Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Çok fazla geriye gitmeden konuşabiliriz.

        Seçim kanununda yapılan bir değişiklik, hemen herkesin beklediğinden daha fazla sonuç üretti.

        Daha önce seçim sürecinde "altın hisse" pazarlığı yapabilen küçük siyasi partiler, bu avantajlarını yitirdi.

        Bu durumun en çok 6'lı masayı etkilediği ortada. İkisi yeni kurulan dört siyasi parti masada eski konumlarının hayli uzağında.

        Dolayısıyla muhalefet cephesinde CHP ve İYİ Parti iki ana aktör olarak daha belirleyici konuma geldiler. Kuşkusuz seçim kanunu dışında pek çok etken var, ama sadece ciddi rol oynadığının altını çizmek istedim.

        İşin bu aşamasında başka gerçekler gün yüzüne çıktı.

        Gün yüzüne çıktı derken, daha ilk günden bu gerçekleri dile getirenler ya fitneyle ya da temelsiz konuşmakla suçlandı.

        Onlar geride kaldı. Çünkü güneşin balçıkla sıvanamayacağı günlere geldik.

        Seçim çok yaklaştı.

        Muhalefet cephesi bir ortak aday üzerinde uzlaşabilmiş değil.

        Bu durumun iddia edilenin aksine bir stratejinin sonucu olmadığı, özellikle iki ana aktör arasındaki görüş farkından kaynaklandığı da açık.

        Daha net ifadesiyle, her gün adaylık çıtasını yükselten Kemal Kılıçdaroğlu'na Meral Akşener destek vermiyor.

        Aslında Akşener cephesinde değişen bir şey yok. Neredeyse bir yıldır, "kazanacak aday" tanımı üzerinden aynı noktaya vurgu yapıyor.

        Doğrudan veya dolaylı pek çok mesajla, önce partisinin önemli kurmayları üzerinden, sonra bizzat kendisi Kılıçdaroğlu'nun adaylığına olan mesafesini ifade etti.

        TARTIŞMANIN YENİ BOYUTLARI

        Habertürk'teki son yayınında söyledikleri ise hiçbir tartışmaya kapı aralamayacak kadar açıktı. Noter olmadıklarını, kazanacak aday istediklerini ve bu yöndeki dayatmalardan duydukları rahatsızlığı dile getirdi.

        Dün sabah FoxTv'de dile getirdikleri de aynı çerçevede; fakat bu kez iki parti arasındaki siyasi kodları öne çıkaran bir mesaja dönüştü.

        Önce Meral Akşener’in sözlerini hatırlayalım:

        "Bir şımarıklık çöktü ama siyasilere değil. Genellikle CHP'yi destekleyen ve onu tanzim etmeye çalışan insanlarda. Sağcılar diye bir kavram çıktı. İpin ucu kaçtı. Masaya davet ettiniz geldik. Sağcı istemiyorsanız etmeyin kardeşim. Kazanılamadığı takdirde herkes bu zararı görür."

        Akşener ülkücü kökenli, ama aynı zamanda merkez sağın önemli bir partisinde yer alıp, içişleri bakanlığı yapmış bir siyasetçi.

        Son değerlendirmesinin Kılıçdaroğlu ve CHP'nin kurumsal yapısına yönelik kısmı sadece siyasi nezaket. Ama giderek eleştiri dozunun yükseldiği de bir başka gerçek.

        Bu kez temel vurgu "sağcılık" üzerinden. Siyasi geçmişiyle ve partisinin kodlarıyla baktığınızda Akşener'in bu tepkisi dikkat çekici.

        Aynı zamanda CHP şemsiyesi altındaki çevrelerden gelen "Bu sağcılara güven olmaz, onlarla yol yürünmez" mesajlarına bir cevap.

        SİYASİ REKABETİ YOK SAYMAK

        İki siyasi partinin güncel meseleler veya teknik konular üzerinde görüş ayrılığında olması, yol arkadaşlığına ve ortak stratejiye engel değil.

        Ancak temel siyasi kodlar veya buna karşılık gelen meseleler üzerinden ortaya çıkan tartışmaların gölgesinde ortaklık yürütmek sanıldığından çok zor.

        "Sağcılık" etrafında başlayan tartışma şaşırtıcı değil. Mesela sınır ötesi operasyonlarla ilgili tezkere oylamasında çok daha somut bir ayrışma yaşanmıştı. İYİ Parti neye evet dediğini pekala biliyordu. CHP de, HDP ile aynı renkte hayır oyu kullanırken ne yaptığının farkındaydı.

        Bu örneğin sadece Türkiye'nin iç siyasetine dair bir görüş farkını değil, dünyaya bakışla ilgili bir yol ayrımı olduğunu da görmek durumundayız.

        Hep yazdım ama sabrınıza sığınarak bir daha hatırlatayım.

        Siyasi tarih, siyaset bilimi ve sosyolojiyi dikkate almadan, günü birlik gelişmeleri takip etmek vahim yanılgılara neden olabilir. Bu bilim dallarına kutsallık atfetmiyorum, sadece yeterince dikkate alınmadığını söylüyorum.

        Hepsi bir yana, siyasetin doğasındaki rekabeti yok sayıp, siyasetçileri de "egolarını yok etmiş tevazu abideleri" gibi göstermek bizi geleceği görebilmekten mahrum kılar.

        Diğer Yazılar