Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        40 yıl önce bugün bu ülkenin yaşadığı askeri darbenin toplumsal bünyemizde yarattığı sarsıntıyı hala atlatabilmiş değiliz.

        Ben henüz 3 yaşındaydım.

        Hem öncesi hem sonrası cehennem olan bir dönem 12 Eylül.

        Bu dönemden hiçbir zarar görmemiş insanların dahi salt 12 Eylül’e şahit olmanın getirdiği ruh hali ile bambaşka varlıklar haline geldiklerini düşünüyorum.

        12 Eylül, daha önceki darbeler gibi belli siyasal bir gruba dayanmayan, tüm siyasal gruplara derecesi değişmekle birlikte zulmeden, herkese Eski Türkiye rejiminin gerçek sahibinin generaller olduğunu gösteren bir darbeydi.

        Bu, ayrım gözetmeyen zalimliği sözde herkes tarafından paylaşılan çok sahte bir 12 Eylül ve Kenan Evren düşmanlığı da yarattı.

        Sözde diyorum çünkü görüntüde bu düşmanlık herkes tarafından paylaşılıyor olmakla birlikte esasen söylemeye çekinmekle beraber Evren’i seven bir eski kuşak vardır ve sayıları da az değildir.

        Mesela o yüzden Profesör Celal Şengör, Kenan Evren’e ve 12 Eylül darbe rejimine methiyeler düzünce bence özellikle 65 yaşını geçmiş Sağ-Atatürkçü kesimden çok da destek aldı.

        Şengör gibi bu Sağ-Atatürkçü kesim de 12 Eylül öncesi katliam ve kan dolu ortamın kendiliğinden oluştuğuna ve Kenan Evren’in bu anarşi düzenini bitirdiğine inanıyor.

        Oysa elbette 12 Eylül öncesi bir darbe ortamının özel harp ve kontrgerilla yöntemleriyle yaratıldığı, yani önce yangın çıkarılıp sonra kahraman itfaiyeci rolü oynandığı açık.

        Öte yandan benim de içinde olduğum jenerasyonun bu riyakâr 12 Eylül hakaretnameleriyle büyüdüğü de açık.

        12 Eylül bahanesi bir kuşak tarafından kendi dünyalarının sahteliğini kamufle etme aracı olarak kullanıldı.

        “12 Eylül yüzünden engellendik yoksa devrim yapacaktık ya da iktidar olacaktık” diye kendini kandıran solcu ve sağcı geniş bir kitle oluştu bu darbe yüzünden.

        Bizim neslimizin depolitizasyon ortamında yetiştirildiği hem sol hem sağ cenahta konuşulan standart bir 12 Eylül muhabbetiydi.

        12 Eylül darbecileri bunu bilinçli yapmıştı, gençleri politikadan soğutmuştu, onları “test ve tost çocuğu” yapmıştı vs...

        Tabii bir yandan buradan şu anlam çıkıyordu: 80 öncesinin sol ve sağ jenerasyonları sahici anlamda politizeydi, bilinçliydi, ülke ve dünya sorunlarının farkındaydı.

        Bu bilinçli neslin üzerinden tanklar geçti. O yüzden ülke bu hale geldi.

        Ayrıca bizler “12 Eylül ile birlikte bu ülkenin kültürel ve entelektüel hayatı da bitirildi” gibi lafları da devamlı duyarak büyüdük. Halbuki bu söylemler de yalan ve sahte.

        Doğru, 12 Eylül çok zalim bir askeri darbeydi fakat 80 öncesi kuşaklar bunu kullanarak öncesi ile ilgili bir efsane yarattılar.

        Sadece 12 Eylül öncesi değil, 60-80 arası Türkiye’sinin entelektüel ortamı tamamen riya dolu bir yandan da çocuksu bir dönem.

        O 20 sene entelektüel açıdan adeta kendini kandırma ve olmadığı gibi gösterme dönemi olarak tarihe geçecek bir özelliğe sahip.

        Dönemin dergilerini, yayınlarını ve sözde entelektüel tartışmalarını incelemeye ve okumaya gayret ediyorum. Bu ülkenin tarihinde bu kadar sahte bir entelektüel atmosferi, ne öncesinde ne de sonrasında görebiliyorum.

        Ortada sürekli kendini kandıran, sol ile sağ tanımlarının evrensel anlamlarını tamamen kaybettiği bir hayal tablosu var.

        60-80 arası aydın ve akademi dünyası aklın değil tamamen heyecanların hakim olduğu bir dünya.

        27 Mayıs ile 12 Eylül arasında 20 senelik dönemin Türkiye’sinin sol içi tartışmalarını okuduğum zaman güleyim mi, ağlayayım mı bilemiyorum.

        Solun entelektüel hegemonyasına karşı ezik vaziyette kalan sağın zaten kendi gündemi yok o yıllarda, bu sol içi tartışmaların zavallılığının yansıması olarak sağ kanat daha da zavallı halde.

        Yani ortada 12 Eylül yüzünden bitmiş çok değerli bir entelektüel ortam falan söz konusu değil. Bu tam bir kandırmaca.

        Sosyal ve siyasal meseleler üzerinde ciddi anlamda düşünmek isteyen bir insanın beynini iğdiş edebilecek bir kültürel atmosfer hâkim Türkiye’nin o 20 yılına.

        Marksizm anlamında da bu böyle. O yılların Türkiye’sinde nitelikli bir solculuk da entelektüel anlamda yok. 80 sonrası çok daha iyi durumda bu açıdan Türkiye.

        80 öncesi ile alakalı bizim algımız ile dışardan bakan objektif akademisyenlerin algısı o kadar farklı ki...

        Mesela David Shankland’ın “80 öncesi sağ-sol çatışması diye adlandırılan şey esasen kamufle edilmiş bir Alevi-Sünni iç savaşıdır” tespiti üzerinde hiç düşündük mü?

        Türkiye’nin hakiki toplumsal problemlerinin üstünü örttü o 20 sene bence.

        Alevi meselesi, Kürt meselesi ve İslam meselesi bu kadar geç tartışılır hale gelmemeliydi.

        Alevilik, sosyalist-devrimci hareket içinde, dindarlık ülkücü-sağ hareket içinde ikame edilebilir insan depoları yaratan zeminler olarak değil, başlı başına bir olgu olarak görülmeliydi.

        İşçilerin hak mücadelesi de o zaman daha hakiki ve güçlü bir zemine sahip olabilirdi.

        Slavoj Zizek’in Sovyetler’in Prag işgali için söylediği bir şey vardır. “Prag baharının başarısızlığını kamufle etti o işgal” der Zizek.

        12 Eylül darbesi ile o yılların anadamar Türk solu için de aynı analoji kurulabilir bence.

        12 Eylül darbesi, Türk sol hareketinin sahte dünyasının sorgulanmasını geciktirdi.

        80 öncesi o içi boş sözde sol mitleşerek kamufle oldu. O sol anlayışın dönüşmesi şarttı, normal bir akış olsaydı da kendi kendine dönüşecekti.

        İşte o Türk solu bugün HDP içindeki nüfuzu vasıtasıyla Kürtlere de bence büyük zarar vermeye devam ediyor. Şüphesiz bu ayrı bir yazının konusu ama bu noktaya değinmeden geçemedim.

        İşte o evrensel anlamıyla ilgisi olmayan içi boş Türk solunun muhafazasını sağladı 12 Eylül.

        Bu sol mitleştikçe de içi boşluğunu korumaya devam etti bugüne kadar.

        Diğer Yazılar