Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün büyük devlet adamı ve Türkiye’yi ekonomik anlamda üçüncü dünya ülkesi olmaktan kurtarmış vizyoner siyasi lider Turgut Özal’ın ölüm yıldönümüydü. Kendisini rahmet ve ülkem adına da minnetle anıyorum.

        Dün aynı zamanda Ekrem İmamoğlu’na mazbatası da verildi ve İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak mührü eski Başkan Mevlüt Uysal’dan devraldı.

        Çok uygar bir devir-teslim töreni oldu. Demokratik bir hukuk devletinde olması gerektiği gibiydi her şey. Ekrem Bey’i kutluyorum.

        Şimdi elbette AK Parti hukuk içindeki bütün yolları deneyerek olağanüstü itirazlarını yapacak. Elindeki iddiaları klasör klasör YSK’ya sunmuş durumda.

        Artık son kararı YSK’nın 11 yüksek hakim üyesi verecek. Hem AK Parti hem de CHP’nin bu sürece saygı duyması ve hakimler üzerinde baskı kurmaya yeltenmemesi gerekir.

        Çıkacak karar ne olursa olsun, AK Parti de, CHP de o karardan hareketle YSK üyelerini hedefe koymayacaklarını ve ortalığı ayağa kaldırmayacaklarını şimdiden beyan etmeliler.

        Bu süreçte YSK’nın beni de rahatsız eden kararları oldu. Fakat tüm bunlara rağmen bu kurulun meşruiyetini tanımak dışında Türkiye demokrasisinin çıkış yolu yok.

        Hem AK Parti hem de CHP cephesinden “YSK’nın kararını tanımıyoruz” denildiği an bu ülkede karşılıklı kitlesel ayaklanma yani sivil harp isteyenlerin ekmeğine yağ sürülür.

        Bu arada dikkatinizi bir konuya çekmek istiyorum…

        Farkında mısınız, tüm toplumu saran şu feci kutuplaşma ortamında rahmetli Özal’ın ruhu, farklı siyasal ve sosyal kesimleri hâlâ birleştirebilen başlıca değer durumunda.

        Dün Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım’ın O’nun mezarı başındaki selamlaşması ve yakın münasebeti beni çok mutlu etti. Özal 1983’te dört eğilimi birleştirerek Türkiye’nin geleceği için buradan bir sinerji çıkarma iddiasındaydı ve bunu başarmıştı.

        ÖZAL’IN RUHU BİRLEŞTİRİYOR

        Özal’ın ruhu şimdi de politik çatışma halinde olan tarafları bir bütün haline getirmeyi başarıyor. Bu hakikaten çok önemli bir siyasal ve toplumsal olaydır.

        Türkiye’nin büyük çoğunluğu Turgut Özal zemininde uzlaşıyor ve anlaşıyor. Bütün siyasetçiler, en başta da Başkan Erdoğan bu durumu dikkatle analiz etmeli diye düşünüyorum.

        Tek tek tüm partilere bakın… AK Parti zaten ilk kurulduğu günden beri Özal’ın siyasi mirasçısı olma iddiasındaydı. Erdoğan hep Özal misyonunun taşıyıcısı olduğunu söyledi. Özal Ailesi de Erdoğan’ı her daim destekledi.

        Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla beraber CHP merhum Cumhurbaşkanı’na yönelik söylemini tamamen değiştirdi. Kemal Bey yeri geldiğinde Özal’ı hep övdü. Sık sık anıt-mezarını ziyaret etti.

        MHP ve İYİ Parti de bu büyük lideri hep saygıyla anıyorlar. Özal’ın 21. yüzyılın Türk asrı olacağına dair konuşmalarına referans veriyorlar. Milliyetçi-muhafazakar yurttaşların çoğunluğu da Özal’ı severler.

        Turgut Bey’e yönelik olumlu yaklaşımı HDP’de de bulmak mümkün. Partinin içindeki Türk solcuları genelde Özal’ı sevmezler ama HDP’li Kürt siyasetçilerin hepsi kendisini sıcak bir dille anarlar. Özal’ın ölmeden önceki son icraatını en iyi Kürt siyasetçiler, en başta da Hatip Dicle, çok iyi bilir çünkü.

        Zaten hangi partiye oy verirse versin, Kürtlerin hemen hepsi Özal’ı minnet ve özlemle anarlar. Özal’ın Kürt meselesini özgürlük ve barışla çözmek için nasıl samimi bir çaba içinde olduğunu bilirler çünkü.

        Ölümünden 26 sene sonra bile Turgut Bey’e hâlâ nefret duyan tek kitle sol-Kemalist gazeteci ve akademisyen camiası ile bir kısım Türk sosyalistleri olabilir ki onlar da bu toplumda son derece marjinal konumdalar.

        Bu kitlenin tam aksine, klasik Atatürkçü ve seküler yurttaşlarımız da Özal’ı hâlâ seviyorlar.

        Zaten Atatürkçü kesim, 1983 ve 1987’de büyük çoğunlukla ANAP’a oy vermişti. Bugün CHP’nin kalesi gibi görülen metropol ilçelerinin hepsi istisnasız Özal’ın kaleleriydi.

        Yukarıda Türk sosyalistleri diye özel olarak belirttim çünkü eğer sosyalist ya da solcu bir aydın, Kürt kimliğine sahipse, mesela Özal’ın iktisadi fikirlerine karşı çıksa bile kendisinden genel olarak olumlu bir dille bahseder. Öte yandan Türk bir sosyalistse, genelde Turgut Bey’den hoşlanmaz hatta nefret eder.

        Okurlarıma tavsiyemdir. Diyelim Marksist tezleri savunan biriyle konuşuyorsunuz. Özal mevzusunu açın...

        Eğer o kişi Özal’a karşı çıksa bile yumuşak ve sevgi dolu bir lisan kullanıyorsa büyük ihtimalle Kürt bir sosyalisttir.

        Özal kelimesini bile işitince hâlâ bitmeyen bir kızgınlık ve öfke ile davranıyorsa da kesinlikle bir Türk Marksistidir. Bu bahsettiğim test adeta şaşmaz bir turnusol kağıdı gibidir.

        Kemalizm ile Marksizm birbirine zıt sayılacak kadar farklı siyasi ideolojiler olsalar da Türk sosyalistleriyle Türk ulusalcıları ya da sol-Kemalistleri arasındaki “Özal nefreti ortaklığı” kesinlikle akademisyenler tarafından incelenmesi gereken bir olgudur diye düşünüyorum.

        Diğer Yazılar