Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Aylardır konuşulan ve Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerilimin başlıca sebebi olan konu Rusya’dan almak istediğimiz S400 hava savunma sistemi.

        Ancak acaba biz bu konuyu konuşurken neden bahsettiğimizi detaylarıyla biliyor muyuz? Yani Rus S400 ile Amerikan Patriot arasında ne fark var? Hangisi daha üstün? Birini diğerine siyasi gerekçeler dışında tercih etmek için sebepler var mı? Ve S400 tek başına S400 müdür? Patriot sadece Patriot mudur? Yoksa bu değişim çok daha geniş çaplı teknik değişimleri mi gerektirir?

        Bunca yoğunlukla tartışılan bu başlıkta teknik olarak neden konuşulduğunu anlamak için söz konusu savunma sistemlerinin özelliklerini araştırdım. İşte benzerlikler ve farklar…

        Bu sistemler konvansiyonel saldırılara karşı tasarlanmış, dışarıdan gelecek hava saldırılarını ülkenin kendi hava sahasına girmeden önlemeyi amaçlıyorlar. Yani terör örgütlerine yönelik değil, devletlerin hava kuvvetlerine yönelik savunmadan bahsediyoruz.

        Hangisini kaç ülke kullanıyor?

        ABD yapımı Patriot hava savunma sistemi Rus yapımı S400’e göre çok daha yaşlı. Tabii bu sistemler belli aralıklarla güncelleniyor ancak Patriot ilk olarak Amerikan ordusuna 1982’de teslim edilmiş. S400’ün ise Rus ordusuna giriş tarihi 2007.

        S400’ü hali hazırda yalnızca Rusya kullanıyor. Ancak Çin’e de temmuzda ilk sevkiyat ulaştı. Suudi Arabistan alım için anlaşma imzaladı, Hindistan da ABD’nin itirazına rağmen 5 adet S400 almakta kararlı. ABD, şayet bu alışveriş yapılırsa Hindistan’a insansız hava aracı satışını durduracağını söylese de Hint yönetimi geri adım atmıyor. S400 almak isteyen diğer bir ülke ise Bahreyn. Bahreyn Rusya ile görüşmelerini sürdürüyor.

        Patriot ise 14 ülke tarafından kullanılan bir sistem. Bu ülkeler: ABD, Japonya, Almanya, BAE, Tayvan, Hollanda, Güney Kore, Suudi Arabistan, İspanya, Yunanistan, İsrail, Bahreyn, Mısır ve Ürdün.

        Menzili daha uzun olan…

        Şimdi hiç anlamadığım, anlamak da istemediğim ancak maalesef bu savaşçı dünyanın dayattığı detaylara gelelim…

        S400, 250 km’den daha uzak hedefleri vurabiliyor, Patriot’ın menzili ise 160 km. S400 60 km’ye kadar balistik füzeleri, Patriot ise 40 km’den yakın olanları vurabilme kapasitesine sahip.

        Radar kapsama alanı S400’un 600 km, Patriot’un 150 km. S400 5 dakikada, Patriot 30 dakikada kurulabiliyor.

        Teknik olarak avantajlı olan…

        Bu ve bunun gibi birçok detay var ve hepsinde S400 Patriot’a göre teknik olarak daha ileride. Bu da şaşırtıcı değil, zira çok daha yeni bir sistem.

        Kısacası fiyat-performans dengesi açısından S400 tartışmasız önde. Ancak pazardan elma ya da mağazadan spor ayakkabı alır gibi değil tabii bu iş. Burada ne alındığı kadar, nereden alındığı ve onunla birlikte nelerin alınması gerektiğine de bakmak gerek.

        Stratejik anlamı…

        Türkiye, ABD’nin dayatmaları karşısında alternatifsiz olmadığını göstermek için S400 alımı kararı verdi. Esasen ABD, gücünü kullanarak işleri zorlaştırıyor, ülkelere baskı uygulama yoluna gidiyor yani bir nevi Patriot’ları bir tehdit unsuru gibi kullanmaya kalkıyor ve birçok ülke bu nedenle tavrından rahatsız. Öte yandan Türkiye’nin elindeki radar sistemleri vs de Patriot ile uyumlu. Yani S400 almak yalnızca S400 almak değil, bütün bir radar sistemini de almak ya da Rusya ile birlikte yapmak anlamına gelecek. O da artı bir maliyet ve çok ciddi bir değişim demek.

        Ancak bu meseleye teknik açıdan bakmak yerine stratejik olarak bakmakta fayda var. Hedef Türkiye’nin NATO’nun önemli bir üyesi ve ABD’nin müttefiki olarak Rusya ile kendi avantajına masaya oturabilmeyi sürdürmesi olmalı.

        ***

        Bu tuzağa düşmeyelim

        Köşe komşum Fatih Altaylı ile kadın meselesi etrafında bence verimli bir polemik yaşıyoruz zira Türkiye’de kadınların sorunlarının ve kadın mücadelesinin her türlü gündem olmasında fayda vardır. Ertuğrul Özkök’ün aramızdaki polemik ile ilgili benim tarafımda olduğunu açıklaması üzerine Altaylı cumartesi günü şöyle bir yazı yazdı:

        “Ertuğrul Özkök abimiz, nedense kendini Nagehan Alçı ile benim aramda kalmış gibi hissetmiş. Ve sonunda safını seçmiş. ‘Ben Nagehan Alçı’nın tarafındayım’. Açıkçası zerre şaşırmadım. Her ne kadar Özkök ile benzer şeyleri söylemiş ve savunmuş olsak da, Özkök’ün eğer bir tercih yapması gerekirse nihai noktada Nagehan Alçı’nın bulunduğu tarafı tercih edeceğinden zerre kuşkum yoktu.

        İnsanlar bazen doğruyu değil akıllıca olanı seçerler”

        Zekice bir ima ama…

        Bu paragrafla Altaylı neyi ima ediyor? Bunu, onu da iyi tanıyan bir arkadaşıma sordum. Bana şöyle dedi:

        “Nagehan sen iktidara yakın bir köşe yazarısın. Böyle bir polemikte Ertuğrul Özkök’ün senin tarafını seçmesini buna bağlıyor Fatih. Özkök’ün aslında aynen kendi gibi düşündüğünü ama senin bugünkü konumun sebebiyle bu tutumu aldığını söylüyor. Bence çok zekice bir ima ile Özkök’e güzel dokundurmuş”

        Eğer durum buysa bence Altaylı, Ertuğrul Özkök’e haksızlık yapıyor. Çünkü Özkök, Hürriyet’in satılmasından sonra da “İktidara yanaşayım ve öveyim de kalıcı olayım” gibi bir çabaya girmedi. Bilakis zaman zaman dayanamayıp yazdıkları ile belli yerleri kızdırmaya devam ettiğini biliyorum. Adaletli olmak lazım. Sanırım Özkök’ü, Hürriyet’i Demirörenler aldıktan sonra menfaati için iktidar yönüne tam dönüş yapmaya çalışan başka bir Hürriyet yazarı ile karıştırıyor.

        Öte yandan kadın meselesi gibi hepimizin buluşması gereken bir konunun, mevcut siyasi kutuplaşmaya çekilmek istenmesinin kadınlara yönelik bir tuzak olduğunu yine hatırlatayım.

        Mevcut siyasi kutuplaşmayı kadınlar kesinlikle unutmalı. Kadın meselesinin AK Parti’si CHP’si MHP’si HDP’si yoktur, olamaz. Her sınıftan ve her siyasi görüşten kadın bir şekilde baskı görüyor, tahakküm ediliyor ve erkek boyunduruğu altında yaşamaya mahkum ediliyor...

        Kimi kadına bu muamele kabaca yapılıyor, kimine ise sofistike bir şekilde ve hatta hissettirmeden ama sonuçta kadınlar hep ikinci sınıf muamelesi görüyor. Sadece Türkiye’de değil dünyanın en gelişmiş ülkesinde bile durum özünde hala budur. Bu gerçek var oldukça biz kadınlar bu mücadele sürecinde birlikte durmak mecburiyetindeyiz. Aksi halde kaybederiz.

        Diğer Yazılar