Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, AİHM'in kararına rağmen Osman Kavala'nın tahliye edilmemesi nedeniyle başlattığı ihlal sürecinde ikinci ve kritik oylamayı yaptı. Türkiye Kavala’yı tahliye ve beraat ettirmezse konsey üyeliğinden çıkış dahil ağır yaptırımlar gelebilir.

        Bundan sonra söyleyeceklerimin bağlamından koparılmaması için şunu baştan belirteyim; Osman Kavala’nın zanlar, ispatlanamayan iddialar ve geçmiş hesaplaşmalar üzerinden yıllardır haksız yere cezaevinde olduğunu düşünüyorum. Keşke AİHM kararı uygulansa ve adil bir yargılama yapılsa...

        Öte yandan reel politik açısından baktığımda Avrupa Konseyi kararının etkisi olmayacağını, aksine zaten inada binen bir meselenin daha büyük bir inatlaşmaya döneceğini düşünüyorum.

        Avrupa 20 yıldır Erdoğan’ı tanıyamadı.

        Dış politika doktrinini dünya liderleri ile duygusal ve eşit ilişki üzerine inşa etmiş bir siyasi figüre yaptırım tehdidi ile yaklaşırsanız hiçbir etkisi olmaz. Tersine Batı ile arasına mesafe koyan Türkiye’yi daha da uzaklaştırırsınız.

        Türkiye uzunca bir süredir lider merkezli kararlar üzerinden yönetiliyor. 2016’da yaşanan başarısız darbe girişiminin yarattığı travma ile bu durum güvenlikçi politikaların özgürlükçü demokrasiye tercih edildiği bir makas değişikliği ile bütünleşti. Cumhur İttifakı bu zemin üzerinden yükseldi. Gücünü de seçimlerde halkın yarısının oyunu alarak pekiştirdi. Bugün de arkasında yaklaşık yüzde 45’lik bir desteği tutmayı sürdürüyor.

        Peki ne oldu da kuruluş aşamasında Avrupa Birliği’ne girmeyi hedefleyen, demokratikleşme vaat eden AK Parti ve Erdoğan bugün Avrupa Konseyi tarafından yaptırımla karşılaşacak çizgiye geldi?

        Pek çok analist ve yorumcu bunu kısaca Erdoğan’ın otoriterleşmesi, yakınındaki demokrasi yanlısı ekipleri tasfiye etmesi ve Batı çizgisinden uzaklaşması olarak açıklıyor.

        Oysa yakın ekibi bu sürecin karşılıklı hayal kırıklıklarının yarattığı bir güvensizlik duygusunun sonucu olduğunu iddia ediyor.

        Örneğin Erdoğan’ın dış politikada önemli kurmaylarından biri olan ve güvenlikçi perspektife pek sıcak bakmadığını tahmin ettiğimiz İbrahim Kalın, Batı ile ilişkilerin bu noktaya gelmesinde ilgili ülkelerin geçmiş tavırlarının önemli rol oynadığını söylüyor.

        “Sayın Cumhurbaşkanımız ABD ve Avrupa dahil herkesle aynı göz hizasında, karşılıklı çıkar ve saygı temelinde, eşit, şeffaf bir ilişki modelini benimsiyor. Bu ilişki biçimine alışamayanlar Cumhurbaşkanı'mızı 'Batı’dan uzaklaşıyor' diye suçlamaktansa dönüp kendi muhasebelerini yapmalılar” diyor. Batı ile uzaklaşmanın temelinde AB sürecinde sürekli engeller çıkarılmasının, Gezi olayları ve 15 Temmuz'da Batı'nın Erdoğan'ı devirme niyetinin görülmesinin ve Türkiye'nin ulusal güvenliğini ilgilendiren hayati meselelerde hiçbir olumlu adım atılmamasının etkisinin olduğunu öne sürüyor.

        Burada Kalın’ın 'herkesle göz hizasında ilişki' vurgusu önemli çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bire bir iletişiminin güçlü olduğu liderlerle ilişkilerini daha iyi yürüttüğünü biliyoruz.

        Rahip Brunson örneğine bakalım. Brunson’ın serbest bırakılmasını sağlayan Trump’ın “Ekonominizi mahvederim” tweet'i değil, Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesiydi.

        Alman gazeteci Deniz Yücel’in serbest bırakılması da kınama mesajlarının sonucunda değil, Merkel ve Erdoğan’ın sıcak diyaloğu üzerinden gerçekleşti.

        Buna karşılık yaptırım tehditleri karşısında boyun eğmemeyi tercih eden bir Erdoğan var.

        ABD Başkanı ‘Aptallık etme’ diye mektup gönderdi diye Türkiye Suriye operasyonunu ertelemedi.

        CAATSA yaptırımları S-400’den tümüyle vazgeçilmesine neden olmadı.

        Aksine içeride “Dış güçlerin operasyonu” söylemine dayanak sağladı.

        Şimdi benzer şekilde Avrupa Konseyi kararları da Kavala konusunda değişiklik yaratmayacaktır.

        Ta ki Batılı liderler Erdoğan ile bu meseleyi yüz yüze konuşuncaya kadar.

        Fakat şunu da unutmayalım ki Kavala meselesi ne Erdoğan-Biden görüşmelerinde ne de Merkel-Erdoğan görüşmelerinde gündeme gelmedi. Çünkü her ne kadar bugün AİHM’in saygınlığını korumak için yaptırımdan söz etseler de başka alanlardaki menfaatlerinin yanında Kavala konusu önemsiz kalıyor.

        Zaten Avrupa’nın Türkiye’ye adam akıllı yaptırım uygulayacak hali yok. Sığınmacı meselesi ve Rusya-Ukrayna krizi ortadayken bunu yapmaları mümkün değil.

        Sonuç olarak Avrupa’nın yaptırım tehdidi Kavala’nın durumunu kolaylaştırmıyor, tersine zorlaştırıyor. Üzücü olan da bu...

        İmamoğlu için avantaj mı dezavantaj mı?

        İmamoğlu için avantaj mı dezavantaj mı?
        0:00 / 0:00

        Önceki yazıda İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ardı ardına İngiltere ve ABD Büyükelçileri ile görüşmesinin Batı karşıtlığının yükseldiği bir ortamda sağ-milliyetçi seçmen tarafından şüpheyle karşılanacağını ifade etmiştim.

        Dün, İmamoğlu ile sağlam ilişkileri olan bir akademisyen bu tespitime kısmen itiraz etti. Zamanlama açısından iki görüşmenin üst üste gelmesinin doğru olmadığını ancak Batı ile ilişkileri gerilimli Erdoğan karşısında dünyayla iyi diyalog kuran genç lider algısının İmamoğlu için avantaj sağlayacağını söyledi.

        “Tabii belediye başkanı olarak sosyal hizmetlerini artırarak seçmen desteğini kazanması şartıyla” diye de ekledi.

        Bu arada, konuştuğum kamuoyu araştırmacıları ısrarla muhalefet için en güçlü iki adayın Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş olduğunu dile getiriyor.

        Yavaş, iktidardan uzaklaşan kararsız sağ seçmenin oyunu alabiliyor, HDP’lilerin oyunda ise ciddi oranda fire veriyor.

        Seçim döneminin aksine son dönemde seküler kesimin beklentilerini öne alan İmamoğlu ise HDP tabanından tam destek alırken, kararsız muhafazakâr seçmende fire veriyor.

        Meral Akşener’in dolaylı desteği, bu rekabette ibrenin İmamoğlu’na dönmesi ihtimalini her geçen gün artırıyor.

        CHP Genel Merkezi’nin sürekli fısıldadığı “Ama İmamoğlu sembolik Cumhurbaşkanlığı için uygun bir profil değil” tezi ise muhalefetin Meclis seçimlerinde 360’ı yakalayamayacağının, dolayısıyla mevcut sistemle devam edileceğinin kabullenilmesiyle zamanla etkisini yitirebilir.

        İnsanlık suçu

        İnsanlık suçu
        0:00 / 0:00

        Yunanistan güvenlik güçleri, bir kez daha insanlık adına utanç verici bir olaya imza attı. Sınırlarına dayanan sığınmacıların giysilerini ve ayakkabılarını zorla aldıktan sonra 12’sinin donarak ölmesine neden oldu.

        Hayatını kaybeden göçmenlerin o yürek burkan halleri bugün dünya basınının birinci gündemi olmalıyken hepsi gözlerini kapatıyor. Dünyanın önde gelen gazetelerinin birinci sayfalarına bakın; küçük bir haber dahi olmamış.

        Ülkenize kaçak göçmen kabul etmiyor olabilirsiniz fakat zorla soyup soğukta ölüme terk etmek ile Nazilerin yaptıklarının ne farkı var?

        Adaletli bir dünyada yaşıyor olsaydık bu duruma müsaade eden Yunanistan yönetiminin BM tarafından en yüksek düzeyde kınanması hatta yargılanması gerekirdi.

        Yunanistan Göç Bakanı Notis Mitarachi, haberlerin asılsız olduğunu söyleyerek “Sınıra hiç varamadılar. Türkiye’ye zorla geri itildikleri iddiası deli saçması” demiş. Bir de üste çıkarak Türkiye’nin sığınmacıların sınıra yaklaşmasını engellemekle mükellef olduğunu ifade etmiş.

        Oysa insan hakları örgütleri Yunan polisinin geçmişteki benzer davranışlarını da hatırlatarak bunun göçmenleri vazgeçirmek için uygulanan bir yöntem olduğunu anlatıyor.

        AB Komisyonu'nun içişlerinden sorumlu üyesi Ylva Johansson da Yunanistan’a soruşturma başlatma çağrısında bulunmuş.

        Peki bu çağrılar bir yaptırıma dönüşür mü? Elbette hayır...

        Zavallı sığınmacılar, dünya politikalarına etki edecek güçlü bir lobileri olmadığı için sessizce ölüme terk ediliyor.

        Diğer Yazılar