Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gelin şu iki soruya yanıt arayalım…

        Ankara olmasaydı Rusya Suriye sahasında uluslararası meşruiyetini kazanabilir miydi?

        Ya da ABD, YPG sahasında bu denli rahat tahakküm oluşturabilir miydi?

        Haydi bir üçüncü soruyu da buna ekleyelim…

        Her ikisinin Suriye sahasında meşruiyet kazanmasına, hatta bulundukları alanlarda rahatça hareket etmelerine olanak sağlayan “Ankara tutkalı” olmadı mı?

        Geçenlerde SWP’deki makalesinde Galip Dalay’ın da vurguladığı gibi, Türkiye ile işbirliği Rusya’ya Suriye sahasında meşruiyet kazandırdı.

        Hatta gelecek hafta Ankara’da yapılacak Türkiye, Rusya, İran devlet başkanlarının katılacağı Üçlü Zirve’nin ardından, Ekim’de yapılması planlanan Türkiye-Almanya-Fransa ve Rusya Dörtlü Zirvesi’nin de ortağı haline getirdi.

        Dolayısıyla Suriye sahasında Moskova’ya uluslararası meşruiyeti Ankara verdi.

        MEŞRUİYET KAZANIMI

        Eğer Ankara tutkalı olmasaydı Rusya Suriye sahasında yine olurdu ama bugün elde ettiği rahatlığı ve meşruiyeti kazanamadığı gibi partneri Şam’ın da elinin bu denli rahatlamasını sağlayamazdı.

        Ankara’da bunun karşılığında Afrin ve Fırat Kalkanı sahasında PYD’nin kantonlaşıp Akdeniz’e uzanmasının ve devletleşmesinin önünü kesti.

        Sonuç olarak Halep, Hums, Hama, Doğu Guta’dan Şam karşıtı muhalif güçlerin İdlib sahasına çekilmesi de Rusya’ya sunulan jestler sonucu gerçekleşti.

        Bundan Şam kârlı çıktı diye bakılabilir, ama ne olursa olsun son tahlilde Moskova sahada uluslararası meşruiyet kazandı ve Suriye sahasında belki de uzun yıllar kalıcı hale geleceği Lazkiye’ye üs kurdu.

        Uzun yıllar özlemini çektiği Doğu Akdeniz’e yerleşmek bir yana, yeni enerji sahası, zengin hidrokarbon yataklarının tam dibinde yer edindi.

        Oraya yapışmasını sağlayan da Ankara tutkalıydı.

        ABD’NİN PYD ÜZERİNDEN KAZANCI

        ABD için de durum farklı değil.

        Asker tabutu gelmesinden bıkan ABD halkının “cehennem gördüğü” Ortadoğu sahasına bir daha gelmemek üzere Irak’tan çekilmiş, az sayıda varlık bırakmış Washington için Suriye sahasında bugünkü varlığını sağlaması kolay değildi.

        İlk adımda DAEŞ’e karşı mücadele adı altında hava gücü ile girdiği sahada bugün başlangıçta hiç de ummadığı oranda toprağa, daha önemlisi petrol yataklarına hükmediyor.

        PYD bölgesinde, batılı bir ülkedeki üs bölgesindeki trafik kazasında verebileceği zayiatla en üst derecede etkinliğini ve tahakkümünü yürütüyor.

        Bu noktaya gelmesini kolaylaştıran da DAEŞ ile mücadele etmek üzere kurulan “Uluslararası Koalisyon Gücü”nden başkası değil.

        ABD, bu gücü tekeline aldı ve Suriye’nin yarısına hükmeder hale gelmesinin manivelası yaptı.

        Bununla kalmadı DAEŞ ile mücadeleye katkı için yolladığını iddia ettiği 50 bin TIR silah ile bölgede YPG’yi, vekil savaşçılarını yetiştirdi.

        Bundan 5 yıl geriye gidildiğinde Suriye sahasında esamisi dahi okunmayan yepyeni askeri güç yarattı.

        Dolayısıyla bundan böyle ABD’nin YPG ile olan ilişkisi farklı bir yöne gitmesini beklemek yanıltıcı olur.

        İKİLİ ÇÖPÇATANLIK

        Washington da bunu gördüğü için tıpkı Moskova’nın Ankara ile Şam arasını iyi etme çabasına benzer şekilde YPG ile ara bulmaya çalışıyor.

        Bir yandan Kuzey Doğu Suriye sahasında “güvenlikli bölge” adı altında bant açtığını ileri sürüyor; bunun aşamalarla 5 kilometreden 14 kilometreye kadar varacağını iddia ediyor.

        Ama PYD bölgesinde yer alan kentlere girilmemesi, sahada oluşacak çatışmalardan kaçınılması, eğer bir aksaklık görülürse de bunun kendi aracılığı ve oluşturulan “Kent Konseyleri” eliyle çözüm formülü getiriyor.

        Menbiç’teki modeli birebir PYD sahasında uygulamak istiyor.

        Kuzey Doğu Suriye’yi geçmişte Kuzey Irak’taki yaşananlar üzerinden okuyor; bir zamanlar Barzani için Ankara’dan söylenen sözler nasıl yumuşadıysa, benzerinin PYD için olacağını varsayıyor.

        Belki bundandır Ankara’dan dün de olduğu gibi ne zaman sert çıkışlar gelse anında bir heyet göndererek yumuşamayı sağlamak için elinden gelen çabayı sergiliyor.

        YENİ GÖZLEM NOKTALARI MI?

        Moskova’nın tavrı da Washington’dan farklı değil…

        Ankara’nın Şam ile bozuk olan arasını düzeltmesi için her yöntemi denedi.

        ABD’nin DAEŞ üzerinden yürüttüğü politikayı Moskova da HTŞ üzerinden devam ettirdi.

        Daha önce Hama, Hums, Halep, Doğu Guta’da olduğu gibi İdlib sahasında da HTŞ’yi gerekçe göstererek Şam güçlerinin ilerlemesini sağladı.

        Son dönem saldırıları sonucu Şam güçlerinin kontrolü altında kalan 8, 9, 10 numaralar işlevsizleştiği gerekçesiyle, 7 numaradan M4 otobanı boyunca batıya paralel seyredecek yeni gözlem noktaları tavsiyesini sanki kendisine ait değilmiş gibi farklı yollardan öneriyor.

        Özetle, 16 Eylül’de Ankara’da yapılacak Üçlü Zirve öncesi taraflar pozisyon alıyor.

        Son dönem Suriye sahasında yaşanan gerilimlerin ve hareketlenmenin gerisinde de aslında Üçlü Zirve yatıyor.

        Görünen o ki yeni göç dalgası riskinin de arttığı Suriye sahası Üçlü Zirve, BM Genel Kurulu sırasında yapılacak temaslar ve ardından gelecek Dörtlü Zirve ile çok daha hareketlenecek.

        Bugünden farklı ne olur derseniz, onu da önümüzdeki pazartesi yapılacak Üçlü Zirve’den çıkacak sonuç gösterecek.

        Diğer Yazılar