Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Nasuhi Güngör İran'ı kim yönetiyor?
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve beraberindeki heyetin yaşadığı helikopter faciasının ardından, hatta neredeyse kaza anından itibaren İran’ın geleceğine dair tartışmalar hız kazandı. Biz de dün başladığımız değerlendirmeye devam edelim.

        Aslında gözümüzün önünde duran bir gerçek, olup biteni anlamamıza yardımcı olabilir.

        İran önceki gün cumhurbaşkanını ve dışişleri bakanını kaybetti. Bu hangi ülkenin başına gelirse gelsin ciddi bir boşluk oluşturacak bir hadise.

        Fakat öyle olmuyor İran’da. Dahası kimin cumhurbaşkanı olacağı da öyle çok merak edilen bir soru değil.

        Kayıpları İran’ı elbette etkiliyor, toplumu kaygılandırıyor. Ancak konu geleceğe dair tartışmalar olunca seçimler, cumhurbaşkanı, kabine gibi başlıklar belirleyici olmaktan çıkıyor. Gözümüzün önündeki gerçekten kastım bu zaten. İran’da mevcut sistemde asıl güç sahiplerinin kim olduğunu tanımlarsak, bu soruya da cevap bulabiliriz.

        Dün ifade ettiklerimi kısaca tekrarlayayım. 1979’daki devrimden sonra ortaya çıkan yeni anayasa ve sistemde, Velayet-i Fakih doktrini oluşturuldu. Sistemde cumhurbaşkanı, başbakan, parlamento ve seçimler olsa da asıl güç merkezi “dini liderlik”. Ayetullah Humeyni sonrasında 1989’da bu makama seçilen Ayetullah Ali Hamaney oldu. Yaklaşık 35 yıldır bu gücü elinde tutuyor.

        SADECE DİNİ DEĞİL SİYASİ LİDERLİK

        Şimdi biraz daha netleştirelim tabloyu. Burada “dini” olarak tanımladığımız liderlik, aslında aynı zamanda çok güçlü bir “siyasi liderlik”. Muazzam yetkilerle donatılmış, İran’ın iç ve dış güvenliğinden yargısına, dış politikasından uluslararası operasyonlarına kadar hemen tüm alanları yönetme yetkisine sahip bir makamdan söz ediyoruz.

        Bu nedenle İran’da kimin cumhurbaşkanı seçileceği meselesi, pratikte bu gücün gerisinde ve gölgesinde kalıyor. Ancak hiçbir şey, devrimin sıcak günlerinde olduğu gibi devam etmiyor elbette. Bunu ifade etmek için en doğru örnek, son seçimlerde İran’da katılımın yüzde 41’e kadar düşmesi. Toplumla seçim sandığı arasındaki ilişkinin giderek zayıflaması, elbette siyasal meşruiyet açısından ciddi sorunlar doğuruyor.

        Seçimle gelen milletvekilleri, halka karşı sorumlu. Ekonomik sorunlardan hayatın tüm alanlarına kadar insanlar onlardan hesap soruyor. Ama bu sorumlulukla eşdeğerde yetki sahibi değiller. Böyle bir tabloda insanların seçimlerden ve siyasetten uzaklaşması şaşırtıcı değil. Burada toplumun bir şekilde mecliste görmek istediği adayların daha baştan sistem tarafından tasfiye edilmesi de çok etkili.

        REİSİ NEDEN GÜÇSÜZDÜ?

        Mesela hayatını kaybeden İbrahim Reisi’nin dönemini ele alalım. Önceki cumhurbaşkanlarının toplumsal karşılığı yoktu kendisinde. Onlar gibi yeri geldiğinde Hamaney'i eleştirecek bir gücü de olmadı.

        Reisi’nin herhangi bir şekilde Hamaney ve Devrim Muhafızları tarafından şekillendirilen dış politikanın dışına çıkması zaten söz konusu değildi. Sadece dış politika değil, hemen tüm siyasi başlıklarda durum bundan farklı değildi, olamazdı da.

        Peki siyaseti bu düzeyde oyun dışı tutabilen güç nerede ve nasıl şekilleniyor? Ana hatlarıyla aktarmaya çalışayım.

        Sistemde siyasete hükmeden çok sayıda güçlü yapı var. Daha yakınlarda seçilen ve bir dini lider seçme ya da azletme yetkisine sahip olan Uzmanlar Meclisi bunlardan birisi. Ancak daha önemli bir güç merkezi var: Anayasayı Koruyucular Konseyi.

        12 üye ve başkandan oluşan bu yapının bir çeşit anayasa mahkemesi olduğu söylense de, kelimenin tam anlamıyla meclis üstünde bir “üst meclis” gibi çalışıyor. Ayrıca milletvekili adayı olabilmek için onların denetiminden geçiliyor. Başkan ve 6 üyeyi Hamaney, diğerlerini yargıtayın verdiği listeden seçerek meclis atıyor.

        DEVRİM MUHAFIZLARI ORDUSU

        Fakat elbette dahası var. Asıl güç 1979’dan sonra, özellikle İran-Irak savaşı döneminde şekillenen İran’ın ikinci ordusu: Devrim Muhafızları Ordusu. (DMO)

        Burada ve Şah döneminden kalan geleneksel ordu üzerinde cumhurbaşkanının hiçbir yetkisi yok. DMO, aynı zamanda bir iç güvenlik yapılanması. Kendisine bağlı çok güçlü bir istihbarat teşkilatı var. Yurtdışında faaliyet gösteren orduları var. Kudüs Ordusu ve Bedir Ordusu gibi.

        Gücüne güç katan diğer boyut, DMO’nun çok büyük ticari faaliyetlerde bulunan; mesela Irak ve Suriye’de petrol ve enerji kaynaklarında pay sahibi olan, içeride savunma sanayi ve benzeri alanlara ortak devasa bir yapı olması.

        Bu gücün, elbette anayasal zeminde bağlı oldukları dini liderlik makamından başka hesap verdiği bir merci yok. O nedenle dış politikada, bölgesel operasyonlarda ve artık herkesin ezberlediği “vekil örgütler” üzerinde mutlak belirleyici rolü var.

        Konuyu uzatmamak için aynı sistem içinde yine “devlet içinde devlet” gibi örgütlenen vakıfları da kısaca hatırlatmış olayım. Yöneticilerini dini liderin atadığı bu vakıflar, toplamda 50 milyar doları aşan bütçelere, ülke dışında kendi alanlarında istedikleri faaliyetleri yürütme yetkisine sahipler. İran’ın dış politikasında önemli rolleri var. Rehberlik makamı dışında bir denetime tabi değiller.

        KİMİN ÖNÜ AÇILIYOR?

        İran’da bu nedenlerle herkes kimin cumhurbaşkanı olacağına değil, Hamaney’den sonra o makamda kimin oturacağına bakıyor.

        Eğer vefat etmeseydi İbrahim Reisi bu makam için aday mıydı? Sadece bir ihtimal. Diğer yandan gündeme geldiği gibi kazadan sonra Hamaney’in oğlunun önü mü açıldı?

        Kuşkusuz size ana hatlarıyla aktardığım güç dengeleri, ellerindeki ekonomik gücün de etkisiyle bu tercihte önemli rol oynayacaktır. Sistem içinde bağımsız hareket eden bu yapıların hem politik, hem de ekonomik olarak bu alandan geri çekilmeleri mevcut tabloda çok zor.

        Ancak bir nokta önemli. Onunla tamamlayalım.

        Seçimlere katılımın özellikle başkent Tahran’da dibe vurduğu bir ülkede, toplumun ekonomik sorunlar, sistemden kopuş ve siyasetten umudunu kesen yaklaşımına rağmen güç sahipleri bunu görmezden gelmeye devam edebilir mi? Böyle bir atmosferde babadan oğula geçen bir dini liderlik ihtimalini çok zayıf görüyorum. Ama sorun bundan çok daha fazlası elbette.

        Peki nasıl bir isim ve elbette siyasi profil ortaya çıkabilir? Bunun cevabı abartısız yaşadığımız coğrafyanın kaderini etkileyecek kadar önemli. Hamaney ve oluşturduğu güç alanları 35 yıldır İran’ı yönetiyor. Müstakbel isim bunu olduğu gibi devam ettirebilir mi? Sertlik yanlısı mı olacak gibi tarifler, kimse kusura bakmasın konuyu anlamaktan uzak yaklaşımlar.

        En geç 50 gün sonra cumhurbaşkanı seçecek bir ülkede gündemin gerçek yüzünü aktarmaya çalıştım. Şimdilik bu kadar.