Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye, Fırat’ın doğusuna gireceğini söyler söylemez, ABD Dışişleri Sözcüsü'nden ‘Türkiye bu açıklamasına ABD onay veriyormuş gibi davranıyor ama bu doğru değil. Erdoğan yanlış beyanat veriyor’ diye bir açıklama yapmıştı.Ardından, bu açıklamayı yalanlarcasına bir hamle geldi. Trump, ABD’den askerlerini çekme kararı aldığını açıkladı. Elbette kıyamet koptu.

        Başta senato dahil olmak üzere ABD’deki tüm etkin kuruluşlar, İngiltere ve Fransa karara tepki gösterdi. Hemen ardından PYD sırtımızdan bıçaklandık açıklamaları yaptı. Şam rejimiyle flört etmeye başladı.Ruhani, İran’dan koşa koşa geldi, Ankara’da temaslarda bulundu. Son cümle önemli. Bu kısma ilerleyen bölümlerde tekrar döneceğim.

        NE DEĞİŞTİ?

        Trump, seçim kampanyası sırasında da ABD’nin Irak işgalini ve Suriye’de olmasını eleştiriyordu. Ama Savunma Bakanlığı'nın, Pentagon’un PYD’yi DEAŞ’a karşı mücadelede önemli bir partner olarak nitelemesi ile kurulmuş ilişkilere de bağlı kalıyordu.

        Türkiye ise yıllardır, ‘Ey ABD, DEAŞ’la mücadele benim de önceliklerim arasında. O halde bu mücadeleyi neden NATO müttefikin olan benimle beraber yapmıyordun da, sınırımda beni tehdit eden terör örgütünü silahlandırarak yapıyorsun?” diye soruyor, haklı olarak sitem ediyordu ve durum ABD ile Türkiye’nin ilişkilerini bozmaktaydı; bozulmanın sorumlusu da bizzat ABD’ydi.

        Sonra bir şey değişti ve Fırat’ın doğusuna müdahale sırasında ABD askeriyle kafa kafaya gelinmesinden duyulan endişe, arazide alınacak tedbirlerle filan da değil, çok daha proaktif bir beyanatla; “Askerimizi çekiyoruz” açıklamasıyla bambaşka bir boyuta geldi.

        Bu değişimin Türkiye’nin, 'Zeytindalı ve Fırat Kalkanı’nda gerçekleştirdiği başarıyla, sergilediği kararlılıkla da ilgisi var, bence Cemal Kaşıkçı cinayetinde elde edilen verilerle de ilgisi de var.

        Sonuçta şu olmuş oldu: Türkiye’nin ‘DEAŞ hâlâ tehditse; gel beraber mücadele edelim, yok eğer DEAŞ bir mazeretten ibaretse sınır güvenliğimi ve ülke bütünlüğümü tehdit edenlerle iş tutman müttefiklik ilişkisiyle bağdaşmaz’ tezinin ve meydan okumasının haklılığı dolaylı olarak da olsa, kabul gördü.

        ÇEKİLİR Mİ, ÇEKİLİRSE NE OLUR?

        ABD çekilince ne olacak? Dahası bu kadar ciddi bir eleştiri sağanağı altında Trump bu sözünü sahiden tutabilecek mi? Sözünü tutmakta samimi mi, başka bir ajandası var mı?

        İlk sorunun cevabı elbette ABD çekildi diye saha çiçek bahçesine dönecek değildir şeklinde olmalı. Nitekim YPG binlerce DEAŞ esirini serbest bırakmakla tehdit ediyor. BM verilerine göre gizlenen 20 bin DEAŞ’lı var. Bunların, PYD’nin, Esad’ın, İran’ın tasarrufu ile hatta belki yine ABD’nin gizli manipülasyonlarıyla bu kez başka bir üniforma ile başka bir ajanda için sahaya sürülmeleri ihtimalini yok sayamayız. Hatta PYD’nin Şam rejimine biat edip Esad’ı Türkiye’ye doğru kışkırtma olasılığını da gözardı edemeyiz. Ama bunlar var diye, ‘anti Amerikancılık’ yapma adına ‘Çekiliyorsun ama aslında çekilmiyorsun, seni gidi sinsi’ gibi tutumlar üretmenin, ABD’ye ‘gitme kal bu şehirde’ şarkısı eşliğinde işmar yapmaktan farkı olmadığını da görmek lazım. Trump’ın kararında bit yeniği aramak yerine, durumu hızla ve acilen lehe çevirme yoluna gitmek lazım.

        İRAN SURİYE’DEN DIŞLANIRSA REJİM ÇÖZÜME İKNA EDİLEBİLİR

        Trump’ın kararı, Putin ve Erdoğan’la beraberce vererek yaptıkları ‘ABD askeri çekilsin, Türkiye operasyonunu yapıp 900 km’lik sınır hattını 30-40 km içeri girip güvence altına alsın, İran Suriye’den dışlansın ve PYD’nin daha güneyde yer alan varlığı Esad’ın problemi olsun” şeklinde bir plana dayanıyor olabilir mi?

        Eğer böyleyse bu Ruhani’nin çekilme kararı üzerine koşa koşa Ankara’ya gelmesini daha manalı kılar.

        Ve eğer böyleyse, Astana sürecinin hareketleniyor gibi görünmesi tamamen sunidir ve İran telaşlanmakta -kendince- haklıdır.

        Ancak böyle bir plan varsa, haberler İran için kötü olmakla beraber, Türkiye ve Suriye halkı için lehine olabilir.

        Esad-İran bağının kopmasını içeren bir plan söz konusuysa, Suriye’deki olası bir çözümün önüne sürekli olarak taş koyan İran denklemden dışlanıyorsa, o zaman planın işe yarama ihtimali sahiden yüksek olabilir. Çünkü malum Esad bir kişi ise İran’la beraber iken rolü ve gücü 1X5 olmakta ve insani çözümlere ikna edilebilme ihtimali sıfıra inmekte.

        TÜRKİYE HIZLI HAREKET ETMELİ

        Ancak ne yapılacaksa gecikmeden, bir an önce yapılmasında fayda var.

        Aksi takdirde Trump’ın kararından dolayı bugüne kadar ABD pelerini arkasına saklanarak iş gören ve şimdi gözüne fener tutulmuş tavşan gibi telaşlanan İngiltere ve Fransa’yı sahada yeni kartlar kararken, Suriye’de çözümün önündeki 1 numaralı engel olagelmiş İran’ın pozisyonunu güçlendiren organizasyonlar yapmaları için gereken zemin ve zaman temin edilmiş olur. Dahası Trump’a iç ve dış baskılarla geri adım attırılabilir, vs. vs.

        Gerçek şu ki, Trump’ın bu kararı ile Türkiye’nin eline önemli bir fırsat geçti. Yaptığı tehdit analizinin gereğini yerine getirmek.

        Sınırdan itibaren 30-40 km’lik bir hattı süpürüp, terör koridorunu engellemek ve boşalan yerlere Türkiye’de ve Avrupa’da bulunan ve hayata tutunması giderek zorlaşan mültecileri yerleştirerek, Suriye’li Araplarla PYD ile organik bağı olmayan Kürtlerin beraber yaşayacağı organik bir yaşam havzası oluşturmak.

        Bu sadece askeri bir konu ya da dış politikanın alanı da değil. Çünkü biliyoruz ki, sınırları konusunda müsterih olmayan bir ülke, içerde de normalleşemez. Kendi Kürtleriyle ilişkilerini onaramaz, kopan/kopmaya yüz tutan bağlarını inşa edemez, çeşitliliğe ve muhalefete tolerans eşiği düşük olur ve giderek ulusalcı çevrelerin milliyetçi, tek tipleştirici tezlerine esir olur.

        Diğer Yazılar