Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        S.İ. isimli çarşaflı ama çok makyajlı bir genç kızın Anıtkabir’de çektiği videoda Atatürk’e hakaret etmesi pek çok kişinin tepkisini çekti. İkinci videoda bu kez yüzünü kapatıyordu S.İ.; kendisini tahkir eden arkadaşını sinirlendirmek için böyle bir kayıt yaptığını, kimseyi incitmek istemediğini söyleyip özür diliyordu.

        İlk videodaki kişi ile ikinci videodaki kişi aynı mı, emin olduğumu söyleyemeyeceğim.

        Ayrıca S.İ. ne kadar gerçek onu da bilmiyorum. Çarşaflı bir kadının o kadar profesyonel bir göz makyajı yapabiliyor olmasını; o kadar rahat argo ifadeler kullanabilmesini garip buldum.

        Kullandığıpespaye cümlede bir tuhaflık daha var. Atatürk ile Erdoğan’ı kıyaslayıp Erdoğan’ı daha büyük bir lider olarak gören biri, ondan ‘Tayyip’ diye; komşusunun oğluymuş gibi bahsetmez diye düşünüyorum.Lakin bunlar ufak tefek tuhaflıklar. Sözkonusu detayların polisiye bir komplo teorisinin altını dolduracağını sanmıyorum. Bu bağlamda hemen bir parantez açmalı ve konuyu çarpıtarak “S. İ aslına çarşaflı değil, başörtülü değil, hatta Ak Partili de değil, o aslında bir ODTÜ’lü. Vurun provokatörü!” mesajı vermek isteyenlerin sosyal medyada teşhir ettiği kızcağızın haklarını kim koruyacak sorusu da sorulmalı. Genç kız iki gündür, ‘o ben değilim, Atatürk’e hakaret etmek için çarşaf giymedim, fotoğrafım neden bu haberlerde geçiyor, lütfen kaldırın’ diye yalvarıyor ama nafile. Sosyal medya kişisel hakları ihlal edilen vatandaşların seslerini duyuramadığı, dertlerini anlatamadığı bir terör mecrası olmaya doğru gidiyor.

        Konumuza dönelim.

        S.İ her kim olursa olsun, niyeti mazereti ne olursa olsun. Ortada ağır bir hadsizlik var. Atatürk gibi ulusal bir kahramana karşı yapılmış büyük bir densizlik ve hakaret var.

        Gelgelelim bu hikayede asıl üzücü olan S.İ. değil. Ona, annesi babası üzülsün.

        Asıl kötü olan sosyal medya ahalisinin çoğunun bütün bir cumartesi gününü S.İ.’yi hapse attırmak için uğraşarak geçirmesi.

        Ne garip değil mi? Bu olaydan üç dört gün önce de başka birileri, ODTÜ’deki mezuniyet töreninde Tayyipler Alemi pankartını dolaştırarak Erdoğan’a hakaret edenleri hapse attırmak için uğraşıyordu.

        Herkesin birbirini hapse attırmaya çalıştığı bir ülke olduk.

        Bir taraf neredeyse Erdoğan’a muhalefet edenlerin tamamını, öteki taraf da neredeyse Erdoğan’a izafe edilebilecek kesimin tamamını hapse attırmak için fırsat kolluyor.

        ‘Karşı’ taraftan birinin ‘içeri’ düşmesini sağlama hedefine kilitlenmiş bir milli spor var artık.

        Samimi bir kavga da değil. Muvazaa üzerine kurulu bir spor bu.

        İki tarafın ‘aşırıları’ arasında oynanan, iki tarafın aşırılarının dengelediği, zımni, adı ve kuralları konmamış bir oyun.

        Kirli bir oyun.

        İki tarafın da hedefi, şiddeti arttırarak bu oyunu oynamak istemeyen gri, efendi, makul ve sessiz topluluktan olabildiğince çok adam ‘düşürmek’. Olabildiğince çok sayı yapmak.

        Meşrep ayrışması

        Gri, makul, efendi kalabalık ise; örgütsüz, birbirinden habersiz ve hedef olduğunun da, kalabalık olduğunun da farkında değil.

        Elbette o da, zaman zaman ‘ait olmak’ istiyor. Zaman zaman bir bütünün, bir tarafın, ne kadar ‘sözde’ de olsa bir amacın parçası olmak istiyor; ki, o tutkulu kavgalarda ona da bir rol düşsün, ağzından köpükler çıkana kadar bağırıp ritm tutabilsin, yaşadığını hissedebilsin filan.

        Her seferinde, bir kendisinin yakın olduğu politik cephenin şirretlerini, bir de daha uzak olduğu politik cephenin şirretlerini gözlemliyor, bakıyor, tartıyor ama yok. İkisinde de hayat yok. Basiret yok. Anlam yok. Yapamaz. Beceremez.

        Günden güne direnci düşüyor yine de. Çünkü yalnız ve depresyonda.

        Günden güne, asıl normal olanın kendisi olduğuna duyduğu inanç azalıyor.

        Günden güne daha çok merak ediyor; o herkesi delirten, ‘biz haklıyız’ çeşmesinin yerini, taraftarlık ateşinin suyunu.Tadını.

        Depresyonun onuru

        İçebilse, o da becerebilir mi, hep kendisinin haklı, hep kendisinin muzaffer, hep kendisinin iyi olduğuna körkütük inanabilmeyi ve sınırsız goygoy yapabilme hürriyetini hiçbir pespayeleşme korkusu olmadan kullanabilmeyi?

        İçebilse o da fütursuzca gaddar olabilir mi, kâh ulu atasını kâh kutlu liderini mazeret ettiği bir merhametsizlik vahasında türlü seraplarla avunabilir mi?

        Sanmıyorum. Çünkü, Türkiye’deki ayrışma bir dönem ideoloji-kültür, din-laiklik, asker-sivil, iktidar-muhalefet ayrışmasıydı. Ama işin içine çok daha belirleyici bir değişken girdi: Artık bir de ‘meşrep’ ayrışması var; tıynet kutuplaşması var.

        Onlardan biriyle karşılaştığımda şu cümleyi sarfediyorum: Üzülmeyiniz. Yalnızlık bazen düzeltici ya da düzgün kalmayı sağlayıcı bir tedavidir ve depresyon, günümüzde sahiden iyi insanların yakalanabildiği onurlu bir hastalıktır.

        Diğer Yazılar