdi. Ama kariyer bu yönde gitmeyecekti.

        1974’te ilişkinin, cinsel arayışın aşamalarını masaya yatıran “Ben Sen O”, yazar, erkek aşık ve kadın sevgilinin bir araya geldiği bir cinsel kimlik tasviri gibiydi. Siyah-beyaz yapıt, feminist ve lezbiyen sinemanın unutulmaz eserleri arasına girdi. Akerman uzun metrajlı ilk filminde üslubunu ispatlıyordu. Planlı reji, minimalist yapı dikkat çekici bir bütüne dikkat çekerken, plan sekans çekilmiş lezbiyen seks sekansı da akıllardan çıkmadı.

        1975’te “Jeanne Dielman” ile esas başarı geldi. Ardından ise “Anna ile Randevular” (“Les Rendez-Vous D’Anna”, 1978), bir yönetmenin yolculuğuna bakarken, sanki “Ulis’in Bakışı”nın (“To Vlemna Tou Odyssea”, 1995) esin kaynağını devreye soktu. Bir bakıma ‘yola çıkma’nın Akerman versiyonuydu.

        Kesintisiz uzun planlar, bolca konuşma, çıplaklık ve yatak hayatı filmin malzemesine dönüştü. Almanya, Belçika derken aslında trene biniş ve onun yanından yürümek bile uzun çekimlerin odak noktası olmuştu. Film, “Jeanne Dielman”daki ‘locked-down shot’ tercihi fazla devreye girmese de, bol diyalog ve ikili planlar yönetmenin karamsar karakterini açığa çıkarıyordu.

        Ardından “Toute Une Nuit” (1982), “Les Années 1980” (1983), “Letters Home” (1986), “Histoires d’Amériques” (1989), “Nuit et Jour” (1991) geldi. Aralara kısa filmler, video enstalasyonları da sıkıştı. 1996’da ise Juliette Binoche’lu, William Hurt’lü Hollywood serüveni “New York’ta Bir Çılgın” (“A Couch in New York”) yönetmenin kariyerindeki düşüşe dikkat çekti. 1999’da “Sud” ve 2000’de “Tutsak” (“La Captive”) şaşaalı ilk döneme dönüş sinyalleri gibiydi.

        “Yarın Taşınıyoruz” (“Demain On Déménage”, 2004) ve “Budala Almayer” (“La Folie Almayer”, 2011) sinemacının kumaşını koruduğunu ama eski formunda olmadığını ispatladı. 2015’te yönetmen “No Home Movie” ile aslında ilginç ve yerinde bir miras belgeseline imza attı. Annesini kameraya alırken onunla ilişkilerinin yol açtığı kabusa dikkat çekti. 1976 tarihli onun mektuplarıyla New York görüntülerini iç içe geçiren “News from Home” akla geldi. “No Home Movie” gibi kişisel bir b elg eselin ardından Akerman’ın Ekim’deki vefatı ise çok üzdü.

        5-Takipçileri

        “Kibritçi Kız” (“Tulitikkutehtaan Tyttö”, 1990), “Safe” (1995), “Claire Dolan” (1998), “Meleğin Düşüşü” (2002) ve “Polis Memurunun Karısı” (“Die Frau Des Politzisten”, 2012) ilk akla gelenler. Öte yandan Kelly Reichardt, Naomi Kawase, Gus Van Sant, Zeki Demirkubuz ve Ulrich Seidl’ın Akerman’ın etkisini reddetmeyeceği nettir.

        Nereden bulabiliriz?

        Amazon.com’daki Criterion Collection DVD’si İngilizce altyazılı ve tam arşivlik!

        Kimlik:

        Jeanne Dielman (Jeanne Dielman, 23 Rue du Commerce)

        Yapım yılı: 1975

        Yönetmen: Chantal Akerman

        Oyuncular: Delphine Seyrig, Jean Decorte, Henri Storck, Jacques Doniol-Valcroze

        Senaryo: Chantal Akerman

        Diğer Yazılar