Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Birkaç günden buyana Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında sözünü ettiği “gençliğin kini” meselesi tartışılıyor. “Kin” kavramının Necip Fazıl Kısakürek tarafından ortaya atıldığı zannedilir ama bu ifadeyi Türk edebiyatında ilk defa kullananlar bir devrin çok önemli yazarı ve “Dinim, kinimdir” sözünün sahibi Süleyman Nazif ile Galatasaraylı şair futbolcu Emin Bülend’dir.

        BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan, AK Parti Gençlik Kolları’nda geçen hafta yaptığı konuşmada “kin” kelimesini kullanıp “kininin dâvâcısı gençlikten” sözedince ortalık hayli karıştı... Güzide basınımız hiç vakit geçirmeden meselenin derhal üzerine gitti, gayet derin araştırmalar yapıldı ve Başbakan’ın konuşmasında geçen ifadenin Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitabe” isimli “şiirinde” bulunduğu ortaya çıkartıldı! Sonra, anlı şanlı yazarlarımız Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Necip Fazıl’dan nasıl etkilenmiş olduğunu uzun uzun yazdılar ve “kin” hakkında birbirinden kıymetli görüşlerini ifade buyurdular... Basınımızın Başbakan’ın konuşmasından Necip Fazıl’ın “Gençliğe Hitâbe”sine konuyu araştırarak değil, kopya çekerek ulaşması meselesini bir tarafa bırakalım...

        KOPYA ÇEKTİLER

        “Kopya çekmek” derken, Başbakan’ın kızı Sümeyye’ye “Kızım, yukarıdan şu kitabı getirsene...” deyip Necip Fazıl’ın kitabını istemesini ve bu kısa konuşmanın tesadüfen kaydedilmiş olmasını kastediyorum... O kayıt olmasa idi, aradan bu kadar gün geçmiş olmasına rağmen bu “kin” sözünün nereden çıktığı konusunda kim bilir hâlâ nasıl uğraşılıyor ve ne ahkâm kesiliyor olacaktı! Bu “kopya” meselesi bir yana ama Necip Fazıl’a kadar uzanan bu “kin” kavramı hakkında yazılıp söylenenle rin neresini düzelteceksiniz?

        ‘HİTABE’, ŞİİR DEĞİLDİR

        Meselâ, Necip Fazıl’ın hiçbir zaman “Gençliğe Hitabe” diye bir şiir yazmadığını, içerisinde “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin dâvacısı bir gençlik...” cümlesinin geçtiği “Gençliğe Hitabe”nin şiir değil düzyazı olduğunu mu? Bu düzyazının şiir ile olan tek bağlantısının Necip Fazıl’ın metnin sonuna ilave ettiği “Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes / Ey kahpe rüzgâr artık ne yandan esersen es” beytinden ibaret bulunduğunu mu? Ve, çok daha önemlisi: “Kin” kavramının sosyal hayata ve edebiyata aslında Necip Fazıl tarafından değil, şairin “Gençliğe Hitabe”yi kaleme alışından 60 sene kadar önce başka iki edebiyatçı tarafından “kavram” haline getirilmiş olduğunu mu? İşte, Türkiye’de bir zamanlar senelerce telâffuz edilmiş olan ve bugün de edilen “kin” kavramının kısa geçmişi... Osmanlı İmparatorluğu, yıkılmasını hızlandıran en büyük askerî yenilgilere 20. yüzyılın ilk senelerinde uğradı.

        ARDARDA KOPUP GİTTİLER

        İlk büyük üzüntüler, 1908’in 5 ve 6 Ekim günlerinde ardarda geldi. Avusturya, 5 Ekim’de Bosna-Hersek’i ilhak etti ve aynı gün kâğıt üzerinde de olsa Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı müstakil bir prenslik sayılan Bulgaristan da Bâbıâlî ile bağlarını kopartarak “krallık” oldu! Ama, Türkiye asıl yıkımı ertesi gün, yani 6 Ekim’de yaşadı: Bulgaristan gibi Osmanlı Devleti’ne bağlı görünen ama aslında muhtar olan ve bağımsızlık için senelerce silâhlı mücadele veren Girit, o sabah Yunanistan’a bağlandığını açıkladı: Türkiye’nin birçok büyük şehrinde “Girit bizim canımız, fedâ olsun kanımız” sloganlarının atıldığı mitingler ve ardarda protestolar yapıldı. Ama netice değişmedi ve asırlar boyunca Türkiye’ye bağlı bulunan Girit elimizden çıktı... Bu yaşananlar, İstanbul’un vatansever ve entelektüel çevresini galeyana getirdi. Bulgaristan ile Bosna-Hersek’in gidişi bir tarafa bırakılmış gibi idi ve herkesin dilinde artık sadece Girit vardı. Girit ile yatılıyor, onunla kalkılıyor ve ortaya adayı geri alabilmek için ümitsiz projeler atılıyordu.

        ‘DİNİM, KİNİMDİR’ SLOGAN OLDU

        Felâketler ve ardından gelen üzüntüler 1912’de dahada arttı veya şanan Balkan bozgunumuzdan sonra kalan bütün ümitler sönmeye başladı. İşte o günlerde, İstanbul’un hemen her yerinde “Dinim, kinimdir!” şeklinde bir slogan duyulur oldu.

        Zamanın hem meşhur bir yazarı, hem de şâiri olan Süleyman Nazif bir makalesinde bu ifadeyi kullanmış ve “Dinim, kinimdir!” ifadesi o zamanın Türkiyesi’nin en sık telâffuz edilen sloganı olmuştu. Yine o günlerde, edebiyat dergilerinde yayınlanan bir şiirde biranda herkesin elinde dolaşmaya başladı... “Kin” isimli şiir “Girit Müslümanları’na” ithaf edilmişti ve Emin Bülend adında Mekteb-i Sultânî yani Galatasaray Lisesi mezunu genç bir futbolcuya aitti! İlhamını cephelerdeki yenilgilerden alan bir makalenin ve bir şiirin herkese ezberlettiği “kin” kavramını, sonraki senelerin muhalif çevreleri Cumhuriyet döneminde yaşanan bazı değişikliklere karşı kullanmaya başladılar...

        HERKESİ ETKİLEDİ

        Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, partisinin gençlik kollarında yaptığı konuşmadan sonra Necip Fazıl’a atfedilen “kin” kavramı, bizde aslında 20. yüzyılın başlarında ortaya çıkmış böyle bir edebî gelenektir. Türk şiirinin en güçlü ve en önemli isimlerinden olan Necip Fazıl da “Hitabe”sini kaleme alırken bu gelenekten istifade etmiş ve son derece çarpıcı bir beyit ile bitirdiği “Hitabe” metni ile 70’li senelerden buyana çok kişiyi etkilemiş, “kin”den sözeden diğer bütün yazıları ve şiirleri unutturmuştur. Bu sayfadaki kutularda edebiyattaki “kin” kavramını daha önceden ortaya atmış olan Süleyman Nazif ile Emin Bülend’in öykülerini okuyabilirsiniz...

        Süleyman Nazif işgali eleştirince Malta’ya sürüldü

        ÇOK sayıda âlim yetiştirmiş bir aileden gelen Süleyman Nazif, 1869’da Diyarbakır’da doğdu. Gençlik yıllarında bir ara Paris’e kaçarak Jön türkler’e katıldı, daha sonra İstanbul’a döndü, valilik yaptı, bu arada gazetelere ve dergilere yazdı, 1914’ten sonra idareciliği bırakarak kendini tamamen edebiyata verdi. Döneminin önde gelen yazarlarındandı ve “Dinim, kinimdir!” derecesinde ses getiren bir başka yazıyı da Birinci Dünya Savaşı sonrasında işgale uğrayan İstanbul’daki Fransız birliklerinin kumandanı General Franchet d’Esperey’in şehre beyaz bir at üzerinde Fatih edâsı ile girmesi üzerine yazmıştı. “Hâdisat” Gazetesi’nde 9 Şubat 1919’da yayınladığı ve basın tarihimizin en önemli makalelerinden olan “Kara Bir Gün” başlıklı yazısı yüzünden işgalci Fransızlardan kaçarken İngilizler’e yakalandı ve Malta’ya sürgüne yollandı. Orada “Kimsesiz, sıtmalı, hicranlı, tükenmez geceler / Ne kadar gözyaşı döktüm, bunu yıldızlara sor” diye mısralar söyleyecek, eski şiirimizin en meşhur örneklerinden olan “Daussıla”yı yani “vatan hasretini” yazarak “Malta Geceleri” adını vereceği kitabına koyacaktı. Son senelerinde maddî sıkıntılar çeken ve 4 Ocak 1927’de İstanbul’da ölen Süleyman Nazif, 1917’de yayınladığı “Batarya ile Ateş” isimli kitabında, Balkan Savaşı sırasında kullandığı “Dinim, kinimdir” sözü hakkında “Bu sözü, herkesten önce ben söylemiştim. Bu iki kelime şahsıma değil, Balkan Harbi’nin şu koca padişahlığı temelinden sarsmaya çalıştığı bir zaman da, zelzelenin şiddetlenmesine bilerek veya bilmeyerek hizmet kârlık eden iç ve dış düşmanlara karşı husumet yarattı” diye yazacaktı.

        İşte, Galatasaray’ın kurucusu Emin Bülend ve ‘Kin’ şiiri

        EMİN Bülend, Michel Lattas adında bir Hırvat olan, 1848’de Türkiye’ye iltica edip zamanla paşalığa yükselen ve 1852’deki Kırım Savaşı’nda Osmanlı ordusunun “Serdâr-ı Ekrem”liğini, yani başkumandanlığını yapan Ömer Paşa’nın torunuydu. 1886’da Halep’te doğan Emin Bülend, Galatasaray Lisesi’nde okuduğu sırada futbola merak saldı, arkadaşı Ali Sami (Yen) ile beraber Galatasaray Klübü’nün “2” numaralı kurucusu oldu. Galatasaray’ın Fenerbahçe ile 1909’un 17 Ocak’ında oynadığı ilk maçındaki iki golü de Emin Bülend atmıştı. Edebiyata merak duyan ve Galatasaray Lisesi’nde hocası olan Tevfik Fikret’in yolunda giden Emin Bülend, edebiyatımızdaki Fecr-i Âtî akımının da kurucularından oldu. Girit Müslümanları için yazdığı “Kin” şiiri, özellikle de “Batı’nın zalim korkağı, affetmedim seni / Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi” beyti hafızaları uzun seneler işgal etti.

        ‘KİN’ ŞİİRİNİN TAMAMI

        Balkan ve Çanakkale savaşlarına da katılan Emin Bülend daha sonra büyükbabası Ömer Paşa’nın unvanından hareketle “Serdaroğlu” soyadını aldı, hayata 1942’de, İstanbul’da veda etti ve şiirleri ölümünden sonra biraraya getirilebildi. İşte, Emin Bülend’in bir zamanlar ders kitaplarına da alınan “Kin” şiiri: “Göster semâ-yı magribe (Batı’nın göklerine) yüksel de alnını, / Dök kalb-i sâf-ı millete (milletin temiz kalbine) feyz-î beyânını (söyleyeceğin bereketli sözleri)... / Al bayrağınla çık, yürü, sağken zafernümâ, / Bir gün şehîd olunca da olsun kefen sana... Ey makber-i muazzam-ı ecdâdı (ecdâdın muazzam kabirlerini) titreten, / Düşmansa dası sus! Yine yükselme gölgeden! / Düşman! Hilâl-i râyet-i İslam’a (İslâm’ın üzerinde hilâl olan sancağına) hürmet et! / Toplar, boğar hitâbını dağlarda âkıbet...

        Dağlar lisâna gelse de anlatsa hepsini, / Binlerce can dirilsede nakletse geçmişi; / Garbınce bîn-i zâlimi (Ba tı’nın zalim korkağı) affetmedim seni / Türk’üm ve düşmanım sana kalsam da bir kişi! Ben şû re-zâr-ı kalbimi (kal bi min çoraklığını) kinimle süslerim, / Kalbimde bir silâh ile ferdâyı (yarını) beklerim / Kabrinde müsterih uyu ey nâmdâr (şanlı) atam, / Evlâdının bugünkü adı, sâde intikam!..”

        Diğer Yazılar