Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşı devam ederken üstlendiği rolün ne kadar önemli olduğu her geçen biraz daha anlaşılıyor.

        Bu önemin artacağı ve söz konusu rolün daha kalıcı hale geleceği bir döneme giriyoruz.

        Aynı zamanda sorumluluklarımızın ağırlaşacağı ve atacağımız her adımı daha fazla ölçmemiz gereken bir dönem bu.

        Savaşın ilk günlerinden itibaren ortaya çıkan bazı iddia ve tezler vardı.

        Türkiye’nin Rusya’ya karşı yaptırımlara acilen katılması gerektiği, aksi takdirde Batıdan, NATO’dan ve “demokratik dünya”dan kopacağı, Rusya’nın savaşı kaybedeceği, kazanan tarafta olmamız gerektiği gibi.

        Kimsenin neyi kaybettiği ve kazandığı henüz belli değil. Kaldı ki ülkemizin stratejik önemi ve rolü, savaşı kimin kazanacağı sorusunun cevabından çok daha fazlasını içeriyor.

        Kritik sorunlarda Rusya’yla ve lideri Putin’le en rahat ve sorun çözücü görüşmeler yapabilen ülkeyiz.

        2015 itibariyle Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin arasında muazzam bir görüşme trafiği oldu ve elbette müzakere zemininde tarafların birbirini yakından tanımasının da etkisi var.

        Kurumsal ilişkilerin daha önemli olduğunu unutmadan elbette.

        Peki bu tablo Ankara ve Moskova’nın mutlak kader ortağı olduğu anlamına mı geliyor?

        Başka bir ifadeyle Batı ittifakından koptuğumuzun resmi mi?

        Kesinlikle hayır. Bu yöndeki değerlendirmelerin gerçeklerden hayli uzak olduğunu söylemek gerekiyor.

        Türkiye’nin Rusya’yla ilişkileri dünyadaki hemen tüm güç merkezleri için önemli. Rusya için daha fazla önemli. Bunu biri ötekine muhtaç, şu ülke diğerini kullanıyor gibi tanımlamak da doğru değil.

        GERÇEKÇİ HEDEFLER

        Büyük güç merkezleri arasındaki konumumuzu, gerçekten eşsiz coğrafi avantajlarımızı doğru değerlendirerek kendimize yer arıyoruz. İmparatorluk refleksleri, devletinizin adı ve yönetim şekli değişince çıkarıp atacağınız bir gömlek değil elbette. Siyasi sınırlarınızın ötesinde doğal bir nüfuz alanınız var ve bunlara kayıtsız kalamazsınız.

        Ancak gerçeklerden kopmadan, kabusa dönüşecek hayaller kurmadan. Hele iç dengelerinizi sağlamlaştırmadan ve ekonominizi kırılganlıktan kurtarmadan böylesi hedefleri taşımak beklenmedik sonuçlara yol açabilir.

        Başka bir ifadeyle, ülkemizin dünyadaki büyük çatışmaların ortasında elde ettiği tahıl koridoru gibi avantajlarla, enerji merkezi olmak gibi stratejik açılımlarla yakaladığı stratejik değeri heba etmeden, gerçekle bağını koparmadan değerlendirmek zorundayız.

        ALMANYA NEREDE DURACAK?

        Bunları yaparken, bugüne kadar izlediğimiz temkinli ve dikkatli politikanın ne denli doğru olduğu gerçeğini de unutmayalım. Doğruya doğru, burada büyük iş başardık.

        Karşımıza çıkan her sürpriz hamle, bu politikanın doğruluğuna işaret ediyor.

        İşte Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un son Çin ziyareti. Kıyamet koptu Batı kamuoyunda.

        Washington Post, Almanya’yı “çizgiyi aşmak”la suçladı.

        Foreign Policy (FP) dergisindeki bir analizde “Almanya’nın Batı’nın Çin ile stratejik rekabetinde güvenilir bir ortak olup olmadığı” tartışılıyor.

        Buradaki teze göre Almanya Çin’e bağımlı olamaz. Almanya bir pazara bağlı olacaksa orası AB pazarı olmalı.

        Bu analizin gerçeklerle ilgisi hayli kuşkulu. Belki daha doğru tahminle, Almanya’ya sopa göstermeyi hedefliyor.

        Fakat Almanların bu tehditlere kulak asacak durumda olmadığı da her geçen gün daha fazla ortaya çıkıyor.

        FP’deki değerlendirmenin en ilginç tezini de şöyle özetleyeyim.

        “Almanya’yı Çin ile işbirliğine zorlayan ulusal ekonomik çıkarlar değil. Seçkin Alman çokuluslu şirketlerinin ve endüstrilerinin özel çıkarları.”

        Scholz’un heyetinde endüstri ve bankacılık devlerinden çok sayıda yöneticinin bulunması bu tabloyu tamamlıyor. İşte Berlin'i Pekin'e sürükleyen güçler.

        Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’in şu değerlendirmesinin de altını çizelim: “Almanya için rüzgarların tersten estiği dönem başlıyor. Almanya birleşmeden bu yana en derin krizi yaşıyor.”

        Yani Soğuk Savaş’ın sona erip iki Almanya’nın birleşmesinden sonraki en büyük kriz.

        Haftasonu Rusya ve Çin’i destekleyen haber sitelerine ve yorumlara göz attım.

        Almanya’nın Çin hamlesini aktarırken, “Pekin’le işbirliği yapıp ABD’yi Avrupa’dan kovma”ya kadar giden tezlerin uçuştuğunu gördüm.

        Bunlar uçuk kaçık sözler olabilir. Fakat Amerikan yönetiminin Ukrayna’ya “Rusya’yla masaya otur baskısı yaptığı” iddialarına bakınca dikkatli ve soğukkanlı olmanın değeri bir kez daha anlaşılıyor.

        Almanya’nın dünyada duracağı yeri anlamak için çok daha fazla çaba göstermemiz gerekiyor.

        Türkiye’yi o kadar yakından ilgilendiriyor ki.

        Diğer Yazılar