Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Pedofil politikacılar, rahipler ve pop yıldızları zamanımızın ahlak yitiminin göstergeleri”

        “Sanat ve güzellik tanınamayacak kadar altüst edilmiş, Bauhaus ve travestiler harika olanın yerini almış”

        “Ruhsuz metropoliten cam ve demir mimarisi ne toplumu ne kültürü ne de insanları yansıtır, bu yüzden de hem her yere ait hem de hiçbir yere ait değillerdir”

        “İntihara meyilli, nihilist ve dejenere pop ikonları, ölü bir kültürün ürünleri…”

        “Boş kreşler ve dolu gazinolar. Boş kiliseler ve dolu camiler. Çöküş ivmesi yıldırım hızında. Politik bildiriler Elagabolus* ile aynı mürekkepten; yabancı zehirli ve yıkıcı ne varsa tapıyorlar”

        Bunlar modernizm eleştirisi yapan kimi Batılı feylesofları okurken kendisi için notlar alan bir öğrencinin karalamaları değil.

        Bunlar Brenton Tarrant adlı teröristin manifestosundan alıntılar.

        Camiye girip kaskındaki kamera ile 50 kişiyi canlı yayında hunharca öldüren, onlarcasını yaralayan terörist katilin yaptığı modernite eleştirisinin bu kadar tanıdık gelmesi, katliamdan bağımsız olarak ürkütücü.

        Ancak bu metinde daha ürkütücü olanı, bu “modernizm eleştirilerinin” ve “medeniyet övgüsü”nün aynı zamanda postmodernizmi çarpıtan yeni bir boyuta tahvil edilmesi.

        Multicultural-çok kültürlülük analizleri ve önermeleri post modern siyaset felsefesinin ortaya koyduğu yapılardır ve Yeni Zelanda, Kanada gibi farklı kültürleri “öteki” yapmayan; çeşitliliği kucaklayan ülkeler bu teorinin çalıştığının göstergeleridir. Burada parantezi kapatalım ve Tarrant’ın kendi kendisine sorduğu “Çeşitliliğe karşı mısınız” sorusuna verdiği cevaba bakalım: “Bu saldırıyı çeşitliliğe karşı olduğum için yapmıyorum. Çeşitlilik adına yapıyorum”.

        Devamında bize, gökkuşağını oluşturan renklerin ayrı ayrı durduklarında güzel olduğunu ama onları karıştırdığımızda geride gökkuşağından eser kalmayacağını ve elimizde kalanın bulamaç gibi, leş gibi bir renk olacağını anlatıyor.

        Batılı yaşam tarzının hedonizm, bencillik, bağımlılık üzere belirlediği hayat stratejilerini eleştiriyor. Hristiyanlık tarafından belirlenen ahlaki kodların yitiminden de, beyaz ırkın genetik özelliklerinin kaybolmasından da, “kimliksizlik” olarak betimlediği durumlardan da fena halde kaygılı.

        “Doğum oranları… Doğum oranları” diye sayıklamasından da anlaşılacağı üzere, kadınların doğurmamasından, aile yapısının kaybolmasından ve “azalıyor” olmaktan endişeli.

        YENİ BİR ORGANİZASYONUN KURULUŞ İLANI MI?

        Batılı başkentlerde rahatça dolaşmaya başlayan Müslümanları “işgalci” olarak görüyor. Bunun nedeni Müslümanların çok kalabalık, asimile olmayacak kadar sosyal güvene sahip olmaları. Hoş, asimile olsalar da bu Tarrant için kafi gelmezdi. Çünkü o ihtimalde bile beyaz ırkla kaynaşmalarından ileri gelen bir sonuç hasıl olmakta: Beyaz ırkın esmerleşmesi, genetik kodlarının değişmesi.

        “Melezliği öven şuursuz liderler eliyle kültürümüz, medeniyetimiz, genimiz yok oluyor” diye haykırıyor manifestoda. Irkçı, beyaz üstünlükçü kanaat önderlerinden ve Norveç’te “Güzel genlerimizi Müslümanlarınkiyle harmanlıyorsunuz” diyerek sosyal demokratların gençlik kampına saldıran Breivik’ten esinleniyor ama asıl motivasyonu Hristiyanlığın yorumlarından süzülen kültür ve ahlak kodları.

        Ortada “Bir katliam yapacağım ve bunun havalı görünmesini istiyorum” diyen kana susamış bir sosyopat mı var?

        Yoksa bu manifesto ve terör saldırısı, şiddet içeren eylemleri belirli anti küreselleşme, anti modernlik ve bazı hristiyani kodlarla, aşırı sağcı faşizmi harmanlayan; bir mantık ve tutarlılık içinde sürdürecek yeni bir örgütün, organizasyonun habercisi mi?

        Bana kalırsa ikincisi.

        Manifestosunda, kendi kendisine sorduğu “Herhangi bir siyasi grup ya da hareketle bağın var mı?” sorusunu cevaplarken “Yok, ama bağışta bulunup temasa geçtiğim bir sürü milliyetçi grup var” cevabını veriyor. Çeşitli Avrupa ülkelerinden kasıtla, askeriye tabakasında kendisi gibi düşünen gruplar olduğunu söylüyor. Bu kısım adres vermeksizin yalnız olmadığını ima etmenin yolu gibi görünüyor.

        IŞİD İSLAM’IN ÇARPIK YORUMUYDU, “YENİ HAÇLI” DA HRİSTİYANLIĞIN…

        Katilin şiddet yoluyla düzeltmek istediği bir dünya görüşü var. Steril, doğal bir toplum ütopyası var. Kendisine echo-faşist diyor. “İyi bir Hristiyanım” diyemiyor. Hatta “Valhalla’da buluşalım” diyerek pagan kuzey Avrupa dinlerinin cennet tarifine atıf yapıyor.

        Kabul edelim ki “Haçlı terörü” dediğimizde, yukarıdaki farklı boyutlar ve katilin kim olduğunu ortaya koyan detaylar silikleşiyor. Ama bu riske rağmen tanıyı doğru koymalıyız.

        1) “Valhalla” referansına takılırsak ana temayı kaçırırız. Kaldı ki, Valhalla’nın bir özelliği var. Odin’in yönettiği bu özel kabul salonuna “huzur içinde” ölenler giremez, sadece “savaşarak” ölenler girer. Tarrant, hakiki Hristiyanlığın savaşa yüklediği anlamı yetersiz bulup kendi cennetini Kuzey’den devşirmiş olabilir. Tıpkı Hristiyanlığı bozarak ondan “fetih”, “yağma” ve “katliam” emirleri irat eden “haçlı” mantığının yaptığı gibi.

        2) Manifestosunda, saldırı öncesinde iletişime geçip kendileri tarafından kutsandığını ifade ettiği grup olarak ise Tapınak Şövalyeleri (Knights Templar) adını veriyor.

        “Haçlı terörü” gibi ifadeleri kullanmak istemesek bile, saldırıdan sonra önemli hale gelen manifesto eliyle bizi “Haçlı” kavramına yönlendiren bizzat Tarrant’ın kendisi. Kafa bulmak için değilse eğer, kafa yormamız gereken bir detay olabilir.

        3) 2014’ten beri bir çok faşist sağcı ya da ırkçı, birçok kez ülkesine gelen mültecilerden, ülkesinin imkanlarını kullanarak yükselen Müslümanlardan rahatsız oldu ve kimi saldırı da düzenledi. Hatta bir kısmı yine camilere düzenlenen saldırılardı. Ancak bildiğim kadarıyla hiçbirinde Ayasofya’yı minarelerinden sıyırma niyeti, Konstantinopolis vurgusu ve İstanbul boğazının batısına geçerseniz öldüreceğiz tehdidi yoktu. Viyana kuşatmasının tarihi silah kabzalarına işlenmemişti.

        Velhasıl, nasıl ki IŞİD ya da DAEŞ, ne derseniz deyin, İslam’ı ve cihat kavramını kendi sapkın yorumlarına ve “katliam hevesine” alet etmişti; burada da karşımızda olan şey, Hristiyanlığı müesses nizamını korumak için çarpıtan “Haçlı” kafasının 21.yy versiyonu.

        Amerikan Alt Right’cılarını teşvik eden Trump’ın, Geert Wilders, Le Pen gibi siyasetçilerin bu profilin oluşmasındaki katkısı ortada. Pek çok Batılı liderin hadiseyi kınamakla yetinip “terör” ifadesini kullanmamasının nedeni de ortada: Terör dediğinizde buna bir isim koymanız, bir sıfatla betimlemeniz gerekir ve bu isim ya da sıfatlama bugünün yabancı düşmanı, kendi medeniyetini idealize eden, kendi kültürünü dokunulamaz kılmak isteyen siyasetçilerinin, kültür yapıcılarının bir anda projektörler altında kalıp sorgulanmalarını, kendilerine çeki düzen vermelerini gerektirir.

        Tam da bu nedenle, çok kültürlülüğe, çoğulculuğa, demokratik mekanizmalara inanan düzgün, makul, adil Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve sekülerler olarak, Yeni Zelanda’daki katliama “Evet, bu yeni bir Haçlı terörüdür. Haçlı’nın video game görmüş versiyonudur” diyebilmeliyiz. Kendi steril medeniyet kültünü, dinsel ve etnik aidiyetini şiddet kullanarak yüceltenlere “Evet bu Haçlı kafasıdır” demeyi “Özeleştiri vermeyi gerektiren bir hata olarak görmek”, hiza verilmesi gereken tek dinsel grubun Müslümanlar olduğunu düşünen İslamofobik profesyonellere zemin temin eder çünkü. Soğukkanlılık ve ağırbaşlılık gibi görünen ama özünde apolejetik olan bir duruma savrulmamıza neden olur. Ki herhalde, en istemediğimiz şey bu olsa gerektir.

        *Antik Roma’nın transseksüel olarak kabul edilen ilk imparatoru

        ** Valhalla, pagan tanrılarının diyarı Asgard‘da bulunan geniş bir kabul salonu bir tür cennet sofrasıdır. Odin tarafından yönetilir. Burada Odin, savaş esnasında kahramanca savaşıp ölenlere bir ziyafet hazırlatır ve onlarla beraber eğlenceye katılır.

        Diğer Yazılar