Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Suudi Arabistan-BAE hattının Katar’a karşı başlattığı ambargo ve taciz sürecine karşı Türkiye, Katar’ın yanında durarak cevap verdi. Gıda yardımı ve TSK’nın Katar’daki üsse asker göndermesiyle taçlandırılan destek, Türkiye’nin dış politikasını hep aynı sözlerle eleştirenlerin, “Arapların işine karışmayalım” ezberini yeniden tedavüle sokmalarıyla sonuçlandı.

        Dün Suudi Arabistan’a gösterilen hürmeti eleştirenler, bugün Suudi Arabistan’ı karşımıza almamızın yaratacağı tehditlerden bahsetmeye başladılar.

        Dün Esad rejiminin ve dolayısıyla İran rejiminin savunuculuğunu yapanlar, bugün biraz da “İran ile rasyonel ilişkiler kurma yoluna girdiği için” cezalandırılan Katar’ın yanında durmayı abesle iştigal sayar oldular.

        İran’ın adı geçmişken, “Türkiye dün neden Suudi Arabistan’ın yanındaydı, bugün neden Katar’ın yanında?” sorusunun cevabı üzerinde düşünmekte de fayda var.

        Obama yönetimi İran’ı sisteme dahil etmek adı altında, başta Suriye olmak üzere bölgedeki kritik noktaları İran’ın tahkim etmesine yol açan bir politika güttü. Öyle ki İran’ın önderleri Tahran’dan Beyrut’a, Şam’dan Yemen’e kadar bölgenin bütün önemli şehirlerini “tutmuş” olmakla övünür hale gelmişlerdi. Sadece övünmediler, Esad rejimini koruma amacıyla mezhepçiliği kaldıraç yapıp Pers yayılmacılığının en kirli gövde gösterisini sergilediler. Obama döneminde İran’ın bölgeye ilişkin egemenlik hülyalarını dengelemenin yolu Suudi Arabistan’ın yanında olmaktı, Türkiye de onu yaptı. Dün doğru olan buydu.

        Trump yönetimi ise geleneksel “İsrail’i destekle-İran’ı hedef göster” politikasının fütursuz taşıyıcısı olmayı tercih etti. Suud-İsrail-BAE eksenini perdahlayan bir “giriş” yaptı. Milyarlarca dolarlık silah anlaşmalarını, küreli-kılıçlı ittifak gösterilerini ve Suudi Arabistan’ın bunu nasıl bir “yetkilendirme” saydığını hepimiz gördük.

        Bir süre için kaybettiği müttefikini yeniden elde etmenin sevincini yaşayan Suudi Arabistan’ın ilk işi, diktatörlüğünü tehdit eden “demokrasi ve İslam” vurgulu hareketleri terör listesine aldırmak ve ölümüne nefret ettiği İran’ı denize dökme hayallerinin ilk aşaması olarak “safları sıklaştırma” hamlesi yapmak oldu. Katar’a kesilen cezada da görüldüğü gibi, bölgeyi yeni bir krize sürükleyecek sürecin tetiğini çekti. Trump döneminde doğru olan ise bu kez Suudi Arabistan’ın kör dövüşüne girme heveslerinin önüne dikilmek. Türkiye bugün bunu yapıyor, çünkü bugün için doğru olan bu.

        MOLLA ÇELEBİ HAYATA DÖNDÜ

        İstanbul’u tanıyanlar bilir, tarihi camilerinin birbiri ardına sıralandığı en önemli güzergâhlardan biridir, Dolmabahçe-Karaköy sahil hattı. Dolmabahçe Camii, Molla Çelebi Camii, Nusretiye Camii, Kılıç Ali Paşa Camii diye uzar giderler; işlek ve gürültülü caddenin sahil tarafını sessiz ve asude halleriyle güzelleştirirler.

        Nicedir bakımsızlıkla ilgili kötü talihleri döner oldu. Fena halde eskimiş, ötesi berisi dökülmeye durmuş Kılıç Ali Paşa Camii aldığı gençlik iksiri sayesindedir ki, birkaç yıldır silkinmiş ve yenilenmiş halde. Bilhassa ramazan ayında gayet aktif, teravih konuklarını ağırlıyor.

        Padişah II. Mahmud tarafından Mimar Krikor Balyan’a yaptırılan Nusretiye Camii’ni restore etmeye girişenler bağdadi duvarların çürüdüğünü ve tramvay nedeniyle kayma olduğunu tespit ettiler. Camiyi sadece kolonların taşıdığını, ciddi ciddi tehlike olduğunu görüp projeyi genişlettiler. Sadece camiyi değil muvakkithane, sebil ve şadırvan da restore ediliyor; caminin ve ona bağlı birbirinden muhteşem yapıların hayatı kurtarılıyor.

        İstanbul kadılarından Mehmed Vusuli Efendi tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Molla Çelebi Camii de restorasyon nedeniyle epeydir kapalı olan camilerden biriydi. Meclis-i Mebusan Caddesi’nde, Fındıklı tramvay durağının hemen arkasında, 11.80 m. çapındaki küçük kubbesiyle tıpkı Şemsi Paşa Camii gibi Mimar Sinan’ın deniz kenarına yaptığı başka bir inci tanesiydi. Sıbyan mektebi ve hamamı maalesef kaybedilmiş olan, vakarını adabını bozmadan sessizce ilgimizi bekleyen caminin restorasyonunun bittiğini duyduğumda soluğu kapısında aldım. Güzeldi, açıktı, en önemlisi yaşıyordu.

        Yaptığım ikinci iş, cami restore edilirken kadınlar için abdest alma yeri yapılıp yapılmadığını kontrol etmek oldu: Yapılmış. Şahane.

        Başta Vakıflar olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

        Ama keşke 1999 depreminden sonra 2001 yılında sökülüp düz bir silindir olarak yeniden yapılan ve hafif konik bir geometriye sahip orijinalinden epeyce uzak haliyle caminin oran ve ölçüleriyle çelişen minaresi yeniden ele alınsaydı.

        Molla Çelebi Camii

        TIKLA ÇOCUKLUĞUN GELSİN

        İnternet sadece veri deposu değil, zaman makinesi.

        Çocukken dinlediğim, tınısı kulaklarımda kalmış ama bir daha hiçbir yerde karşıma çıkmamış şarkıların bulunduğu bir web sitesi ile tanıştığımda tam olarak böyle düşündüm.

        Sitenin adı thenostalgiamachine. com.

        Twitterda @Todesarten adlı hesabın tavsiyesine uydum ve karşıma adından da anlaşıldığı gibi dört dörtlük bir nostalji makinesi çıktı.

        Sayfaya şarkılarını dinlemek istediğiniz yılı yazıyorsunuz ve o yıl listelere girmiş girmemiş yüzlerce şarkı kucağınıza düşüyor.

        Kötü haber, nostalji makinesi 2015’te durmuş. 2016 parçalarını çağıramazsınız.

        İyi haber ise, 1951’e kadar geriye gidebilir, 50’li ve 60’lı yılların artık dolaşımda olmayan parçalarına bile erişebilirsiniz.

        Keşke bir akıllı çıkıp uygulamanın yerli versiyonunu yapsa.

        Tatyos Efendi, Münir Nurettin Selçuk, Bimen Şen şarkılarına olduğu gibi artık pek hatırlanmayan Tülay Özer, Ersan Erdura, Aylin Urgal, Asu Maralman şarkılarına da “tık” diye ulaşsak.

        Diğer Yazılar