Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Medine’ye ilk gidişimi hiç unutamam.

        O kadar buruk ve kırgın bir ziyaretti ki, daha sonra tekrar gidip af dilemek, “telafi etmek” için hem imkan aramış hem dua etmiştim. Nitekim Allah nasip etti, ama hâlâ ilk ziyaretimde yaşadığım travmayı dün gibi hatırlarım.

        Mekke sonrası Medine, Rasulullah’ın sonuna kadar açılmış kollarına ev sahipliği yaptığı gibi, aynı zamanda “müesses Vahhabi dini” uygulamalarıyla sizi sıkı bir cendere içine alır.

        O cendereyi erkekler ve kadınların kendilerini korumayacak kadar zavallı yaratıklar olduğu vehmi oluşturur.

        Kabe’de beraber omuz omuza tavaf ettiğiniz erkek, Medine’den itibaren kadına yeniden “kurucu öteki” anlamı atfetmeye başlar. Erkeklerin yolda sokakta camideki höt zötleri yüzünden anlarsınız ki, kadının da erkeğin de cinsiyetlerinden sıyrılıp sadece “kul” ve “insan” olabildiği Mekke geride kalmıştır. Yeniden kadın olursunuz ve bu sürekli hatırlatılacak, hayır, başınıza kakılacaktır.

        Sistematik olarak yaparlar bunu. Görevdir.

        Öfkelenir, “Kutsal topraklardayım maraza çıkarmayayım” diye yutkunursunuz.

        Mucizevi bir varlık gibi hissedersiniz kendinizi: “Şu ebleh adamlara rağmen Müslüman kalabiliyorum Allah’ım, aferin bana değil mi?”

        Ama sabrın bir sınırı oluyor tabii. Nitekim, Cennetül Baki’ye bakabilmek için alçak bir duvarın üzerine çıktığım bir gün uğradığım muamele bardağı taşıran son damla oldu.

        Hiç de atletik olmayan bu hareketi bile bir kadın için abartılı bulan beyaz entarili kefiyeli bir Arap beni te’dib etmeye kalkışınca olaylar gelişti. “What’s the matter genç adam?” dedim.

        Yarı İngilizce yarı Arapça; had bildirir el kol hareketleri ve mızıldanmalarla karşılaştığımda ise elimi Tarantino “stayla” silah tutuşu pozisyonuna getirip hayali Smith Wesson’umu kafasına sıktım.

        Sonra silahın ucunu üfledim.

        Gözlerimdeki öfkeyi gören adamcağız bunun “ciddi bir durum” olduğunu anladı. Ama sonra gülmeye başladı.

        Mesajı almıştı. Ve çok güzel bir şey söyledi:

        “Türk müsün?”

        Şehri kadın şerrinden korumakla görevli mahalle zabitanlarına Müslüman Türk kadınları dışında “İşine bak” diyen, tepki gösteren yoktu çünkü. E öyle olunca da zabitanlar rencide edici müdahaleleri otomatiğe bağlamıştı.

        En acıklı durum ise camilerde yaşanıyordu Medine’de.

        Mimarisi ve içindeki süslemeler ile revaçta olan bir camiyi görmek için üç kilometre yol gidip her yeri betonla örülmüş bir bölmeye alınıyordunuz.

        İbadethane değil “panik odası”ydı.

        50 erkek caminin 800 metrekaresinin manevi hazzını doyasıya yaşarken, diğer tarafta yine 50 kadar kadın 45 metrekarede balık istifi namaz kıldık.

        Bu durum acaba sadece o camiye özgü bir durum muydu? Hayır, diğerlerinde de durum aynıydı. Her seferinde caminin içini göremeden betonarme panik odalarına alındık.

        O gün hissettiğim tek şey rencide olma duygusuydu.

        Sistem sizi ezebilir, devlet ezebilir, İslamofobikler rencide edebilir, 28 Şubatçılar hayatınız kaydırabilir; ama hiçbirinin verdiği acı aynı dine mensup olduğunuz kişilerin kimliklerini sizi ezmek ve sınırlamak üzerine kurduklarını anladığınızda hissettiğiniz şeye benzemiyor.

        O gün ilk kez, “cumhuriyet” hoşuma gitti. Ama sadece cumhuriyetle değil, bal gibi “din devleti” olan Osmanlı ile de övündüm. Zira çok güzel camiler inşa eden ecdadın camilerimize kondurduğu şey, mimari deha ve süslemelerin ötesindeydi. Onlar, kadın ve erkek ibadet alanını neredeyse şeffaf bir çizgiyle; işlemeli, geçirgen, estetik bir seperatörle ayırma zarafetini de göstermişlerdi. Böylece kadınları camilerin, beraber yapılan ibadetin manevi atmosferinden “yalıtmamışlar”, kadınları beton bölümlere ittirmemişler, sadece İslam fıkhına uygun olarak “tefrik etmişlerdi”.

        Gelgelelim, Türkiye’de birçok şey değişti, değişiyor. Bir yanımız üç boyutlu organ yazıcılara hazırlanırken, diğer yanımız Osmanlı’dan çok daha geride.

        Erkeklerin başı günden güne modernleşen kadınlarla dertte. İşin ilginci günden güne dindarlaşan kadınlarla da dertte. Aynı anda hem dindarlıkla hem de modern hayatla etkileşimi artan “yeni dindar kadın” ise iyice afallatıyor.

        Bakıyoruz mesela, kadınların camilere o kadar sık, o kadar kalabalık gelmesinden rahatsız olmaya başlayan bir “eküri” oluşuyor.

        Sözgelimi, caminin tenha olmasından faydalanarak minbere yakın bir noktada tesbihat yapmak ya da tefekkür etmek mi istedin? Vatandaşın biri koşa koşa gelip uyarıyor: “Hanım hanım. Yanlış yerdesin”.

        Hatta bazen, sadece erkekler değil, cami gediklisi “denetçi teyze” profili devreye girerek, genç kadınlara ayar veriyor gururla.

        Taşradaki durum daha da tuhaf. Orada camiler iyiden iyiye erkeklerin mülkü.

        Kadınlara ayrılan üst katların temizlik malzemelerine ayrılması pek çok yerde vakayı adiyeden.

        Bir Karadeniz turu sırasında o kadar çok kez, Vileda sopası, halı şampuanı ve bahçe hortumu üçgeni arasında namaz eda etmek zorunda kalmıştım ki, sonuncuda kendimi tutamayıp müezzine “Kadınlar bölümü ne kadar değişik, insan gerçekten ‘arındığını’ hissediyor” demiştim. Sahiden iltifat ettiğimi düşünmüştü. Böyle de güzel Anadolu insanımız.

        Bunları neden anlattım?

        “Kadınlar camilerde” ismini taşıyan bir sosyal medya hesabı var.

        Geçenlerde şöyle bir tweet paylaştı: “Eskiden her yerinde gezmenin ve ibadet etmenin mümkün olduğu Bursa Ulu Camii yeni bir uygulamaya geçmiş. Caminin ön tarafı ‘uygunsuz’ oldukları gerekçesiyle kadınlara yasaklanmış. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Sizce Bursa'da Ulu Camii'yi ziyaret etmek için ‘uygunsuz’ musunuz?”

        Camide kıyafet kodunu anlarım.

        Camide edebe uygunlukla ilgili normların olması gerektiğini de anlarım. Nitekim bence, topluca ibadet edilen zamanlarda, cemaat halinde kılınan vakit namazları, teravih namazları ve kandillerde kadınların arkada, erkeklerin önde namaz kılması fiilen pratik olduğu gibi, namazın içerdiği bedensel fasılalar açısından da edeben doğru olandır.

        Ancak hem haberin içerdiği mekânsal ayrımı keskinleştirme gayretini, hem nezaketten payını almayan “uygunsuzluk” gerekçesini, hem de de tweet’in altına gelen, “Oh olmuş, iyi olmuş” yorumlarını çok ürkütücü buldum.

        Cami, namaz kılınmayan anlarda da camidir ve kadınların aynı zamanda “dini sanat” eseri olan bu yapıların her köşesinde bulunma, her santimetrekaresinde tesbihat, tefekkür ve temaşaa hakkı vardır. Bu hakka el koymak isteyenlerin Suud’un Vahhabi kafasını alttan alta onayladığından, kadınlara ibadete nüfuz etme hakkını bile çok gören rezil mantıkla aynı dalga boyunda olduklarından hiç şüpheniz olmasın.

        Din sadece erkeklerin dini değil. Allah sadece erkeklerin Allah’ı değil. Dolayısıyla camiler de sadece erkeklerin olamaz.

        Diğer Yazılar