Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Davutoğlu MYK toplantısında kongre için 22 Mayıs tarihini verdi ve aday olmayacağını açıkladı. 20 aylık süreçte neler olduğunu özetledi. 62. hükümeti ortaya çıkaran ruhu; karizmatik kurucu liderden sonra AK Parti genel başkanlığı koltuğunu doldurmak gibi, kaos senaryolarıyla baş edebilmek gibi, yapılan yatırımların eksiksiz takibi gibi pek çok meydan okumayla karşı karşıya kaldığını anlattı. 7 Haziran sonuçları geldikten sonra yaşanan moral bozukluğunu bir iç muhasebe enerjisine tahvil etmek için nasıl çabaladıklarını anlattı. Türkiye’ye savaş ilan edenlere karşı, “Güçlü Cumhurbaşkanı, güçlü Başbakan” sloganıyla yola çıkılan bir dönemde görev yaptığını ve bu mottoya layık olmak için ne kadar çok çalıştıklarını hatırlattı.

        Tanığız, şahidiz, böyle oldu. Gelgelelim Erdoğan ile Davutoğlu arasındaki ipleri geren de bu “çalışkanlık” oldu diyebiliriz. Her zaman başarı sâdır olmamış olabilir ama Davutoğlu’nun çalışkanlığı tartışılamazdı. Erdoğan gibi karizmatik bir liderden sonra genel başkanlık yapmak, AK Parti’nin kurumsallığına ve bekasına zarar verecek bir savrulmaya ya da gevşemeye izin vermemek kâğıt üzerinde durduğu kadar kolay değildi.

        7 Haziran sonuçları AK Parti’yi tek başına iktidar yapmadı. Nitekim koalisyon olasılıklarına sıcak bakılabileceği yönündeki ilk çıkışı Erdoğan yaptı. Mesajını Deniz Baykal’la görüşerek verdi. Ardından Davutoğlu’nun yürüttüğü koalisyon görüşmeleri başladı. Sonuçta anlaşılamadı ve erken seçime gidildi. Artan terör olayları nedeniyle millet 7 Haziran’da gösterdiği ihmalkârlığı bir yana bıraktı ve 1 Kasım genel seçimlerinde sandığa koşarak AK Parti’yi % 49.5 oy oranıyla yeniden iktidar yaptı. Ahmet Davutoğlu artık sadece Erdoğan tarafından atanmış değil, sandıktan çıkan partinin genel başkanıydı. % 49.5’i esas itibarıyla Erdoğan’ın aldığı söylenegeldi hep. Ama daha doğru olanı, insanların “Türkiye’nin esaslı sorunları var ve bunu olsa olsa yine Erdoğan ve AK Parti çözer” diye düşündüğünü varsaymaktır.

        Bunun anlamı, başkanlık sistemini de içeren yeni Anayasa çalışmaları tamamlanıp Meclis’ten 367 oy alana yahut 330 alıp referanduma sunulana kadar olan dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ülkeyi beraber yönetmek üzere yetkilendirilmiş olmalarıdır. Fiilen yürürlükte olan partili cumhurbaşkanlığı sistemi ya da fiili yarı başkanlık sistemi, tam başkanlık sistemine dönüşene kadar. Beraber.

        Ancak Erdoğan’ın tasarrufta bulunmak istediği konuların, Davutoğlu’nun “İmza atarsam sorumluluğunu almam gerekir, o halde ikna da olmam gerekir” prensibiyle yavaşladığı görüşü hâkimdi Cumhurbaşkanlığı çevrelerinde. Tamamen yeni bir durum olan halk tarafından seçilmiş cumhurbaşkanının görev tanımı ile başbakanlığın yasalarla verili hale gelmiş yetki ve sorumluluk tanımları arasındaki sürtünme katsayısı giderek arttı.

        İkili arasındaki gerilim esasta değil usuldeydi. Ancak metot ve usul farklılıklarından kaynaklanan tartışmalar kavgada fırsat görenlerce yakışıksız ithamlara dönüştürülüyordu, sonunda bu ithamlar isimsiz bir blogda tecessüm ederek kamuoyuyla da paylaşıldı.

        MKYK tarafından törpülenen yetkileriyle ilgili olarak ise şunu söyledi Davutoğlu: “Son MKYK’da yaşananlar ve önergenin kendisi benim için önem arz etmiyor ama takip edilen yolu refik olma özelliğiyle bağdaştıramadım.”

        Tek sitemi bu Davutoğlu’nun.

        Cumhurbaşkanı’nın hukukunu, “Birliği ve beraberliği coğrafyamızda adalet arayışının teminatıdır” dediği AK Parti’nin hukukunu koruyacağına dair sözler veriyor.

        Kendisini küresel güçlerle iş çevirmek, “Reis’i devirmek”, “Almanya’nın adamı olmak” ile itham edenler utanmış mıdır, bilmem. Artık önemli olan 4 Mayıs’tan itibaren daha farklı ve zorlu bir sürece girildiği gerçeği.

        22 Mayıs’tan sonra milletin sandığa giderek oy verdiği genel başkan değil, kongre kararıyla atanmış bir isim olacak başbakanlık makamında. 2019’a kadar böyle sürecek olursa Erdoğan ve AK Parti tarihi boyunca ciddi bir külliyata dönüşmüş “milli irade” kavramı yara alır. Mevcut durumun hem bu karmaşaya son vermek hem de Meclis aritmetiğini başkanlık sistemi için gerekli oranlara ulaştırmak için alınacak yeni bir genel seçim kararının manivelası olacağını tahmin etmek çok da zor değil.

        Diğer Yazılar