Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABD Başkanı Trump yapacağını yaptı ve İran’la imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiklerini duyurdu. Anlaşmanın iptal edilmesi, İran’a yeni yaptırımlar uygulanması anlamına geliyor.

        İran’ın Suriye iç savaşına Esad lehine katılan, sponsor olan, askeriyle, milisiyle hatta generaliyle sahaya inip Esad yerine savaşan, “Sünni” olması koşuluyla sivil katliamlarına imza atan bir ülke. Son yedi yıl boyunca akan her Suriyeli kanında imzası olan bir devlet. Lübnan’dan Bağdat’a kadar, oradan Yemen’e uzanan ve var oluşunu “Sünnilikle hesaplaşma” motivasyonuna dayandıran bir hattı alevlendirerek Ortadoğu’yu dehşete sürükledi.

        İSRAİL’İN GÜVENLİĞİ

        ABD’nin ve Rusya’nın anlaştığı Suriye meselesi çözümü de Tahran’ın “Esad Ailesi koltuğunu koruyacak” diretmesine tosladı. Hatta bu nedenle ABD geçen aylarda Suriye’ye operasyon yapıp boşaltılmış üslerini vurarak Rusya’ya karşı şov yaptı. Daha önce de yazmıştım, şovun maksadı “İran’ı ve Esad’ı dizginlerim diyordun, yapamadın” mesajıydı.

        İran’ın uranyum zenginleştirme programının desteklenmesi, Obama’nın bölgedeki aktörlere insan muamelesi yaparak kalıcı barışın tohumlarının atılmasıydı. Olmadı. Anlaşma İran’ı “açmayı” sağlıyordu; her yıl sayısı yüzleri bulan BM uzantısı denetim yetkilisinin İran’a giriş çıkış yaptığı bir düzende İran artık istese de “kapalı” olamayacaktı, aldığı nefes bile sayılabilecekti. ABD’nin güvenliği bakımından doğru bir akıl yürütme olabilirdi. Ama anlaşmanın teknik faydaları, siyasi sonucunun gölgesinde kaldı. Zira İran bu anlaşmayı Sünni Selefi radikal hareketlere karşı kendilerinin (Şiilerin) “makbul” ve mazur görüldüğü şeklinde yorumladı ve öyle davrandı.

        Ancak bunların hiçbiri ABD’nin “verdiği sözden dönmesini” makul kılmaz. Çünkü Trump’ın meselesi İran’ın Suriye’de, Irak’ta sebep olduğu, tetikleyip kışkırtarak kuvveden fiile geçirdiği yıkım değil. Tek derdi var: İsrail’in güvenliği. “Güvenlik” yazılır, “imtiyaz ve çıkarlar” olarak okunur.

        İran kim olursa olsun, Trump’ın anlaşmayı tek taraflı olarak iptal etmesi skandal bir gelişmedir. ABD gibi bir ülkenin başkan değiştiğinde anlaşma iptal eder hale gelmesi sadece kendisi için değil, Batılı liberal demokrasiler adına da utanç verici.

        Devlet olmanın alfabesi “devamlılık ilkesine riayet”ten geçer; bu ilkenin İsrail lehine rahatça çiğnenebiliyor olmasının bütün dünyaya nasıl bir mesaj verdiği ortadadır.

        TÜRKİYE NE YAPACAK?

        İran’la anlaşmanın iptalinin arkasında Trump’ın, Kuzey ile Güney Kore arasındaki ilişkilerin iyileşmesinden “göründüğü kadar” mutlu olmaması yatıyor. Bu ilerleme nedeniyle ABD, Kuzey Kore’yi şeytanlaştırıp Güney Kore üzerinden Çin’i denetleme imkânını kaybetti. İran’la ilişkileri daha da germe ve bütün yumurtalarını İsrail’in sepetine koyma stratejisi, bütün ağırlığını Ortadoğu’ya vereceğini düşündürtüyor.

        Bu saflaşmada arka arkaya “ılımlılık” hamleleri yapan Trump’a karşı aşırı cömert davranan Suudi Arabistan’ın tarafını çoktan seçtiği ortada. Ancak bu kendisini koruyacak mı? Böyle durumlarda taraflar birbirlerini direkt vurmazlar ve ilk cezalandırdıkları da karşı kampta yer almakla beraber kendilerine en çok “benzeyen” olur.

        Türkiye için olan ise tam “Aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” pozisyonu. Zor bir durum. “Coğrafya kaderdir” diyerek İran’la uzun mesafeli stratejik koşuya katılmak Esad’ı ve benzeri bütün 3. dünyacı yerli diktatörleri temize çekmek olur. Türkiye bunu yapamaz. “Sonuçta ben bir NATO ülkesiyim” deyip Suudi Arabistan’la aynı hattı seçse, dolaylı olarak İsrail’in yanında yer almış olur; kendisine PYD-PKK sorununu kilitlemiş, 15 Temmuz’dan beri haksızlık üzerine haksızlık yapmış tarafı seçmiş olur; o yüzden bunu da yapamaz. Zor bir durum.

        Neyse ki, uluslararası politikada kimse kimseye “münafık” suçlaması yapmıyor; literatürde gideri yok. O yüzden bir süre daha, yapılması gereken şimdiye kadar yapılmakta olan. Türkiye sorunlarıyla “tek başına” baş edebilecek gücü kazanana kadar iki tarafı da hatalarından dolayı eleştiren, iki tarafla da konu ve çıkar odaklı saygılı işbirliklerini geliştiren ama taraf seçmeyen pozisyonunu korumak zorunda.

        Doğru olan da bu. Çünkü ne yerli-bölgesel otoritelere, diktatörlere teslim olunabilir, ne de “NATO üyesiyiz, aynı kamptayız” denilerek daha güçlü ama haksız olanın borusunu öttürmeye talip olunabilir. Öyle, çünkü “bağımsızlık” kolay iş değil.

        Diğer Yazılar