Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Avusturalya kıtasında “Ateş Şahini” adında bir yırtıcı kuş yaşar. İşi gücü orman yangınlarını kovalamaktır bu yaratığın. Yangın başlar başlamaz, yangından kaçan hayvanların yolunu keser, saldırır, yakalar, onlarla beslenir.

        Nerede bir orman yangını varsa, Ateş Şahini oradadır. Yangın ne kadar uzun sürerse o kadar sevinir hayvan, her yangın daha çok yemektir onun için çünkü.

        *

        Muğla haritasında Gökova Körfezi bir timsah ağzı gibi durur. Timsahın üst çenesi Milas-Bodrum, alt çenesi Datça yarımadasıdır.

        İlkokulda Türkiye haritasını çizerken en çok bu bölgeyi çizmede zorlanırdık. Denizin içine böyle kıvrıla kıvrıla uzanan kara parçasına bir mana veremez, bu yeryüzü şeklinin haritada böyle durmasının hikmetinden sual etmez, bazen o çıkıntıyı haritaya eklemeyi unutur, öğretmenimizden kırık not alırdık.

        *

        Marmaris’in tepelerinden kendini aşağı bırakıp, çam ormanı içinden Hisarönü’ne indiğinde; Çubucak’tan başlayıp Knidos’a kadar uzanan yaklaşık yüz kilometrelik bir cennet yoluna girersiniz.

        Sağ yanınız Ege, sol yanınız Akdeniz’dir. Hiç durmayıp Antik Yola paralel giden yolda Knidos’a vardığınızda, iki deniz aynı anda karşılar sizi. Ege ve Akdeniz’ burada buluşur. Ta İspanya kıyılarından gelen dalgalar Knidos’ta Ege’nin sularıyla hemhal olur. Deniz köpük köpük olur. O köpükleri, iki denizin sevişmesi olarak nitelendirmiş Antik dönemin şairleri, aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit de iki denizin böyle sevişmesinden doğmuş onlara göre.

        *

        Datça yarımadası şimdi iki yangın yerinin ortasında kalmış. Karadan gelen tek yol Marmaris yönündendir. Yangın Hisarönü Körfezinde yolu kapatmıştı ben bu yazıyı yazarken. Kuzeyinde de Bodrum yanıyordu. Kuzeyden ve doğudan esen rüzgarlar buraya yanık çam kokularını getiriyor kaç günden beri. Hava puslu, bir duman bulutu çökmüş denizin üstüne.

        Yangın uzaktan kara bir duman şeridine dönüşür, yaklaştıkça parlaklığı verir kendini ele.

        Buradan ne Bodrum ne de Marmaris yangını seçiliyor, buranın payına düşen yanan şeylerin havaya savrulmuş külü, kesif bir yanık kokusu, bir de uzaktan seçilen kara bir canavara benzeyen mahşeri bir duman…

        *

        Günlerden beri burada yaşayanlar, o kara dumanı “barbarları bekler” gibi bekliyorlar. Ya yangın Balıkaşıran’ı da aşıp buralara gelirse!..

        Bura ahalisi tarih boyunca hem denizden hem de karadan insanın yangına benzer saldırılarını beklemiş durmuş. Denizden gelecek saldırılara karşı koymak nispeten kolay, kale inşa edersin kıyıya, kapanırsın içine… Ama kara saldırılarına karşı savunma biraz daha zor.

        “Ne dersin, yangın buraya da gelir mi?” diye tedirgin sorular soranlara, “Merak etmeyin, Balıkaşıran’dan bu yana orman yok, yanacak bir şey olmadığı için de yangın buraya gelmez, siz burada yaşayanlar, burada çıkma ihtimali olan yangına karşı dikkatli olun yeter, Marmaris yangını buraya zor gelir” diye teselli ediyorum kendimce.

        *

        Balıkaşıran mevkiinde, Ege ile Akdeniz bin metre kadar yaklaşır birbirine. Öyle ki, bir balık bir denizden öteki denize atlayabilir. Zaten mevki adını da bundan alır.

        Antik dönemde, Pers saldırısına karşı önlem olsun diye berzahta kanal açmaya kalkışmışlardı da Tanrı Zeus, “İki denizi birleştirmek size mi kaldı gafiller, ben isteseydim yapardım o işi” diyerek azarlayınca vazgeçmişler (Allah’tan Zeus’un sözünü dinlemişler, yoksa adaları verirken Datça da Yunanistan’a kalabilirdi), böylece Persler gelip kolayca Knidos’u almışlar.

        Şimdi burada yaşayanlar, birkaç gün boyunca, tıpkı vakti zamanında Pers ordularını korkuyla bekleyenler gibi, Balıkaşıran’ı aşıp buraya ulaşacak olan Marmaris yangınını beklediler ama Allah’tan yangın Hisarönü Körfezi’nde kaldı, daha fazla geçmedi bu tarafa.

        *

        Yangın geçmedi bu tarafa ama “siyasi tartışması” yangından daha hızlı yayıldı etrafa. Yangının siyaseti mi olur diyeceksiniz? Olmaz olur mu? Bizim memleketimizde siyaset peynir gibidir, her çeşidi bolcu bulunur. Her konuda siyaset yapmak en sevdiğimiz iştir. Biz ki siyasi fikirlerimizi, memleketimizden daha çok seven bir milletiz. Bu öteden beri böyle. Memleketin yararına sandığımız siyasi tartışmalara giriyoruz, bu arada memleket elden gidiyor, biz hala onun üzerine kıyasıya tartışıyoruz, sonra dönüp bakıyoruz ki uçurumun başındayız, ardından bizi uçurumun başına getiren şeyin siyasi tartışmasına giriyoruz canhıraş bir şekilde, düşerken de birbirimize ettiğimiz küfürler eksilmiyor dilimizden.

        Her şeyin faili olduğu gibi yangının da faili vardır muhakkak. İktidar karşıtlarına göre fail hükümet; hükümet yanlılarına göre ise fail bir tedhiş örgütü... Ama yangın kitleye benzer veya kitle yangına benzer; ikisi de çok çabuk çoğalır. Bir süre sonra önüne geçmek imkansız hale gelir. Yangın çoğalırken hep birlikte fail aramak, yangına “sen yana dur, biz faili bulunca seni söndüreceğiz” demektir. Ama yangının pis bir huyu var ki laf dinlemiyor.

        Rastladığım herkes aynı şeyi söylüyor:

        “Yakıyorlar abi, yanan yerde otel yapacaklar.”

        “Ne diyorsun bre avanak, o kadar otele nerde müşteri bulacaklar,” diyeceksin, bu kez de onların zeka seviyesine inmiş olursun ki sana yazık.

        İskelede iki çift oturmuş “yangın siyaseti” yapıyorlar, ben de kulak misafiriyim. Belli ki otuzlu yaşların başındalar, işleri iyi, okumuş yazmış, buradan gidince şortlarını çıkarıp beyaz yakalarını takacaklar. Birisi Paris seyahatinden bahsediyor, öteki Yunan adalarına yaptıkları geziden. Bizi ve oraları kıyaslıyorlar kıyas kelimesinin ne kadar tehlikeli bir kelime olduğunu önemsemeden. Sonra sohbet aniden yangınlara geliyor. İçlerinden en çok bilmişi, sesini biraz daha yükselterek, dikkatleri üzerine topluyor, anlatmaya başlıyor:

        “Bile bile yakıyorlar abi buraları. Buralara gelemiyorlar ya, şimdi o yanan yerlerde Kuran kursu açacaklar, Afganları, Suriyelileri yerleştirecekler, eğitim kampı yapacaklar, ancak bu şekilde buraya gelebilirler.”

        Aklıma ilk gelen şu oluyor:

        Dindar muhafazakarlar, laikleri hepten delirttiler galiba; yoksa hangi akıl böyle bir sonuca varabilir ki...

        *

        Doğal afetlerin içinde yangın en feci olanıdır. Biz ki yangınlardan bir tarih yazarak gelmişiz bugüne. İstanbul yana yana son şeklini aldı, milli mücadele sırasında İzmir’e ordu birlikleri girmeden önce yangın girdi. İstanbul Boğazının etrafında yanan ahşap köşkler, bir de onları deli padişahların uzaktan yangını seyretmenin zevkini tatmak için yaktıklarını aklımıza getirirsek eğer, yana yana ayakta kalmışız demek.

        Ama şehirlerin yanması ormanların yanmasına benzemez. Şehir yangınları daha çok insana ve malına zarar verir. Orman yangınları öyle değil, haydi kuşların kanatları var uçabiliyorlar; ya sürüngenler... kaplumbağalar... Hayatta kalabilmek için ilk insanlar, orman yangınlarından kızarmış hayvan leşlerini arayarak macerasına devam etti bugüne kadar.

        İnsan, şehir yangınlarını bazen silah olarak kullanmış. Hani “Savaş ve Barış”ta anlatır ya koca TolstoyNapolyon’un Moskova’ya girmesine izin verir şehrin valisi. Valinin gelip çizmelerini öpmesini bekler Napolyon, şehrin valisi onu da yapar ama Fransızların kendilerini bekleyen büyük felaketten haberleri yoktur. Fransızlar şehre girecek, Napolyon Kremlin’e tamamen yerleşecek, sonra aynı anda şehir bir alev topuna dönüşecek.

        Tam da öyle olur. Şehir tutuşur. Kremlin’in koca koca sütunları tepelerine iner Napolyon’un, yanan şehirde daha fazla duramaz, atlarına binip şehri terk eder Fransızlar.

        Ateş; ona hükmettiği günden beri insanoğlunun elinde en etkili silah olmuştur bugüne kadar.

        *

        Hepimizin sinesini delen, bağrına şivan düşüren yangınlar üzerine ne yazık ki birkaç günden beri, her birimiz birer Ateş Şahini’ne dönüşmüş durumdayız. O ağaçlar, o yeşillik, içinde yaşayan o hayvanlar, o canlılar, yer yer insanlar cayır cayır yanarken, her birimiz o yangınlardan bir “ateş siyaseti” üretmeye çalışıyoruz. O yangının kahrolası alevleri besliyor bazılarımızın siyasetini, tıpkı yangından kaçan mahlukatın Ateş Şahinini beslemesi gibi…

        Memleketin atar damarları kuruyor, ciğerleri yanıyor, dağıtılan çay bu yangına çare değil biliyorum ama yine de yangın üzerine siyaset yapmanın zamanı mı Allah aşkına?

        Önce yangını söndürelim, sonra birbirimizi yeriz, nasılsa zamanımız bol.

        Diğer Yazılar