Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        FAZİL Say arabesk konusunda öyle bir söz etti ki, hâlâ tartışılıyor.

        Geçen gün gazetenin polemik sayfası için bu konuda ne düşündüğümü sormuşlardı, Fazıl Say'ın haklı olduğunu yazmıştım. O gün yersizlikten dolayı söyleyemediklerimi de şimdi yazıyorum:

        Arabesk sanatta ve sanat tarihinde yeri olan bir üslûptur, yani bir biçimdir ve bu üslûp mimariden takıya, işlemeden müziğe kadar birçok sahada kullanılmıştır.

        Müzikte "arabesk" dendiğinde batının anladığı, bizdeki gibi elemli ve dertlerle, tasalarla dolu sözler ve baygın bir melodi değil, sadece oryantal ezgidir; yani sadece kendine mahsus bir nağme biçimidir.

        Bizim arabeskimiz ise Arap müziğinin ucuz ve son derece basit bir taklidinden ibarettir. İlk dönem arabesk parçaların çoğunun teması 1960'ların Mısırlı şarkılarından alınmadır, Türk kulağına nisbeten yakın melodilere Türkçe sözler takılmış ve bu nevzuhur parçalar yine Mısır tarzı yaylı saz icrasının refakatinde okunmuşlardır. Bugün "arabesk" dediğimiz müzik, temelini 1900'lerin başında Seyid Derviş'in attığı ve 40'11 senelerde Muhammed Abdülvahab'ın sistem-leştirdiği yaylı sazlar, özellikle de keman ağırlıklı Kahire tavrı icranın eşliğinde okunan vıcık vıcık hüzünle dolu ağlamaklı havalardan ibarettir ve bunların asıl "arabesk" kavramı ile hiçbir alâkası yoktur.

        HİNTÇE VE RUMCA İLÂVE

        Bu müzik türü, son senelerde başka kaynaklardan da beslenmeye başladı ve özellikle bazı Hint ve Yunan nağmeleri de Türkçe sözlerle okunur oldu ama önceliği her zaman Arap nağmeleri teşkil etti.

        Toplumun ezilen kesimlerinin ve büyük kentlere intibak edememiş olan grupların dertlerini siyasî protestolarla destekledikleri müzik türü dünyanın birçok ülkesinde vardır ama bu müzikler o memleketlerin müzisyenleri tarafından ve kendiliğinden yaratılmışlardır. Fransızlar'ın 1789 İhtilâli'nden hemen sonra ortaya çıkan ve İkinci Dünya Savaşı'na kadar uzanan dönemdeki klasik şansonları, Portekiz'in fadoları, Yunanlılar'ın rebetikaları ve hattâ Araplar'ın gınâları bu şekildedir, yani şartlar neticesinde kendiliğinden ortaya çıkmış sosyal temalı müziklerdir.

        Bizde böyle bir kendiliğinden doğuma meydan bırakılmadı. Şimdi baştâcı edilen bazı isimler 1960'ların sonundan itibaren ucuz ve basit bir intihale tevessül ederek önce Mısır'dan, sonra da Lübnan'da aldıkları kötü ve ucuz şekilde çalınmış bir Arap müziğini memlekette "arabesk" diye lanse ettiler ve kavram bu şekilde yerleşti. Diğer memleketlerin aykırı müzikleri oralarda icra edilen müzik türleri ile temelde aynı özellikleri taşımasına rağmen, vaziyet bizde böyle olmadı. Arap dünyasının mıymıntı nağmeleri her ikisi de aslında son derece dinamik olan ve asırlar boyunca canlı, gümbür gümbür şekilde icra edilen klasik müziğin ve folklor nağmelerinin yerini aldılar ve Arap icra biçimi, neticede asıl müziklerimizi bile etkileyip dinamizmi yoketti.

        "HUBBAK NAR"I BİR DİNLEYİN!

        Arap müziğinin 1960'lı senelerdeki en önemli seslerinden olan Abdülhalim Hafız'ın adını işitmemiş olabilirsiniz...

        İnternette bir zahmet Abdülhalim'in hayatını bulup okuyun ve sonra çok bilinen, en meşhur icralarından olan "Hubbak nar" isimli parçasını arayın.

        Buldunuz mu, tamam! Şimdi parçanın giriş müziğini dikkatlice dinleyin...

        Bizde "arabesk" denen müziğin klasik ve sembol olmuş örneklerinden birini işittiğinizi zannediyorsunuz değil mi?

        Hayır, Abdülhalim'in okuduğu şarkı bildiğiniz eserin aslıdır, bizdeki icra ise "Hubbak nar"dan yapılmış bir çalıntıdır.

        Sadece bu intihal hadisesi bile Fazıl Say'ın arabesk konusunda ne kadar haklı olduğunu göstermektedir; birilerinin etrafa hoş görünme uğruna "arabeskin sosyal bir olay olduğunu" söylemeleri ise sadece bir sayıklamadan ibarettir.

        Diğer Yazılar