Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        YUKARIDAKİ cümle AK Parti’nin etkin bir ismine ait…

        Bir süredir Anadolu yollarında olduğunu, memleketinden yeni geldiğini söyledi...

        Ne gördüğünü sordum, yanıtı ilginçti:

        “Bugüne kadar gördüğümüzün en düşük seviyesini gördük. Düşüşün en yükseğini yaşadık. Ama geçmişte de benzer durumlar yaşadık, sandığa yaklaştıkça oylarımız artar…”

        Bu öngörüde bulunmasının nedenini de gittiği illerde caddede gezerken seçmenin gelip kulağına, “Çok çalışın partiye ve Reis'e (Erdoğan) aman sahip çıkın…” demesine bağlıyor.

        Dikkatimi çeken ise “Düşüşün en yüksek seviyesi” sözünü dün söyleyen partinin önde gelen tek yöneticisi olmaması…

        Benzer cümleyi dün AK Parti’nin etkin en az üç isminden daha duydum...

        AYNI HAVUZDA KALIYOR

        Nitekim AK Parti adına kamuoyu araştırmaları yapan GENAR Başkanı İhsan Aktaş da dün benzer bir yaklaşımda bulundu, yeniden yükselişe geçme eğiliminden söz etti.

        "AK Parti geçmişte de benzer süreçler yaşadı. Sandığa yaklaştıkça oylar yükselir. Çünkü seçmen bakıyor ki gidecek yer yok. Yine en iyisi Erdoğan deyip tekrar dönüyor..."

        Dikkat çektikleri nokta ise AK Parti’de düşüş olmasına karşın, seçmen yöneliminin aynı havuzda kalması, MHP ve BBP’ye yönelmesi.

        REKLAM

        Yani büyük bir kopuşun muhalefet lehine yaşanmaması…

        Muhafazakar seçmen davranışlarında bunun görülmesi aslında normaldir.

        Ayrıca muhafazakar seçmen her ne olursa olsun, liberal ve sol seçmen gibi tepkisini içinde daha fazla koruma yetisini gösterir.

        Koptuğu zaman ise geçmişte ANAP ve DYP örneklerinde de gördüğümüz gibi erozyon davranışı sergiler.

        Ekolojik mülteciler geliyor

        Ekolojik mülteciler geliyor
        0:00 / 0:00

        SABAH evden çıktığımda, otomobilin derecesi 16,5’u gösterince aklıma ilkokul yıllarında bizlere öğretilen şu cümle geldi:

        “Yazları sıcak ve kurak, kışları soğuk ve yağışlı…”

        Aslında bu kalıp bir asırdır bu coğrafyada yaşayan halkların iklime bakışının özetini oluşturdu…

        Ancak dün sabah Ankara’daki hava sıcaklığı akşama kadar durumunu fazla değiştirmedi, en fazla 19 dereceye kadar çıkabildi.

        Bu coğrafyanın hava durumunu tanımlayan karasal iklimin mantığına bu denli aykırı durum aslında bugüne özgü de değil.

        Sanki Kastamonu’da geçen yıl benzer olaylar yaşanmamış gibi, bugün karşılaştığımız sel baskınını hayretler içinde izliyoruz…

        Hatta geçen yıl bu durum neredeyse 1,5 ay sonra Ağustos’un ortasında karşımıza çıkmıştı.

        Ezine Çayı Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde 65 kişinin hayatını kaybettiği felaketin yaşanmasına yol açmış, bugün İnebolu’da sıkıntı yaratan Söke Çayı da yine etrafına zarar vermişti.

        Dolayısıyla zaten var olan sorun tekrar etti…

        Sorun ise geçen yıl bu sorunun ortadan kaldırılması için atılacak adımlar konusunda tüm yetkililerin verdiği sözde yatıyor.

        Görüntüler açık…

        Dere yatağının çevresindeki yapılar ne ortadan kaldırılabilmiş ne de taşkına yol açan bölgelerde bentler kurulmuş…

        Yine görüntüler ve bölgede bulunan arkadaşlarımın aktardığına göre birkaç yere göstermelik bent yapılmış, onu da daha ilk aşamada sel önüne katıp savurmuş.

        GELECEK YIL DAHA AĞIRI GELECEK

        Hemen belirteyim, gelecek yıl da benzerini yaşayacağız.

        Bu da bir iddia değil, bilimsel bir veri.

        Öncelikle bilim insanlarının %97’si geçen yüzyılda iklimin insan kaynaklı ısındığını kabul ediyor.

        NASA’nın küresel sıcaklık ölçümüne göre 1880’den bugüne geçen dilimde, son on yıl en sıcak yıllar olarak kayda geçmiş bulunuyor.

        O denli ki Zonguldak, Kastamonu havzasında sel ve soğuk hava etkisini sürdürürken, biraz ilerisinde Çanakkale’de çok uzun süredir damla yağmur düşmüyor.

        Bu durum sadece oralarda bugün yaşam sürenler değil, World Meteorological tarafından yayınlanan verilerde de net görünüyor.

        ATMOSFER KAOTİKTİR

        Nitekim kentsel ısı ile ilgili çalışmalarını geçmişte de izlediğim 18 Mart Üniversitesi Mimarlık Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ali Tolga Özden de dünkü sohbetimizde bunu kayda geçirdi.

        “Bizzat ben teoride gördüğüm her bir şeyin bugün gerçekleştiğine tanıklık ediyorum” dedi.

        Yakın geleceğe ilişkin de öngörüde bulunmaktan uzak durdu, nedeni de şöyle dile getirdi:

        “Atmosfer kaotiktir. Bırakın uzun vadeyi, geçmiş verileri alıp aynı senaryoyu bugün yapmaya kalksak yine aynı sonuca ulaşamayız. Oysa deprem öyle değil. Geçmişte var olan 5 bin yıllık verileri alıp yakın gelecekte nasıl bir sonuç vereceğini öngörebiliriz. Ancak atmosfer için bunu söylememiz imkansız…”

        Bu durumda yapılacaklar belli…

        Ancak orada da bir başka gerçek, insanoğlunun enerji ihtiyacı karşımıza çıkıyor.

        Rusya’nın doğalgazı kısma kararı aldığı, AB ülkelerinin dönemsel olacağını ileri sürse de ülkesinin fosil yakıt kaynaklarına yeniden döndüğü bir dönemde geriye tek çare kalıyor.

        Kentleri buna uygun hale getirmek…

        En azından Bozkurt’ta geçen yıl yaşanan felaketten sonra bir şeylerin yapılabildiğini görmek.

        3,2 MİLYAR DOLARI ALAMADIK

        Bu aşamada “para mı var ki yapalım?” diyenler olabilir.

        Sorun da burada başlıyor.

        Türkiye Paris İklim Anlaşması’na imza koyduktan sonra hedeflerini karşılayabilmesi için 2 milyar doları Dünya Bankası, geri kalan 1,2 milyar doları da Almanya ve Fransa’nın desteği ile 3,2 milyar iklim desteği almaya hak kazandı.

        Nitekim, bir süre önce Türkiye’yi ziyarette bulunan Dünya Bankası Avrupa ve Orta Asya Bölgesi’nden sorumlu Başkan Yardımcısı Anna Bjerde de meslektaşım Sevil Erkuş’a verdiği demeçte projelerin beklendiğini kayda geçirmiş ve bunun içinde su yönetimini de saymıştı.

        Bu kapsamda bir kısmı kredi ve bir miktarı da hibe olmak üzere 3,2 milyar dolar ek kaynağı seferber edeceklerini açıklamıştı.

        Peki buna ilişkin bir gelişme oldu mu derseniz hemen yanıt vereyim olmamış…

        Buna ilişkin kaynağım da iklim değişikliği üzerinde çalışmaları bulunan ve uzun yıllardır bu konuya odaklanan Dr. Baran Bozoğlu…

        Bozoğlu, dün sohbet ederken kentlerin iklimin yeni durumuna göre tekrar yapılanması gerektiğine işaret etti.

        “Türkiye strateji planını ve niyet beyanını yenilemesi gerekiyordu, bunlar olmadığı için o para da gelemedi” deyip devamını getirdi:

        “Rusya’nın son dönem tutumu da gösterdi ki çözüm ötelenecek. Bu durumda yapılacak tek şey var kentleri iklime uyumlu hale getirmek. Irmak, çay, dere yataklarının üzerlerini açıp, çevresindeki yapıları kaldırmak.”

        Asıl soru da burada başlıyor.

        Yapılabilir mi?

        Yanıtı İnebolu, Bozkurt’ta dün yaşananlarda…

        ZORLA GÖÇ BAŞLAYACAK

        Bunun başka bölgelerde de karşımıza çıkmamasının olanağı yok.

        Dolayısıyla o dere yatağı bu yıl erken uyarı sayesinde daha fazla can almadı, ancak gelecek yıl çevresinde yaşayanlar üst katlara çıkarak kurtulamayacak.

        Dilediğiniz kadar çevresine bent koyun, en fazla 5 yıl sonrasında yatağındaki evlerin ağırlıklı bölümünü önüne katıp sürükleyecek.

        Bu da ister istemez yeni bir göç dalgasına, yeni kentsel mültecilerin karşımıza çıkmasına neden olacak…

        Bu gerçekten de kim ne yaparsa yapsın çıkış olmayacak.

        Diğer Yazılar