Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Evrim”, Fransız sinemasından çıkan ve özgünlüğüyle şaşkına çeviren bilimkurgu filmlerinin bir yenisi… “Hayat Ağacı”nın sorduğu soruları, H.G. Wells’in ‘Dr. Moreau’nun Adası’ misali yönlendiren bir çeşit ‘soyut distopya’ reçetesi. “Kayıp Çocuklar Şehri”nin anti-tezi, “Sineklerin Tanrısı”yla “Stepford Kadınları”nı buluşturan alternatif, feminist ve mitik bir anne-çocuk ilişkisi tanımı da denebilir. Yılın en iyilerinden “Evrim” yarın vizyona giriyor, Başka Sinema’nın sunduğu bu fırsat kaçmaz!

        “Masumiyet”le (“Innocence”, 2004) bizi yeraltına götürmüştü Lucille Hadzihalilovic. “Hanging Rock’ta Piknik”in (“Picnic at Hanging Rock”, 1975) zalim öğretmenleri ve klostrofobik atmosferini güncelleyen tedirgin edici gençlik filminin ‘mitolojik’ hali iz bırakmıştı. Öğrencilerin tabutla geldiği soyut bir Hades tanımıydı yaratılan. Ama yatılı okulda her şeyin bir gerçekliği olduğunu idrak etmemiz hayal kırıklığı olmuştu.

        MOREAU’NUN ‘HAYAT AĞACI’

        O tekinsiz duyguyu hala içimizde taşıdığımız anda, 11 yıl sonra belki de onun ‘erkek çocuklar’a uygun versiyonu geldi. “Evrim” (“Evolution”, 2015), insan evrimini araştıran, ama bunu “2001: Uzay Yolu Macerası” (“2001: A Space Odyseey”, 1968) gibi uzayın derinliklerinde veya “Hayat Ağacı” (“The Tree of Life”, 2011) gibi doğa belgeseli-aile hayatı çarpışmasıyla yapmayan bir iş. Meselesini epizotlara bölmüyor, hipnotize edici olmak istemiyor. Her şeyi bir adaya sıkıştırıyor.

        Dr. Moreau’nun adası gibi planlanan atmosfer, natüralizm ile tekinsizliğin birleştiği ‘fütüristik bir ameliyat seansı’na sokuyor bizi. Hadzihalilovic, H.G. Wells’in ‘Doktor Moreau’nun Adası’ romanından etkilenmiş. Sinemaya 1911’den bu yana transfer olan, başta Erle C. Kenton imzalı “Kayıp Ruhlar Adası” (“Island of Lost Souls”, 1932) olmak üzere uzun metrajlı uyarlamalarla da bilinen, popüler kültürde iz bırakmış bir kaynak. Yönetmen, oradaki ‘half-breed’ ya da ‘hayvan-insan kırması’ bilimsel deneyine dair bir ‘body-horror’ (bedensel korku) gözlemiyle bilimkurgunun doğasını daha sükunet yüklü hale getiriyor. Elbette doktorluk ‘kadın’ olarak tasarlanınca feminist bir filmle yüzleşiyoruz.

        MİTİK VE PSİKOLOJİK GELECEK TASVİRİ

        Çıplak annelerin cenin halinde bebekleriyle durduğu, duşa girdiği veya çocuklarıyla el ele tutuşarak yürüdüğü yabancılaştırıcı ve yeniden doğulan bir evren planlıyor. Bunu yaparken 81 dakikayı çok iyi kullanıyor, geniş açılara sadece sahilde geçiyor. Başlangıcı denizin altından alınan bir genel planla yapıp da aslında meselesinin mitik tarafını benimsememizi sağlıyor.

        “Evrim”, sanki anne-çocuk ilişkisini aile kutsamasına tercih eden alternatif bir gelecek tasviri gibi. Ataerkil topluma, maço kültürüne karşı çıkarak mükemmeliyetçi ve makineleşmiş bir ‘anaçlık’ın peşine düşüyor. Bunu yaparken de aslında kadın tarafının ameliyatla bebekler üretmesinin, kopyalamasının üzerine gidiyor. Solungaçları çıkan kutsal ruhun bunu benimsetmesi akıllara Oedipus kompleksinin en temel halini ya da “Stepford Kadınları”nı (“The Stepford Wives”, 1975) getiriyor.

        SİNEKLERİN TANRISI’NA BODY-HORROR DESTEĞİ

        Aslında bu bağlamda okuması yapılabilecek eserde, Medea’nın girdiği bir “Who Can Kill a Child?” (“¿Quién puede matar a un niño?”, 1976), “Sineklerin Tanrısı” (“Lord of the Flies”, 1963) temsili var sanki... İlkinde çocukların insanları tehdit ederken kendilerini nasıl geliştirdiklerinin anlaşılmadığı, ikincisinde ise William Golding’in ada macerasına ve gelişime açık bir yabanilikten beslendiği netti.

        Burada son karede ise işi ‘sanayi devrimi’ne bağlayan bir kaçış arzusu var. “Maymunlar Cehennemi”nin (“Planet of the Apes”, 1968) unutulmaz finaliyle akraba bu bölüm. Öte yandan kabusun ‘anne-çocuk’ birlikteliği olması aslında bütün duygusallığı yıkıyor. Hadzihalilovic fazla müzik ve diyalog kullanmadan kaydırma hareketi ve sabit planın sakin kullanımlarıyla iz bırakıyor. ‘Az diyalog, bol sinema’ya güzel bir örnek veriyor.

        UNUTULMAZ FRANSIZ BİLİMKURGULARI ARASINDAKİ YERİ HAZIR

        Sinema tarihine Fransa’dan adını yazdıran belirleyici ve özgün bilimkurgu filmlerinin arasına sokuyor “Evrim”i. Louis Malle (“Black Moon”), Léos Carax (“Kötü Kan”), Jean-Luc Godard (“Alphaville”), François Truffaut (“Değişen Dünyanın İnsanları”), Alain Resnais (“Je T’aime Je T’aime), Luc Besson (“Son Savaş”), George Melies (“Aya Yolculuk”) gibilerinin bu konudaki yetkinliği düşünüldüğünde kadın eli şaşırtmıyor.

        “Evrim”, adeta bir çocuk kabusu, bir kapitalizm düşü, distopik bir bilimsel deney öyküsü olarak da okunabilir. 70’lerin İspanya’sındaki Franco kabuslarını yansıtan ya da büyülü gerçekçiliğe kayan çocuk merkezli eserleri de akla getiriyor. Sakin adımlarla ilerlerken çocuğun röntgenciliği, sürekli soyut bir mekana sıkışıp anlam kazanıyor. Özelliği de bu ‘yeniden doğum’ ya da ‘hayate adapte olma’ meselesinde yatıyor sanki. Film, sinema tarihindeki en olağandışı ada tanımları arasındaki yerini de alıyor.

        FİLMİN NOTU: 8.1

        Künye:

        Evrim (Evolution)

        Yönetmen: Lucille Hadzihalilovic

        Oyuncular: Max Brebant, Roxane Duran, Julie-Marie Parmentier

        Süre: 81 dk.

        Yapım yılı: 2015

        Diğer Yazılar