Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Abdullah Gül’ün uzun bir aradan sonra suskunluğunu bozması elbette ses getirecekti. Nitekim gerek hükümetten gerek Külliye’den tepkiler gelmeye devam ediyor. Yazıklar olsun diyen de var, “O iş öyle olmadı” diyen de.

        Pek çok şey sorulmuştu. Bir şey hariç, hemen her şey.

        “Sizin için garantici diyorlar ne dersiniz?”den, “Sizi ‘Kraliçe’nin Adamı’ olarak tanımlayanlara söyleyeceğiniz bir söz var mı?”ya kadar. Karar gazetesinden Yıldıray Oğur, Ahmet Taşgetiren ve Elif Çakır’ın yaptığı röportajın çok konuşulmasının ilk nedeni 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün uzun bir aradan sonra konuşması ise, diğer nedeni soruların sahiden soru olmasıydı.

        HÜKÜMETE ÖNERİ: İNSAN HAKLARI STANDARTLARINI YÜKSELTİN

        Gül’ün cevapları arasında bugünkü iktidara “Türkiye gerçeğini ve imajını çok süratli bir şekilde değiştirebilirsiniz” diyerek yol göstermesini, bunun tek yolunun insan hakları standardını yükseltmekten geçtiğini hatırlatmasını önemli buldum. Neden mi? Şundan: Nasılsa benim tuttuğum kişi (Ali Babacan) bir parti kuruyor, AK Parti daha beter olsun da benim desteklediğim çizgi yükselsin gibi bir fırsatçılığa, muhatabının (ve artık muhalifinin) sorun çözemeyişi üzerine kurgu yapma sıradanlığına prim vermediği için. Zira Gül’ün “Özellikle gazeteciler, basın yayın ve sivil toplum örgütleri ve siyasetçilerle ilgili bazı davalar var. Anayasa Mahkemesi bile bunları yanlış buluyor. Bunlar çok süratli bir şekilde düzeltilebilir. Türkiye’nin üzerinden bu yük alınmış olur. Bu tür davaların nelere mâl olduğunu yakın zamanda hep beraber gördük. Eğer AİHM’nin ve Anayasa Mahkemesi’nin kararları dikkate alınarak hareket edilirse bunun Türkiye’ye birden iyimser bir hava getireceğine inanıyorum” cümlelerinin içerdiği önerinin/talebin muhatabı bugünkü iktidar. Başka, diğer, olası muhalefet profilleri değil.

        PARLAMENTER SİSTEM VURGUSU

        Ama bir de realite var. O da Gelecek Partisi’nden sonra bir partinin daha geliyor oluşu. Başında da Abdullah Gül’ün desteklediği Ali Babacan olacak.

        Gül’ün “Parlamenter Sisteme dönülmesi gerektiği” yönündeki mesajını açık ve net olarak, gerekçeleriyle beraber iletmesi de bu bağlamda anlamlı.

        İki nedenle.

        İlki, Cumhurbaşkanlığı hükümet modelinin sahiden daha nitelikli bir yönetim ve işleyişi sağlayamaması. Daha güçlü daha müreffeh bir Türkiye vaadini yerine getirememiş olması.

        O kadar ki, yerel seçimlerdeki büyük kent ve bazı önemli illerin kaybedilmesi sonucunun ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra Faruk Çelik cumhurbaşkanlığı seçimindeki 50+1 kuralının getirdiği baskıyı azaltmak için yeni formül önerileri sunma gereği duymuş, büyük bir tepki ortaya çıkınca da konu kapanmıştı. Ancak modeli sürdürülebilir ve sindirilebilir hale getirecek arayışlar da hiç bitmedi.

        Gül röportajda Cumhurbaşkanı iken de parlamenter sistemin Türkiye için daha doğru olduğunu, hatta Cumhurbaşkanı olarak yetkilerinin azaltılmasının bile demokratik nizama daha uygun olacağını sık sık ifade ettiğini söylüyor. Doğrudur, kamuoyu bu sözlerini “Türk tipi bir başkanlık sistemi olmasın” cümlesinden hatırlıyor.

        “Benim tercihim tam demokratik parlamenter sistemden yanadır. Bunu o zaman da konuştum tavrımı da ona göre koydum” cümlesinin ‘bugün’ yeniden hatırlatılmasının ise ilk genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimleri açısından tekabül ettiği bir anlam var.

        Çünkü Millet İttifakı’nı oluşturan bileşenlerin de kendilerine koydukları en temel hedef bu.

        Gül’ün Suriye-İdlib geriliminin çözüm yeri olarak meclisin işaret edildiği bir gündemde, Büyük Millet Meclisi’nin önemine ve gelinen noktada ‘değersizleştirilmiş’ olduğuna yönelik eleştirilerini, dış politika ile ilgili analizlerini de aynı bağlamda önemli görebiliriz.

        Şunları söylüyor:

        (…) Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce Osmanlı Devleti Yemen'de dahi sandık kurmuş, seçim yaptırmış. Meclis-i Mebusan var. Parlamento geleneği Cumhuriyet'in öncesinde de var. Meclis öncülük etmiş Kurtuluş Savaşı'na. Zaman zaman meclisin ağırlığı tartışma konusu olmuştur ama meclis her zaman politikanın, Türk siyasetinin merkezidir. Milli irade her daim Meclis’in şahsında tecessüm etmiştir. Siyasi partilerin ağır topları diye söylediğimiz önemli siyasi figürler hep Meclis’ten gelmiştir. TBMM bugüne kadar hiç bu kadar önemsizleştirilmemişti. Bunun noksanlığını Türkiye hissediyor.”

        CHP’NİN BAŞÖRTÜSÜ ÖZELEŞTİRİSİ

        Sonra şu sorunun cevabı da yapılacak ilk genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçiminde ortaya çıkabilecek ittifak tablosunun nasıl şekillenebileceği açısından önemli.

        Soru: “CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'yla röportaj yaptık. ‘Başörtüsü konusunda biz zamanında hata yaptık’ dedi. CHP’de bir değişim çabası var. En son sayın Kılıçdaroğlu Kudüs mitingine de gitti. CHP’deki değişimi nasıl görüyorsunuz?”

        Cevap: “Bunlar güzel, takdir edilmesi gereken davranışlar. Çok katı bir laiklik anlayışından buraya gelinmesi çok önemli. Biliyorsunuz bu cumhurbaşkanlığı sisteminin yolunu da o 367 kararı açtı. Eski Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını da izledim. O da bu başörtüsü yasağının arkasında TSK olarak durmakla çok yanlış yaptıklarını söyledi. Aslında gelinen bu nokta normalleşme için büyük bir fırsat.”

        Gerek ‘parlamenter sistem’ vurgusu, CHP’nin hatta eski Genelkurmay Başkanı’nın normalleşmeye katkı sağladığı yolundaki söylemleri, gerekse burada alıntılayamadığım Kürt meselesi ile ilgili, dış politikadaki “Türkiye hardpower’ını çok fazla kullanıyor” yaklaşımının bize söylediği net bir şey var. O da Abdullah Gül’ün desteği ile Ali Babacan’ın kuracağı partinin Millet İttifakı’nı oluşturan bileşenlerle ittifak yapmaya oldukça yakın durduğu.

        Sözün özü, İmamoğlu’nun tatile çıka çıka ya da zam yapa yapa şehir yönetme tarzının kendisini cumhurbaşkanlığı adaylığına yaklaştırmadığını da düşünürsek, ilk genel seçim+cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili ittifak ve aday profillerinin iyice netleşmeye başladığını görebiliriz. Sanırım röportajdan sonra Gül’e gösterilen tepki kampanyasının asıl nedeni bu. Gezi olaylarıyla ilgili olarak söyledikleri değil.

        İDLİB MESELESİ KARTLARIN YENİDEN DAĞITILMASINA NEDEN OLACAK

        Dürüstçe belirteyim, bazı yayın organlarında kullanılan “Gezi’yle ilgili gurur duymuştum” ifadesi bana da çok yadırgatıcı gelmişti. Çünkü demokratik direnç, barışçıl protesto boyutu Gezi’nin geldiği son hali tanımlamaya yetmiyordu. Ancak aynı satırların devamında Gül’ün Gezi’nin geldiği son hali, vandallıkları ve zemini fırsat bilen terör gruplarını anmadan geçmediği de görülebiliyordu. Nitekim kendisi de sosyal medyada sözlerinin çarpıtılmasından duyduğu rahatsızlığı ifade etti.

        Tabii asıl soru hâlâ yanıtlanmış değil.

        Ali Babacan’ın kuracağı -hâlâ kurulamadı- parti, Millet İttifakı bileşenleriyle sadece ittifak mı yapar, yoksa Millet İttifakı’nın bileşenlerini Abdullah Gül’ü çatı aday olarak göstermeye ikna etme noktasında da etkili ve belirleyici olur mu?

        Bu sorunun cevabı Cumhur İttifakı’nın İdlib’de ne yapacağına, Rusya ile bozulan ilişkilerin yerine ne koyacağına, Gelecek Partisi’nin bu soru/sorunlar karşısında ne kadar ağırlık koyabileceğine bağlı olarak değişir.

        Diğer Yazılar