Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bugün kullandığımız Latin Alfabesi’nde uygulanan “kelimelerin okunduğu gibi yazılmaları” kuralının temelinde Enver Paşa’nın 1914’te ortaya attığı “hurûf-ı munfasıla” denen alfabedeki imlâ kuralları vardır.

        BİRKAÇ günden buyana, Osmanlıca’nın liselerde mecburi ders olup olmaması konusunu tartışıyoruz...

        Konu, Antalya’da toplanan Millî Eğitim Şûrası’nda gündeme geldi. Şûra, okullarda hâlen seçmeli ders olarak gösterilen Osmanlıca’nın önce mecburi ders olmasına karar verdi, daha sonra bu karardan vazgeçildi ve eski yazının seçmeli ders olarak kalması kararlaştırıldı. Bütün bunlar olup biterken, bilen-bilmeyen kim varsa konuştu, yazdılar, çizdiler.

        Osmanlıca’nın, daha doğrusu “Eski Türkçe”nin liselerde mecburi ders olması tartışmalarını andıran bir başka hadiseyi 1914’te yaşamıştık. Enver Paşa eski imlâyı yeni bir sistem ile değiştirmiş ama savaş yüzünden kararını ertelemek zorunda kalmıştı. Türkiye’de 1928’de Lâtin Alfabesi’nin kabulünün ardından uygulanan yeni imlâ kurallarının temelinde Enver Paşa’nın imlâ sistemi vardır ve Uygurlar da günümüzde Paşa’nın sistemine benzer bir imlâyı kullanmaktadırlar.

        MİLLÎ ALFABEMIZ YOKTUR!

        Osmanlıca’nın okullarda mecburi ders olarak okutulması konusunu yarın köşemde ele alacağım için bugün bu konuya girmeyecek ama “Osmanlıca”, daha doğrusu “Eski Türkçe” ile ilgili olarak bundan tam bir asır önce alınmış bir kararı ve kısa bir müddet uygulamaya konmuş olan başka bir çeşit yazıyı, “elden geçirilip basitleştirilmiş” Osmanlıca’yı anlatacağım...

        Tarihte biz Türkler kadar farklı alfabeler benimseyen ve yazısını değiştiren başka bir millet bulmak zordur. Bin küsur sene boyunca defalarca yazımızı değiştirmiş, başka milletlerin alfabelerini alıp kullanmışızdır ama kendimize ait, bize mahsus bir alfabeye hiçbir zaman sahip olmamışızdır. Meselâ, Orhun Abideleri’nde kullanılmış olan ve “millî alfabe” olduğunu zannettiğimiz yazı da “runik” denen bir alfabe biçimidir ve o devirde dünyanın değişik bölgelerinde bu temele dayalı benzer yazılar kullanılmıştır.

        “Harfleri Islah Cemiyeti”nin

        1914’te yayınladığı “Enver Paşa Alfabesi”.

        BAŞKA YAZIP, BAŞKA OKUMAK

        Değişik alfabeleri alıp kullanmak değil, savaş içerisinde yazı biçimini ve imlâyı değiştirmek de bize mahsus bir tuhaflıktır...

        Türkiye, bu tuhaflığı Birinci Dünya Savaşı senelerinde yaşadı. Askerî yazışmalarda kısa bir müddet için de olsa eski harflerin değişik imlâ ile yazılan farklı bir çeşidi, “Enver Paşa Yazısı” denen biçimi kullanıldı.

        Eski Türkçe, birçok batı dilinin imlâsında olduğu gibi başka türlü yazılıp başka türlü okunur, sesli harfler pek kullanılmaz, harflerin bazıları birbirleri ile birleşir ve kelimeler blok teşkil ederdi. Meselâ, İngilizce’de “yeter, kâfi”

        mânâsına gelen ve “inaf” okunan kelime nasıl “enough” diye yazılıyorsa, aynı yazma ve okuma farklılığı eski Türkçe’de de vardı. “Murat” kelimesi “Mred”, “gazete” sözü “ğzhth”, “Türkiye” de “Tvrkyh” diye yazılırdı ama harflerin bu şekilde yanyana konması ile ifade edilen kelimenin ne olduğu ânında anlaşılır ve yazı serî şekilde okunurdu.

        İttihad ve Terakki, 1913’te tek başına iktidara gelmesinin ardından memlekette bazı reformlara girişmiş, bu arada durup dururken imlânın kolaylaştırılması gerektiği düşünülmüş ve zamanın güçlü adamı olan Harbiye Nâzırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa, ortaya kendi isminin verildiği yeni bir imlâ biçimi tesis edip uygulamaya koymuş, hattâ o senenin Kasım’ında Birinci Dünya Savaşı’na girmiş olmamıza rağmen ordunun bu yazıyı kullanmasını mecburi kılmıştı.

        Yeni imlânın resmen “Islah-ı Harf”, yani “Harflerin Islahı Cemiyeti” tarafından belirlendiği söyleniyor ise de kuralları aslında Enver Paşa tek başına koymuştu ve bu yazı biçimi eski imlâya göre farklılıklar gösteriyordu...

        Fausto Zonaro’nun fırçasından Enver Paşa.

        İLÂVE HARFLER

        Alfabeye eski imlâda kullanılmayan sesli harfler ilâve edilmiş, kelimeler yazılırken harflerin bitiştirilmesine son verilmişti. Kelimelerde her harf ayrı ayrı ve aralarına sesliler de ilâve edilerek yazılacaklardı. Bu, aslında Türkçe’nin kâğıda artık konuşulduğu gibi dökülmesi demekti ama yeni imlâ eski imlânın sür’atine son vermiş ve yazı birkaç katı yavaşlamıştı. Üstelik o zamana kadar vârolmayan “ü” ve “ö” gibi yeni harfler icad edilmiş, bütün sesli harflerin şekilleri değiştirilmiş ve bazı eski sesliler üzerlerine işaretler ilâvesiyle yeni bir şekle getirilmişti ve bütün bu kurallar eski imlâya alışmış olanlar için zorluk demekti. Yeni sistemde harfler birbirlerinden ayrı yazıldıkları için yazıya “hurûf-ı munfasıla” yani “ayrı harfler” deniyordu.

        Enver Paşa’nın kendi buluşu olan imlâ ile bastırdığı

        “Ordu Salnamesi”nin kapağı (üstte) ve bir sayfası (altta).

        Savaşın tam ortasındaki bir ordunun yazışmalarını yeni imlâ ile yapmasının emredilmesi daha büyük zorluklara sebep oldu. Birlikler, yeni imlâ ve harfler ile gönderilen emirleri okumakta sıkıntı çekiyor ve cevaplarını aynı yazı ile yollamaları da büyük mesele oluyordu. Kumandanlar imlâyı değiştirme işinin savaş sonrasına bırakılmasını teklif ediyorlardı ama Enver Paşa “Bu iş ya bir anda olur, ya hiç olmaz” diyerek teklifleri geri çeviriyordu!

        Nihayet kumandanların istediği oldu ve Enver Paşa’yı yazışmaların yeni imlâ ile yapılması emrinin hem zaman kaybına, hem de zayiata sebebiyet verdiği konusunda ikna edebildiler. Uygulama savaşın nihayetine kadar askıya alındı ama Enver Paşa ile İttihad Terakki’nin 1918 sonbaharında iktidardan düşmesi üzerine tamamen unutuldu.

        Türkiye’nin alfabesi savaşın bitiminden on sene sonra, 1928’de değiştirilecek; Arap ve İran harflerinin yerini Lâtin Alfabesi alacak ama yeni imlâ kurallarının belirlenmesinde Enver Paşa’nın “hurûf-ı munfasıla”sından istifade edilecekti.

        Kâzım Karabekir, ‘Enver Paşa yazısı aslında bana aittir’ diyor

        İSTİKLÂL Harbi’nin kahramanlarından Kâzım Karabekir, hatıralarında “Enver Paşa Yazısı” olarak bilinen alfabe ile imlâyı 20. yüzyılın ilk senelerinde Rumeli’de görev yaptığı sırada bizzat geliştirdiğini ama Enver Paşa’nın bu sistemi sonraki yıllarda kendi buluşu olarak uygulamaya koyduğunu yazar.

        ALFABEYİ BASİTLEŞTİRDİLER

        Karabekir, hatıralarında yeni imlâ ve kroki çizimi ile ilgili olarak şöyle demektedir:

        “...Bölüğün çavuş, onbaşılarıyla efradından (erlerinden) istidadı olanları ayırdım. Bunlara evvela kroki öğrettim. Pek çabuk tepe, dere, yol, köprü, orman vesair işaretleri öğrendiler. Büyük küçük muhtelif sınıfları işareti de böyle. Şimal (kuzey), cenup (güney) ve mikyas hakkında dahi basit şeyleri öğrettim. Birkaç derste kroki yapabilmeye başladılar. Arazide tatbikat ile de birkaç hafta uğraştım.

        Aynı zamanda okuma yazma dersi de açtım. Evvela rakam bellettim. Sonra harfleri ayrı ayrı yazmak usulüyle ve ancak Arabi kelimelerde kullanılan harflerden sarf-ı nazar ederek elifbayı basitleştirdim. Huruf-ı munfasıla (ayrı harfler) ile efrad (erler) çabuk okuyup yazıyor. Bunu o zaman pek samimi arkadaşım olan Enver Bey pek beğendi. Harbiye Nazırı olunca kimseye haber vermeden bunu bütün millete tatbik ediyordu. ‘Benim itirazıma karşı çıkan ilk sendin, neden beğenmiyorsun?’ dedi. Ben neferler için kabul etmiştim. Bunu esaslı öğrenen diğer tarzı da okuyabiliyordu. Fakat münevverler (aydınlar) için bu mufassal (ayrıntılı) harflere kim taraftar olurdu? Fakat, Enver Paşa’ya anlatamadım.

        Üç aylık faaliyetimin müthiş semeresini topladım. Muhtelif sınıflara ufak bir tatbikatta benim küçük zabitlerim mükemmel rapor ve kroki gönderdiler. Harekâtı idare eden Enver Bey tenkit esnasında dedi: ‘Zabitlerin yazdıkları raporlara küçük zabit diye adres yazması doğru değildir. Zabit adresini ‘zabit’ diye yazmalıdır.’ Dedim: ‘Okuduğunuz imzalar hakikidir. Onu yazanlar zabit değildir. Zabitlerin de raporları var ve imzalarını zabit olarak atmışlardır.’ Şimdiye kadar küçük zabitlerin mesai tarzı ve neticesini herkesten saklamıştım. Bölükte bir müddet zabitsiz de kalmıştım. Alay zabitleri bile mesaimi bilmiyorlardı. Küçük zabitlerin krokili raporları umumun hayretini çekmişti.

        PAŞALAR HAYRAN OLMUŞ

        Enver Bey rapor yazan küçük zabitleri istedi ve bunları yazanların onlar olduğunu görünce şaşırdı. Muvaffakiyetimi tebrik ve takdir etti. Bütün zabitler tatbikattan sonra etrafımı aldılar ve şunu müttefikan (birarada) rica ettiler: ‘Küçük zabitlerinizin rapor ve krokileri, zabitlerinkinden güzeldir. Bu husus bizi müteessir etti. Onlara nasıl öğrettinse, baştan nihayete kadar bize de öğret. Bunu samimi rica ediyoruz.’

        ‘Kemal-i hürmetle’ diye cevap verdim. Ve hemen ertesi günü işe başladım. Hakikaten bu tatbikatta mektepli süvari zabitlerimizin krokileri pek fena idi. Mektepten dört beş sene evvel çıkanlar büsbütün unutmuşlar ve dereyi tepe gösteren, düşmanı krokide gösteremeyenler vardı. Bu hareket Manastır’da mühim bir faaliyet uyandırdı. Muhtelif sınıflar etrafıma sıkı toplanmışlardı. Efratla sıkı temas ve onlara, benim usulde okuyup yazma ve kroki öğretmeler başladı” (Kâzım Karabekir, “Hayatım”, Yapı Kredi Yayınları 2008, sah: 229).

        Diğer Yazılar