Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AK Parti’nin 12 yıllık iktidarı, darbe girişimlerini ve vesayet çabalarını göğüslemek, Kürt meselesi gibi önemli bir alanda makro demokratikleşme yolunda hamleler yapmak ve ekonomik kalkınma, büyüme konusuna teksif olmakla geçti. Merkez-çevre teorilerinden hareketle bakılırsa, “çevre” siyasetin merkezini değiştirdi, ama “kültür” alanı eski merkezde kaldı. Eski merkez, kültürel alanı tahkim ediyor olmak üzerinden iktidar talep ettiği gibi, önünde ciddi bir engel de bulmadı. Muhayyileyi, tasavvuru, perspektifi belirlemeye devam etti, tabii bunların tecessüm ettiği edebiyat, sanat ve sinema ürünlerini de.

        Uzun yıllar boyunca resmi devlet politikası mahiyeti kazanmış Batılılaşma projesi, sadece pozitif bilimlerde, siyaset-sosyoloji gibi sosyal bilimlerde, ekonomi, sağlık alanında değil, bir milleti millet yapan kültürel dinamiklerin, gündelik hayatın, kılık kıyafetin ve yaşam tarzının, üretim ve aile içi ilişkilerin tamamında belirleyici oldu. Bugün bazı toplumsal kesimler arasında neredeyse kemikleşmiş olan gerilim, özünde Batılılaşma projesine tamamen ikna olma ile “teslim olmaya direnme” çabası arasındaki çatışmadan ya da kılık değiştirmiş versiyonlarından neşet etti.

        Siyasetin merkezini dönüştüren toplumsal hareket, Batılılaşmaya ikna olmuş kültürel iktidarın hegemonyasını kıracak bugüne ait bir dil geliştiremedi. Toptancı bir reddediş ve gerçeklikle bağını koparma ile kendi alanına çekilip geleneksel sanatların uysal dünyasında iddiasız bir varoluş arasında salındı durdu. Bir yerden sonra kovulduğu yere itibar etmemeyi seçti. Kültürel iktidarını sürdüren ve tam tekmil Batılılaşmanın mihmandarlığını yapanlar ise siyasetin iktidarına karşı kültür ve sanat alanını tek kaleleri olarak görme, koruma şevkine tutundular. Muarızlarının kültür alanında isim yetiştirmediğini, çünkü “geçmişle kafayı bozduklarını” düşünüyorlar, “gericilikle” itham ediyorlar. Bu kurguya göre kendileri “ilerici”, çünkü geleceğe bakan kendileri.

        Oysa Kültür Bakanı Ömer Çelik’ten alıntıyla, “Geleceğimizin çeperlerini belirleyen şey, geçmişle ilişkimizin derinliğinden başkası değil”.

        ***

        Star Gazetesi’nin Necip Fazıl Kısakürek adına düzenlediği organizasyonda ödül alan Nuri Pakdil, Gülru Necipoğlu ve İsmail E. Erünsal’a bakarken bunları düşündüm. Kendi alanında ihtisas sahibi olmuş değerli isimler idiler. İktidarın görüş ve yaklaşımlarıyla bire bir mutabık değillerdi. Ortak özellikleri “geçmişle ilişkiyi derinleştirmiş olmak”tı.

        Nuri Pakdil gibi inzivayı seçmiş, kameralara konuşmak, demeç ya da röportaj vermek gibi alışkınlıklardan uzak kalmış bir aydını öyle bir gecede kürsüye çıkarmak başlı başına başarıydı.

        Pakdil, yabancılaşma ve Batılılaşma karşıtlığını, kendi tanımıyla “devrimciliğini” bu topraklara özgü bir sadeliği koruyarak kökleştirmiş bir isim. Birçok kişi sokaktan, kameralardan, medyadan böylesine uzak duran bir devrimci profilini hayal etmekte zorlanabilir. Fakat Pakdil’in devrimcilik dahil; Batı uygarlığının iktidar prototiplerinin evcilleştirdiği ve araçsallaştırdığı kodlara temel bir itirazı olduğu bilinirse, bu seçimi anlamak kolaylaşır.

        1993 yılından bu yana Harvard Üniversitesi Ağa Han İslam Mimarisi programının direktörlüğünü yürüten Prof. Dr. Gülru Necipoğlu’nun onurlandırılmasına da, Türkçe’si 2013’te yayınlanmış “Sinan Çağı” adlı eserini daha geniş kitlelere duyurması açısından sevindirici buldum. Gülru Necipoğlu, Mimar Sinan’ın hiçbir şey bilmeyen yöneticiler ve esnaf toplumunda şans eseri ve kişisel yetenekleri sayesinde sivrilmiş bir deha olmadığını, Sinan’ın çağının ve çevresinin bir ürünü olduğunu tüm dünyaya göstermiş bir kadın. Sinan’ın Sultan Süleyman döneminde yaptığı bütün eserlerin tıpkı modern dönemde olduğu gibi projelendirilme, fiyatlandırılma ve bir dizi fizibilite araştırmasından geçerek tezahür ettiği gerçeğinin yüksek profilli akademik bir çalışmada karşılık bulması Necipoğlu sayesinde oldu. “Sinan Çağı”, Batı merkezli tarih okumalarının Batı dışı uygarlık saydığı Osmanlı’da parlamış zekâ ve dehaları anlık, rastlantısal ve kendileriyle başlayıp kendileriyle biten bir devinim olarak kodlama eğilimini sorguladı ve açığa düşürdü.

        Bunun önemi “Olmuştu ve bu rastlantı değildi, yine olabilir” diyebilmemizi sağlamasında.

        ***

        Başta “Necip Fazıl” ismi olmak üzere, bu isim altında alınan ödüller ve bu türde organizasyonlar gelecek kurma niyetinin gereksindiği hafızayı canlandırmaya hizmet ettiği sürece anlamlı. Bu niyet olmadığında salt etkinlik, kırtasiye, para ve enerji kaybı.

        Diğer Yazılar