Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        "TÜRK Edebiyatı'nın 20. yüzyıldaki en güçlü şâiri sence kimdir?" diye sorsanız, hiç tereddüt etmeden "Ahmed Hâşim" derim.

        Son devirdeki şairlerimizin âzamı da, muazzamı da bence Hâşim'dir; edebiyat tarihimize "şâir-i âzâm" diye geçen Abdülhak Hâmid de, Yahya Kemal de, diğer bütün şairler de Hâşim'den sonra gelirler. Zira diğerlerinin hiçbirinin ifade kudreti Hâşim kadar değildir, "Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz" gücünde mısraları pek yoktur ve bu mısraın sahibine "muazzam" sözünden daha lâyık bir sıfatı zaten bulamazsınız!

        Can Yayınları, bir-iki hafta önce, Hâşim'in bütün şiirlerinin yeni yazıya çevrilip "gûyâ" günümüz diline uyarlanmış hâlini "Bir Günün Sonunda Arzu" adında bir kitapta yayınladı...

        ZEVK, ZEVK, ZEVK!

        Ama ne uyarlama ve ne yayın! Kelime seçiminde olsun, tonlamada olsun yahut şiiri rengârenk bir tüle bürünmüş halde sunma başarısını göstermede olsun edebiyatımızın önde gelen ismine ait mısrâlar "günümüzün diline uyarlama" denen işgüzarlık yüzünden tatsız-tuzsuz, takır-tukur ve maalesef kaba bir hâl almıştı! Hani bir zamanlar meşhur "Nutuk"u da "gençlerin anlayacağı dile naklediyoruz" diye berbâd etmişler, sondaki "Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asîl kanda mevcuttur" şeklindeki vurucu cümlenin bile "Gereksinim duyduğun güç damarlarındaki soycul kanda vardır" diye canına okumuşlardı ya, işte onun gibi...

        Nazım yahut nesir yani şiir veya düzyazı olsun, herhangi bir edebî metin üzerinde tasarrufta bulunmak, dile hâkimiyetin yanısıra bilgi ve zevk gerektirir! Bilgi ile zevk, birbirini destekleyen iki ana unsurdur. Metne müdahaleye heves edenlerde bu şartlardan biri, özellikle de zevk mevcut değilse, ortaya bir garabet, bir ucube çıkar!

        Can Yayınları'nın Hâşim'inde olduğu gibi...

        Eski bir metni bugünün diline uyarlamak, bilinen ve hâlâ kullanılan ifadeleri bile kaldırıp atarak dili birkaçyüz kelimeye hapsedip fakirleştirmek değildir. "Vahşî", "çehre", "seher", "bâzen" ve "nehir" gibi kelimeleri bile "eski" ve "tukaka" diyerek kaldırıp atmak sadeleştirme falan değil, sadece işgüzarlıktır.

        Şair, meselâ "Bülbül yine vahşî... " mi demiş, "uyarlayıcı" zât bu ifadeyi "Bülbül yine yabanıl..." hâline getirmiş, yani yabanîleştirmiş! "Bâzen sarı bir çehre-i rüyâ gibi hissiz" mısraını "Kimileyin düşte görülen sarı bir yüz gibi duygusuz"a çevirip hakikaten duygusuzlaştırmış...

        Hele "Melâli anlamayan nesle âşinâ değiliz" mısraındaki "melâl"i "sıkıntı" yapıp "Sıkıntıyı anlamayan nesle aşina değiliz" demiş ki, işte asıl sıkıntı!

        "SÖZLÜK" DEDİKLERİ ŞEY...

        Hatırlatayım: "Sözlük" denen bir şey vardır, merak edenler okumak istedikleri kitabı ve sözlüğü masanın üzerine yanyana koyar, anlamadıkları kelimeyi sözlükte arar, bulur, öğrenir ve eski metnin mânâsını böylelikle kavrarlar!

        Haydi, okuyucuya kolaylık olsun diye sözlüğü devreden çıkarttınız diyelim. O zaman metinde geçen "perrân", "lems", "ekîle" yahut "huveynât" gibi hakikaten eski ve unutulmuş kelimelerin karşılıklarını sayfanın altında izah eder ve bu işi mısraları tatsızlaştıracak değil, aksine okuyana zevk verecek şekilde yaparsınız. "Nehir"i "ırmak", "seher"i "sabah", "melâl"i bir yerde "üzüntü" ve bir başka yerde "bezginlik", "onulmaz"ı da "umulmaz" yapmak gibi lüzumsuz işlere kalkışmazsınız.

        Ama, bir metin üzerinde ciddî şekilde çalışma, söylediğim gibi mutlaka zevk gerektirir. Edebî zevki kâfi seviyeye gelmemiş olanlar bu işe kalkıştıkları takdirde ne yaptıklarının farkında olmaz ve Hâşim gibi bir âhenk zirvesini bile yerlere düşürüp "Herşey değişir titreyerek olanaksız güzelliğine", "Kuruntunun esrikliği... " "Gamlı güzün sabahı" yahut "Bülbül yine yabanıl, şakıyor" haline getirirler!

        Diğer Yazılar