Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyada nerede durduğunuz, çok sayıda tercih ve arayışın bileşkesidir.

        Öncelikle tercihtir. Siyasi, askeri, kültürel ve jeopolitik değerlendirmelerin sonucudur. Bu seçim, gücünüz nispetince size; diğer yandan tercih ettiğiniz güç dengesini oluşturan ülke ya da ittifaklara bağlıdır.

        Öte yandan arayıştır. Çünkü yaptığınız tercihler dünyanın gidişatına göre değişir ve dönüşür. Gücünüzün artmasına ya da azalmasına paralel olarak yeniden değerlendirmek, bazen de yeni kararlar almak durumunda kalırsınız.

        Türkiye’nin Rusya-Ukrayna çatışmasında oynadığı aktif denge rolü, ardından ortaya çıkan “İsveç ve Finlandiya krizi”, sıkça aceleci bakış ve değerlendirmelerin konusu oldu.

        Elbette bunların da geçmişe dayanan gerekçeleri var.

        TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİNDEKİ KIRILMALAR

        Türk-Amerikan ilişkilerinde son 20-25 yıldır yaşanan kırılmalar, gerilimler ve çıkar çatışmalarından; Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Rusya lideri Putin arasındaki sıcak ve dinamik ilişkiye kadar pek çok tablo yeni soruları beraberinde getirdi.

        Bölgesinde iddialı çıkışlar yapan, özellikle Doğu Akdeniz’de enerji merkezli ve küresel düzeyde çatışma alanı olan arayışlarda varlığını ilan eden bir Türkiye var şu anda.

        Elbette bu çıkışlarıyla birlikte kendisine yönelik hamleleri de görmezden gelemeyiz.

        Türkiye’ye yönelik tehditlerin, üstelik aynı ittifak çatısı altında olduğu ABD eliyle sürekli canlı tutulması en önemli başlık. Suriye’nin kuzeyindeki terör desteği apaçık ve inatla sürüyor.

        Buna şimdilerde Yunanistan’daki askeri üsler ve bu ülkeyi de içine alan Doğu Akdeniz’deki “karşı ittifak arayışları”nı da eklemek gerekiyor.

        TÜRKİYE’NİN YERİ AVRASYA MI?

        Bu iki örnek bile şu soruları yeterince anlamlı kılıyor.

        Türkiye, Batı’dan, NATO’dan ve ABD’den kopuyor mu?

        Bu sorulara “Dünyanın merkezi Avrasya ve Pasifik hattı. Çin, ABD’yi yeniyor” cephesinde cevaplar hazır.

        Şanghay Örgütü’nden BRICS’e kadar, inanılmaz ekonomik hacimlere, nüfusa ve Çin’i dikkate alınca teknolojik kapasiteye sahip ittifaklara dikkat kesilmemek imkansız. Ancak “Türkiye’nin yeri artık orasıdır” diyebilmek kolay mı, işte orada farklı tablolar var karşımızda.

        Avrasyacı yaklaşımın entelektüel hayatta ve devletin bazı kademelerinde belli bir karşılığı var. Siyasette aynı düzeyde etkin olduğunu söylemek zor.

        Bugün NATO’ya yönelik eleştiriler, ki hepsinin haklı ve ciddi temelleri var, Türkiye’nin ayrılık ya da kopma talebinin değil, ittifakta (esasen dünyada) yeni bir yere/tanıma kavuşma arayışının sonucu. Bunu gerçekçi, yerinde ve önemli bir yaklaşım olarak görüyorum.

        Üstelik bunun da bir geçmişi var bizim açımızdan.

        Uluslararası örgütlerin karar mekanizmalarına ve adaletsiz tutumlarına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllardır dile getirdiği eleştiriler ve talepler hatırlanmadan, İsveç ve Finlandiya’nın üyelik tartışmasını doğru zemine oturtamayız.

        ANA MUHALEFETİN DIŞ POLİTİKASI

        Tartışmamız gereken başka sorular da var.

        ABD başta olmak üzere Batı/NATO ittifakının Türkiye’yi dışlama çabalarının anlamı nedir?

        Bunlar gerçekten bir kopuşu mu hedefliyor, yoksa dünyadaki yeni dengelerde bize yer ve rol biçmenin karşı hamleleri mi?

        Bir soru daha. Batı içinde herkes bu konuda ortak bir fikre mi sahip?

        Bunları sakince cevaplamak zorundayız.

        Öncelikle bu meseleleri, günlük politikaların ve iç siyasetin dehlizlerinden çıkarıp, “devlet aklı”nı zenginleştirme yönünde ele almalıyız.

        Özellikle zenginleştirme ifadesini kullandım. Çünkü siyasi partilerin, okur-yazarların ve ilgili herkesin, ülkesinin dış politikası konusunda farklı yaklaşım ve önerileri olabilir. Ülke çıkarlarını maksimize etmeye yaradığı sürece bu bir zenginliktir.

        Bir örnekle anlatmak mümkün bu durumu.

        Ana muhalefet partisi CHP’nin dış politikaya dair tutumundan söz ediyorum.

        Emekli büyükelçi Ünal Çeviköz üzerinden ortaya çıkan yaklaşım, katkı bir yana, ülkesinin karşısına dikilen ve onu dünyaya şikayet eden bir üslupla ilerliyor.

        Öylesine söylenmediği çok açık olan bu sözleri, Türkiye’nin pek çok kritik sorununda gördük. Bu duruşun ve tezlerin CHP içindeki karşılığını tam olarak göremiyoruz, en azından kendi payıma beklediğim tepkileri alamadım.

        “Kim Türkiye’yi neden dışlamak istiyor, bu ne kadar mümkün” tartışmasına devam edeceğim.

        Şimdilik şu kadarını ifade edeyim.

        Bu başlık altında soğukkanlı tartışmalar yürütürsek, avantajlarımızı ve dezavantajlarımızı daha iyi görebileceğimizi düşünüyorum.

        Bir de kendi dinamiklerimizi yeterince tanımadığımızı, ayrıca canı isteyenin istediği yere savuracağı bir ülke olmadığımızı da.

        Tablo göründüğünden çok daha karmaşık ve uzunca konuşulmayı hak ediyor.

        Diğer Yazılar