Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Gün geçmiyor ki Washington semalarında yeni bir Trump aleyhtarı veri, bilgi, makale söz konusu olmasın.

        En son eski avukatı Michael Cohen, finansal seçim yasalarını ihlal ettiği yönündeki suçlamaları kabul ederek savcılıkla işbirliğine gitti. Adalet Bakanlığı, Trump'la ilişki yaşadığını iddia eden kadınlara sessiz kalmaları amacıyla yapılan ödemeleri soruşturuyordu. Trump'ın avukatı Michael Cohen de bu ödemeler nedeniyle mercek altındaydı. Daha önce Trump için merminin önüne bile atlayacağını söyleyen Cohen, FBI’ın evine yaptığı baskından sonra ağız değiştirdi ve verdiği ifadede Trump'ın talimatıyla porno filmlerde oynayan Stormy Daniels ve Playboy yıldızı Karen McDougal'a 'sus payı' olarak ödeme yaptığını söyledi. ABD yasalarına göre seçim döneminde yapılan tüm harcamaların komisyona bildirilmesi zorunluluğu var. Bu yüzden iki kadının seçim kampanyası döneminde konuşmasını engellemek için yapılan ödemelerin Federal Seçim Komisyonu'na bildirilmemiş olması seçim yasasının ihlali değerlendirmelerine yol açmıştı. Trump, Fox News’e konuşarak “Paraları kendi cebimden ödedim” dedi ve söz konusu ‘sus payı’nın seçim yasasını ihlal değil, ‘kişisel itibarı koruma’ çerçevesine alınmasını sağlamaya çalıştı. Özetle Trump’ın başındaki en küçük dert bu ve bu bile gayet yüz kızartıcı.

        Daha önemli olan ise Trump’ın Cohen’in ifade vermesi durumuna benzer şekilde sürekli ‘içerden’ darbe yemesi. Kamuoyu, Cohen’in itirafını hazmetmeye çalışırken dün (6 Eylül 2018) Amerikan The New York Times gazetesinde "Trump yönetimi içindeki direnişin bir parçasıyım" başlıklı isimsiz bir makale yayınlandı. Makaleyi kaleme alan kişinin Trump yönetiminde üst düzey bir görevli olduğu belirtildi. Şunları söylüyordu: "Trump'ın tam olarak anlayamadığı şey, kendi yönetimindeki birçok üst düzey görevli gündeminin bazı kısımlarını ve en kötü heveslerini bozmak için özenle çalışıyor. Bunu biliyorum çünkü ben de onlardan biriyim." Makalenin daha da ilginç yanı ise direnişin ‘yönetimin başarılı olması’nı amaçladığı ifadesiydi. Başkanın devlete zarar veren hareketleri vardı. "Bu nedenle Trump yönetiminden bazı kişiler Trump'ın görev süresi bitene kadar yanlış hareketlerini engellerken demokratik kuruluşlarımızı da korumaya yemin ettik."

        TRUMP’LA ÇATIŞANLARIN HEDEFİ PENCE’İ BAŞKAN YAPMAK MI?

        Acaba gerçek hedef bu mu? Direnişcilerin kimliklerini bilmeden yanıtlamak zor. Ancak şu kadarı söylenebilir: Direnişciler eğer ne yaptıklarını sahiden biliyorlar ve ‘görev süresi bitene kadar’ kısmında samimilerse sahiden doğru bir iş yapıyorlar. Bu ihtimalde devleti sadece Trump’tan korumuyorlar; Trump’ın görevden uzaklaştırılması durumunda başkanlık koltuğuna oturacak olan Mike Pence’den de koruyorlar. Tabii asıl amaçları devletin başına Mike Pence’i getirmek değilse! Öyle bir ihtimal de var elbette. Zira koruma işi sessiz sedasız yapılır, gazetelere makaleler manifestolar göndermek Trump’ın ‘az hasarla görev süresini doldurup gitmesini beklemek’ten çok ‘görev süresi bitmeden azlini istemek’ niyetiyle de bağdaştırılabilir. Her hâlükârda niyet okumaktan öte gitmeyecek bu mülahazaları bir kenara bırakmakta fayda var. Biz sadece kesin olanla ilgilenelim. O da şu: Trump görev süresi bitmeden başkanlık koltuğunu bırakmaya zorlanırsa yerine gelecek olan Mike Pence, Trump’ı mumla aratır.

        Neden mi?

        Çünkü Trump, kabalıkları, ülkeleri hedef alan açıklamaları, NATO’yu önemsemeyen ve handiyse çözülmesine zemin hazırlayan sorumsuzlukları ile Batılı ülkelerin hiç değilse bir kısmının tepkisini çekti. Trump sayesinde ABD’den uzaklaştılar. Bu atmosfer de, -eğer iyi kullanılabilirse - Türkiye’nin ABD’ye rağmen atacağı adımlarda yalnız kalmasını önleyecek bir zemin oluşturuyor.

        Trump olmasaydı, Doğu Kudüs’te ABD temsilciliği açmak, BM’nin Filistin için oluşturduğu yardım fonuna yardım yapılmayacağını açıklamak gibi İsrail yanlısı/Filistin karşıtı politika bu kadar açıktan, bu kadar fütursuzca sahneye konamazdı, ona hiç kuşku yok. Ancak bu politikaların kaynağı zaten Trump’ın evanjelist ekibi. Ve Mike Pence o evanjelistler arasında da mutaassıplığı ile öne çıkan bir isim. Yanında karısı olmadan başka bir kadınla konuşmayan, iş görüşmesi bile yapmayan bir adamdan bahsediyoruz. Aynı zamanda Trump kadar hoyrat olmayan ve devlet kurumlarının, diplomatik, mevcut paktların haysiyetini yerin dibine sokmadan iş yapacak bir adamdan. Bu koşulları taşıyan bir Pence’in, Avrupa devletleri ile ABD’de zaten kabul gören ‘Judeo-Christian’ (Yahudi-Hristiyan) anlayış üzerinden ‘din’ orijinli ortak paydaları kuvvetlendirme ihtimali gayet yüksek. ABD’deki demokratların bizdeki ‘HDP’ düzlemine gerilediği, kavganın ‘altright’ akımlarını arkasına almış Trump cumhuriyetçiliği ile geleneksel cumhuriyetçiler arasında geçtiği bir zeminde Pence’in geleneksel cumhuriyetçilerin kalbini kazanması olasılığı da yüksek.

        Anlayacağınız, NATO ülkelerini ve Avrupa’yı bölmüş bir Trump’tan sonra en kötüsü, Samuel Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ tezini de yanına alarak ilerleyecek evanjelist Pence olur.

        Diğer Yazılar