Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Geçen hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye’yi Avrupa Birliği’ne almak için bize de birilerinin savaş açmasını mı bekliyorsunuz?” çıkışı üzerine “Batı Türkiye ile yeni sayfa açmaya hazır mı?” diye bir yazı yazmıştım. Sonraki gün Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer Landrut’un basın müşaviri Miray Hanım arayarak yazımı okuduklarını ve Büyükelçi Landrut’un bu kapsamda bir röportaj verebileceğini söyledi.

        Bunun üzerine önceki gün Habertürk’te buluştuk ve artık buzdolabından dondurucuya atılan Türkiye’nin AB üyelik müzakereleri hakkında konuştuk.

        Açıkçası Landrut Türk halkının AB’nin oyalama taktiklerinden fena halde sıkıldığının ne kadar farkında pek emin olamadım ama içinden geçtiğimiz dönem iki tarafın da bezdiği bu süreci hayata döndürmek için tarihi bir fırsat olabilir.

        Ukrayna savaşı bölgedeki denklemi değiştirirken Türkiye’nin pozisyonunun ne kadar önemli olduğunu son 3 gündür yaşanan diplomasi trafiğinden de net bir şekilde görüyoruz.

        Türkiye’de insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü sorunlarından bahsederken, üyelik sürecinde kendi paylarına düşen özeleştiriyi yapmaya pek yanaşmayan Avrupalı dostlarımız bu konuların aynı zamanda bir atmosfer meselesi olduğunu anlayabilseler keşke…

        REKLAM

        Sayın Büyükelçi Landrut’a da röportaj boyunca bu gerçeği anlatmaya çalıştım. Sorularım ve aldığım yanıtlar şöyle:

        Rusya'nın Ukrayna'yı işgal girişimi bölgesel olarak bütün ilişkileri değiştirmeye başladı ve Atlantik İttifakı'nı da önemli hale getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu haftaki konuşmalarından birinde Avrupa Birliği'ne bir çağrı yaptı. "Madem Ukrayna'nın Avrupa Birliği'ne girişini ciddiye alıyorsunuz, aynı şansı bize de verin" dedi. Bu dönem, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girişinin tekrar konuşulması için yeni bir başlangıç olabilir mi?

        Öncelikle şöyle başlayayım isterseniz; Rusya'nın Ukrayna'ya yönelik başlatmış olduğu bu savaş niteliğindeki saldırı, bütün uluslararası hukuk kurallarını ihlal etmektedir. Avrupa Birliği, Türkiye, NATO, hepimiz bunu kınadık ve kınıyoruz. Şu anda bütün çabalarımızın da Ukrayna'yı desteklemek ve bu saldırıyı da sona erdirmek üzere yoğunlaşması gerekiyor. Türkiye'nin de bu saldırıyı kınamış olmasını takdirle karşıladık. Yine aynı şekilde Türkiye'nin NATO içerisindeki pozisyonu da son derece açık ve destekleyici nitelikteydi. Ayrıca Türkiye'nin Ukrayna'yı destekleme yönündeki tutumunu da takdirle karşılıyoruz.

        Avrupa Birliği Konseyi Başkanı Sayın Charles Michel, telefonda Sayın Cumhurbaşkanı'yla görüştü. Yüksek temsilci Borrell Antalya'ya geldiğinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'yla görüşecek. Bütün bu toplantılar aslında hepimiz için Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin nasıl daha verimli hale getirilebileceğini tartışmak için fırsattır. Böyle bir ortamda güvenlik konusunda daha fazla işbirliği yapmak için bir alan olduğunu düşünüyorum. Ekonomik işbirliği için de yine daha fazla alan olduğunu düşünüyorum. Bu savaş dolayısıyla birtakım yaptırımlar hayata geçirildi. Bu yaptırımların sonuçları olacak, burada da işbirliğine ihtiyacımız olacak. Dolayısıyla, şimdi ve daha yoğun bir şekilde bir işbirliği olacağını düşünüyorum.

        Türkiye'nin genel olarak diplomatik girişimlerini de çok takdirle karşıladık. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı, Rus Dışişleri Bakanı ve Ukrayna Dışişleri Bakanı'nı bir araya getirdi. Türkiye'nin bu diplomatik çabaları sayesinde Ukrayna için barışçıl bir çözüm bulunacağı yönünde ümitlerim var. Özetle, bu işin içinde hepimiz varız. Hep beraber çözüm için çalışmak zorundayız.

        Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer Landrut, Kübra Par'a konuştu.
        Avrupa Birliği Türkiye Delegasyonu Başkanı Büyükelçi Nikolaus Meyer Landrut, Kübra Par'a konuştu.

        Rusya'nın bu işgalini elbette kabul edemeyiz fakat, "Türkiye, Avrupa Birliği'yle yeni sayfa açabilir mi, yeniden müzakereler sürecine girebilir miyiz?" soruma tam olarak yanıt alamadım. "Ekonomide, güvenlikte işbirliği yapabiliriz" sözü aslında Türkiye'ye hep, "Tamam, siz burada kalın, belirli derecede ilişkilerimiz olsun ama üzgünüz, sizi içimize de alamayız" anlamı mı taşıyor?

        Sonuçta müzakere süreci çok uzun bir süreç. Hem adaylar için hem de potansiyel aday ülkeler için.

        Yapmayın sayın büyükelçi, 60 yılı geçen çok çok uzun bir süreçten söz ediyoruz!

        Bütün katılım süreçlerinde aslında geçerli olan siyasi Kopenhag Kriterleri'dir. Avrupa Birliği içerisindeki kurumlar, Avrupa Komisyonu her yıl ülke raporlarında bu değerlendirmelerini yapar. Zaten ekimde de çıkacak yine bu rapor. Raporda insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına bakarlar. Bu alanlarda yaşanacak herhangi bir temel iyileşme önemli bir unsur olur ve o unsura dayalı olarak hem AB Konseyi hem de parlamento kararlarını verir. Bu bütün adaylar için de aynı şekilde geçerlidir. Herhangi bir kestirme yolu yoktur.

        İnsan hakları ve hukuk konusunda Türkiye'ye yönelik Avrupa'dan gelen eleştirileri biliyoruz. Ben şahsen bir gazeteci olarak büyük bir kısmına hak da veriyorum. Fakat şöyle bir durum söz konusu: Türkiye'nin 2000'li yıllarda Avrupa Birliği'ne giriş sürecinin hızlandığı, arka arkaya fasılların açıldığı dönemde Türkiye'deki atmosfer çok farklıydı. İnsan hakları konusunda, demokrasi konusunda, Avrupa Birliği'ne giriş rüzgârının da yarattığı daha özgür bir ortam vardı. Kamuoyundan da çok büyük bir destek geliyordu. Siz şimdi "Bunun kısa yolu yok" diyorsunuz ama Türkiye kamuoyunda da bir müddet sonra "Aslında bizi istemedikleri için oyalıyorlar" psikolojisi oluştu. Kamuoyunda da bu destek azaldı. Dolayısıyla, aslında sürece ivme kazandıracak olursanız belki bahsettiğiniz problemlerde de ilerleme sağlanacak bir atmosfere girebiliriz.

        REKLAM

        Tabii ki algılar farklı farklı olabileceği için bunları tartışmak istemiyorum fakat ben zaten yıllık raporlarımızın olabildiğince dürüst ve olabildiğince nesnel bir şekilde hazırlandığına inanıyorum. Dolayısıyla her bir sürecin değerlendirmesinin temelinde de bu raporlar var. Burada benim düşüncem, ilerleme nerelerde mümkün olacaksa oralarda işbirliği yapmamızın öncelikli olarak daha önemli olduğu yönünde. Ancak böylece tekrar karşılıklı olarak güveni inşa edebiliriz.

        Hangi alanlarda yapılabilir?

        Mesela geçen sene çok üst düzeyde siyasi diyaloglar ve toplantılar gerçekleşti. Mesela iklim değişikliği konusunda, küresel ısınmayla mücadelede ve sağlık alanında işbirliği yapıyoruz. Mesela Türkiye'nin dijital aşı sertifikası Avrupa Birliği'nin kabul ettiği ilk dış ülkelerden birinin sertifikası. Bu şekilde Türk vatandaşlarının Avrupa Birliği içerisine seyahat etme şansı oldu. Mülteciler ve göç meselesi de en önemli noktalardan bir tanesi. Öğrenci değişimi için kullandığımız Erasmus ve Horizon var. Bununla da Türkiye'deki araştırma yapan akademik camiayı sürece dahil etmiş oluyoruz. Dolayısıyla, öğrenci değişiminden araştırmaya, göçe, sağlığa, iklime, pek çok farklı konularda son 1 yıldır çalışıyoruz ve ilerleme kaydettik. Benim esas ümidim, bu yaptığımız işbirlikleriyle beraber bir güven tesis etmemiz ve bunun üzerini inşa etmeye başlamamız. Ancak ondan sonra başka adımları da atmak mümkün olacaktır. Benim düşüncem, bunun adım adım ele alınması gereken bir süreç olduğu.

        Adım adım ilerlemeyle oyalanırken hem Avrupa hem de Türkiye olarak çok tarihi bir fırsatı ıskalıyor olabilir miyiz? Şunun farkında mısınız bilmiyorum ama 15 Temmuz darbe girişiminden beri Türkiye kamuoyunda ciddi bir Batı karşıtlığı oluştu. Ukrayna savaşıyla beraber bu hava hafifleyebilir. Eğer bu dönem de böyle ağır adımlarla geçiştirilirse her iki taraf için de tarihi bir fırsat kaçırılabilir mi, ne dersiniz?

        Şimdi tabii adım adım demek, ille de yavaş olacağı anlamına gelmiyor; adım adım koşabiliriz de! Bence burada insanlar daha yeni oluşan bu jeopolitik değişim ortamını anlayabilmiş değil, daha doğrusu daha yeni yeni anlamaya başlıyorlar. Rusya'nın bu saldırısını aslında bir anlamda 11 Eylül dönemine benzetebiliriz çünkü bu saldırıyla beraber çok çok büyük başka bir dönem başlıyor. Bu yaşadıklarımız başlayalı daha 10 gün olmuş. Daha bunun bizim için ne anlama geleceğini algılayabilecek durumda değiliz. Evet, doğru, ben de katılıyorum; yeni fırsatlar anlamına gelebilir. Bu aynı zamanda Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde yaşananların etkisini düşünmemiz için de alan yaratabilir. Sayın Borrell Antalya'ya geliyor. Bütün bunlar aslında bize tekrar bir değerlendirme şansı sunacak diye düşünüyorum. İki taraf için de bu bütün değişimler ne anlama geliyor, bizim ilişkimiz açısından ne anlama gelecek; bunları değerlendirmek için fırsat olacaktır. Umarım bu fırsatları kullanırız. Dediğim gibi, adım adım demek yavaş olacak anlamına gelmiyor; adımlar küçük olmak zorunda da değil. Sadece diyorum ki bu yaşananlar bizim için ilişkimiz için ne anlama geliyor; bunu daha iyi algılayabilmeliyiz.

        Bu hafta Project Syndicate'de (Project-syndicate.org) Josep Borrell'in Ukrayna krizi üzerine yeni bir makalesi yayınlandı. Orada Borrell, "Rusya'nın Ukrayna'yı işgal ettiği haftadan beri jeopolitik bir Avrupa'nın doğuşuna şahitlik ediyoruz. Avrupa Birliği'ni nasıl daha etkili ve güvenlik konularına duyarlı hale getirebileceğimiz üzerine geçen 10 yıl boyunca tartışıp durduk, oysa 10 yılda alamadığımız yolu 1 haftada aldık" diyor. Buradan hareketle şunu sormak istiyorum: Ukrayna savaşı, Avrupa'nın kendi birlikteliği üzerine nasıl bir etki yaptı ve bu etki kalıcı olacak mı? Özellikle de Rusya'ya karşı enerji bağımlılığı söz konusuyken…

        "Enerji bağımlılığı" dediniz; sadece Avrupa değil, tabii ki Türkiye de enerji alanında bağımlı. Aslında bu bahsetmiş olduğunuz, Fransa Cumhurbaşkanı'nın Sorbonne'da 2017'de yaptığı 'Avrupa'nın Egemenliği' başlıklı kavramla ilgili olarak tartışılagelmiş bir konu. Şimdiye kadar zaten hep hazırlıklar yapıldı. Fakat bu savaşla beraber aslında bunların hepsi gerçek oldu, yani artık kâğıt üzerinde yazılı olan şeyler olmaktan çıktı ve gerçek bir tehdit haline geldi. Avrupa Birliği Konseyi, Fransa'da tam da işte bu konuları tartışacak. Aslında Avrupa Birliği bu saldırılar sonrasında iki koldan şimdiye kadar hiç görülmemiş adımlar attı. Birincisi, Ukrayna'ya ekonomik anlamda bir destek sağlandı. Bir de şimdiye kadar hiç yapmadığı bir şey yaptı ve askeri destek sağladı. Tabii ki diğer taraftan Rusya'ya karşı birtakım mali yaptırımlar da hayata geçirildi. Bütün bunlar yapısal birtakım değişiklikleri beraberinde getirebilir. Dolayısıyla bu sadece bir kerelik değil, bizim için daha kalıcı bir değişim anlamına da gelebilir. Sadece Avrupa Birliği kurum olarak değil, üye devletler de çok ciddi anlamda kendileri harekete geçtiler. Savunma bütçelerini önümüzdeki yıllar için çok ciddi oranda artırdılar. 100 milyar Euro'dan bahsediliyor. Sadece Almanya ve Polonya da değil, diğer üye devletler de bu konuda adım attı. Bir de bu bağlam içerisinde Avrupa Birliği, NATO ile işbirliğini de bir anlamda yeniden yapılandırdı. Bu çok önemli çünkü bu konuda konuşulmaya başlandı. NATO'nun önemi ve ne kadar önemli bir ittifak olduğu bir kez daha anlaşıldı ve tabii bununla bağlantılı olarak Türkiye'nin NATO içerisindeki üyeliğinin ne kadar önemli olduğu bir kez daha konuşuldu. Bütün bunlar, NATO-Avrupa Birliği işbirliğini bir başka noktaya taşıyabilir, çok önemli bir adım olabilir ama özetle, üye devletler çok ciddi anlamda aksiyon aldılar fakat bundan sonrası artık devlet ve hükümet başkanlarının yapacağı ve karar verebileceği bir şey. Benim bu noktada herhangi bir tahminde ya da bir spekülasyonda bulunmam mümkün değil. Ama bütün bunlar sonuçta masada ve tartışılan konular.

        REKLAM

        Aslında enerji bağımlılığını azaltmak için yenilenebilir enerjiye yapılan yatırımı artırmamız gerekiyor. Yenilenebilir enerjiniz olduğu zaman enerji bağımlılığınız azalıyor çünkü ülkenizde güneş tepenizde, rüzgâr esiyor, su akıyor. Dolayısıyla bütün bunlara yatırım yaptığınızda maliyeti de düşecek ve insanların daha rahat karşılayabileceği bir hale gelecek. İkincisi de enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekiyor. Ben şahsen enerji krizine yanıtın Avrupa Birliği-Türkiye işbirlikleri açısından da çok önemli olduğunu düşünüyorum.

        O zaman neden enerjiyle ilgili fasıl açılmıyor?

        İşbirliği yapmak için fasıl açılmasına gerek yok. Yenilenebilir enerjiye sağlanan destek, bunun depolanması gibi çok farklı alanlarda işbirliği yapılabilir. Fasıl dediğimiz işin sadece mevzuat kısmıdır; şu anda bizim ihtiyacımız olan şey enerji.

        Türkiye ile Avrupa Birliği'nin kuracağı işbirliklerinden bir tanesi de aslında savunma sanayii. Az önce Almanya'nın savunma bütçesini 100 milyar Euro'ya çıkardığından bahsettik. Cumhurbaşkanı Erdoğan da Avrupa'ya seslendiği konuşmasında "Türkiye ile savunma sanayii işbirliğine yaklaşmıyorsunuz. Biz müttefikiz; bize araç gereç, mühimmat niye vermiyorsunuz?" dedi ve Avrupa'yı samimi olmamakla eleştirdi. Önümüzdeki süreçte Türkiye'yle de yeni savunma anlaşmaları yapılabilir mi? Örneğin Türkiye'nin hava savunma sistemleriyle ilgili bir talebi var.

        Silah veya genel olarak savunma sanayii için gerekli olacak ekipmanın satın alınması konusu tamamen ulusal bir karar; Avrupa Birliği'nin müdahale etmeyeceği ve ülkelerin kendi başlarına verdikleri bir karar. Bizim Avrupa Birliği içerisinde koordinasyonumuz var, Avrupa Savunma Ajansı var; sadece onun içerisinde bir etkileşim oluyor ama satın alma kararları münferiten ülkeler tarafından veriliyor. Farklı pazarlara bakılabilir ve tabii ki bir işbirliği mümkündür ama böyle bir şeye Avrupa Birliği kurum olarak karar verme durumunda değildir.

        Türkiye'nin de Rusya karşıtı yaptırımlara katılmasını bekleyecek misiniz, bu yönde zorlayacak mısınız?

        Bu bahsetmiş olduğunuz Rusya'ya karşı alınacak tedbirler tabii ki konuşulacak konular arasında olacaktır, fakat Türkiye'nin buradaki kararını da anlayabiliyoruz. Türkiye de tıpkı Avrupa ülkelerinde ya da diğer ülkelerde olduğu gibi sonuçta bu tedbirlerden etkilenecek. Dolayısıyla aslında neler istendiğine bakmak gerekiyor. Biz yaptırımları sadece yaptırım olsun diye hayata geçirmedik; sonuçta amaç Rusya'nın karar verme sürecini etkilemek, bir an önce bu savaşı durdurmasını sağlamak. Dolayısıyla bakmamız gereken şey bundan sonra sahada, gerçek hayatta durum nasıl değişecek, savaştaki durum ne olacak, Türkiye'nin de aracı olduğu müzakereler dahil nasıl bir sonuç verecek... Eğer daha hızlı bir sonuca ulaşılmasını sağlamayacaksa yaptırımların hayata geçirilmesinin ne anlamı var. Ama durum kötüleşirse, o zaman bu tedbirlerin sayısını artırmak ya da tedbirleri uygulayanların sayısını artırmak, başka ülkelerden de katılmalarını istemek daha önemli hale gelecek. Bunu önümüzdeki haftalarda göreceğiz.

        Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri üzerine konuşup mülteciler meselesini konuşmamak olmaz. Türkiye 4 milyondan fazla Suriyeli'yi ağırlıyor ama aslında Türk halkının bu konudaki sabrı azalıyor. Avrupa’nın Türkiye’yi mülteci deposu gibi görmesi de Yunanistan'ın sınırı geçmeye çalışan mültecilere dönük bazen şiddet, bazen kabalık içeren tavırları da Türk halkını öfkelendiriyor. Öte yandan, Ukrayna'dan gelen mültecilere sonuna kadar kucak açarken Afrika veya Afganistan kökenlileri kabul etmeyen bir Avrupa var karşımızda. Bu konuda Avrupa'nın artık bir özeleştiri yapma zamanı gelmedi mi sizce?

        İnsanın her zaman yaptıklarını düşünmesi ve değerlendirmesi iyi bir şeydir. Bütün koşullarda herkes için geçerli bu. Türkiye, bizim defalarca da ifade ettiğimiz gibi olağanüstü bir çabayla, bu kadar büyük bir mülteci topluluğuna bu kadar zamandır ev sahipliği yapıyor. Avrupa Birliği de kendi imkânlarına göre bu mültecilerin toplum için yarattığı yükü hafifletmek adına kendince yardımcı olmaya çalışıyor. Fakat Ukrayna’da gördüğümüz, şimdiye kadar bizim şahit olduğumuz en hızlı ve en büyük mülteci dalgası oldu. Neredeyse 2 hafta olacak, 2 milyona yaklaşan bir sayıdan bahsediyoruz. Bu kadar insan Ukrayna'yı terk ediyor. Benim resmi makamlardan, hükümet temsilcilerinden duyduğum -bütün Avrupa ülkeleri için aynı şey geçerli- hepsi, Ukrayna'dan kim gelirse gelsin, Avrupa'da kendilerine yer verileceğini ifade ediyorlar. Burada etnik kökeniniz, dininiz ya da hangi ulustan geldiğiniz önemli değil; savaştan kaçan herkese kapılarının açık olduğunu ifade ediyorlar. Tabii bunun nereye doğru evrileceğini, daha kaç kişinin savaştan kaçacağını bilmiyoruz. Kaç kişi ne kadar süre kalacak bilmiyoruz. Ama ben Türkiye'de de bu anlamda çok ciddi bir dayanışma görüyorum. Ukrayna'dan gelen insanlara karşı bir dayanışma sergilendiğini, o mültecilerin de kabul gördüğünü, onlara kucak açıldığını görüyorum. Dolayısıyla, aslında şu anda önemli olan insanlığın kazanması. Hepimiz elimizden geleni yapacağız.

        Diğer Yazılar