Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Doğrudan ifade etmek gerekirse, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda muhalefet tarafında şöyle bir manzara var.

        Kullanılan dil ve ortaya konulan söylem sertleşiyor. YSP (HDP) ile yapılan ittifakın, seçim sonuçlarına yönelik etkisi üzerinden, deyim yerindeyse keskin bir dönüş yapılıyor.

        HDP ile hiçbir pazarlık yapılmadığı, kapalı kapılar ardında bir vaat verilmediği söylenirken, teröre ve PKK’ya dair son derece sert ifadeler kullanılıyor.

        Benzer bir durum Kemal Kılıçdaroğlu’nun son beyanında ortaya çıkan “10 milyon mülteci” üzerinden söylenenler için de geçerli. Resmî rakamların yaklaşık 2,5 katı olmasını bir kenara bıraksak bile, mültecilerin gönderilmesi, kaldıkları takdirde tehdit oluşturacakları yönündeki söylem de aynı dozda ortaya konuluyor.

        Bu denli keskin bir dönüşün ve buna dair mesajların seçmen nezdinde nasıl bir karşılık bulacağı hayli tartışmalı. Öte yandan parlamentoda Cumhur İttifakı’nın oluşturduğu çoğunluk dile getirilmiyor ya da “önemsiz” sayılıyor. “Güçlendirilmiş parlamenter sistem” iddiasıyla ortaya çıkan muhalefet, Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olduğu takdirde mecliste çoğunluk olmasa bile ülkeyi rahatlıkla yönetebileceklerini ifade ediyor.

        Birbirinden hayli farklı dünya görüşlerine sahip partilerden oluşan muhalefet bloğuna oy veren seçmenin, böylesine keskin bir değişimi nasıl karşılayacağı, 28 Mayıs’ın iki önemli sorusundan biri.

        Diğeri ise Cumhur İttifakı’nın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu hamlelere karşı ne yapacağı.

        Görünen ve özellikle Erdoğan’ın yaklaşık 15 gündür verdiği mesajlara yansıyan kuşatıcı dil; belki de herhangi bir “karşı hamle” planlamadan devam edecek sakin bir sürece işaret ediyor.

        Karşılıklı strateji ve söylemlerde güncel durum bu.

        HEDEF ORTAKLIĞI VE ALIŞVERİŞ

        Şunu fark ettim seçim sürecinde.

        Bazı kelimeleri ve kavramları, sanki anlamı birbirine yakınmış gibi kullanıyoruz. Oysa bu ciddi bir hata.

        Müzakere ve pazarlık mesela.

        Siyasetin aynı zamanda bir müzakere sanatı olduğunu anlatırken, sıkça “pazarlık” kelimesini de kullanıyoruz.

        Pazarlık, bir alışverişte uygun fiyata ulaşmak için yapılan görüşme en kısa anlatımıyla.

        Oysa müzakere, bir mesele üzerinde fikir alışverişinde bulunmak, karşılıklı tartışmak ve görüş beyan etmek.

        14 Mayıs itibarıyla ilk aşamasını tamamladığımız seçim sürecinde, siyasi partilerin oluşturduğu ittifakları tanımlarken, sıkça pazarlık ya da müzakereden söz etmişiz. Hemen hemen aynı anlamı taşıyormuşcasına.

        Fikirlerin karşılıklı ele alındığı “müzakere”, sonuçları itibarıyla daha kalıcı yakınlaşmalara kapı aralama özelliğine sahip. Dolayısıyla hem zaman, hem de emek açısından daha fazlasını istiyor.

        Pazarlık ise, daha günübirlik ve asıl anlamıyla “alışveriş” merkezli bir anlam dünyasına sahip.

        Şimdi buradan siyaset sahnemize gözatalım.

        Bugün ortaya çıkan ittifakların ve bunları oluşturan süreçlerin ne kadarı “müzakere”, ne kadarı “pazarlık” içeriyor? Olup biteni anlama açısından son derece önemli.

        Eğer tarafların karşılıklı olarak fikirlerini ortaya koyduğu, bunlar üzerinde mutabakat sağladığı ve bir başka ifadeyle “hedef ortaklığı”na ulaştığı bir ittifak varsa, orada bir müzakereden söz edebiliriz.

        Dolayısıyla böyle bir ittifak, sadece seçimlerle sınırlı bir bağ ve yakınlık oluşturmanın ötesine geçebilir. Uzun soluklu hedefler etrafında bir yol haritası oluşturabilir.

        Peki, sadece seçim sürecinde ortaya çıkan ve devamında herkesin “sepeti koluna, kendi yoluna” kıvamına geleceği ittifaklar için aynısını söylemek mümkün mü?

        Elbette hayır. Dolayısıyla burada daha çok bir “pazarlık”tan söz edebiliriz.

        Pazarlık, tarafların karşılıklı olarak birbirlerine vaat ettiklerini yerine getirmekle sınırlıyken, herhangi bir fikir ya da hedef birlikteliğine ihtiyaç duymuyor.

        Birini kalıcı, ötekini geçici kılan da bu.

        “Kazanmak için herkesle konuşalım, ne istiyorsa verelim” yaklaşımı, 14 Mayıs gecesi bazı çevreleri şaşkına uğratan tercihleri yapan seçmeni nasıl etkiler? Hele bu seçmen uzun zaman devam eden bazı süreçlerin, nihayetinde önemli ölçüde pazarlık içerdiğine dair bir fikir edinmişse.

        Diğer Yazılar